21 Ocak 2014 Salı

Kaybedenler Kulübü

Farkındayım blogum bir süredir Pinterest'e dönüştü ama ne yapayım; gördüğüm, okuduğum, duyduğum veya yediğim içtiğimden ilham aldığım müddetçe bazen bir yazıyı bazen bir çiziyi bazen de bir tarifi buraya koymak isteyeceğim.Aynen bugün okuduğum bir köşe yazısından etkilenip, buraya taşımak istediğim gibi.

Bundan neredeyse 3 sene önce, kocamın bir iş seyahatinde olduğu bir akşam, bir arkadaşımla gittiğim ve bu yazıya da konu olan filmden çok etkilenmiştim. Filmin her anını karnıma yumruk yemiş edasıyla izlemiş, yaşanmış bir hikaye olmasından, filmin ana karakterleri ile İstanbul 'da her an tanışabilme  ihtimallerinden bayağı bir etkilenmiştim. Sert ama hayatla yüzleşmemizi sağladığı içinde bir o kadar gerçek ve samimi idi Kaybedenler kulübü.Belki de hepimizin kendini yer yer bulduğu bir kulüp olduğu için sevmiştik az ama öz sayıda insan olarak bu filmi.

Bildiğiniz gibi bir kaç gündür Nejat İşler 'le yatıp kalkıyoruz. Oyunculuğunu değerlendirecek kadar bilge olamasam da  karakteri ve duruşu hakkında bir fikrim olduğunu düşünüyorum. Belki okuduklarımdan, belki de izlediklerimden etkilenerek veya sadece vücut diline bile bakarak  '' yürekli '' bir adam olduğunu düşünüyorum aslında. Yüreksiz bir dolu adam ile doluyken ortalık. O yüzden de yürekten istiyorum yine asi duruşlu havasıyla ayağa dikilmesini.

Tam da bugün pek de sevmediğim bir köşe yazarı olan Ertuğrul Özkök kaleme almış aşağıdaki yazıyı. Nejat İşler 'e ve Kaybedenler Kulübüne dair.Senaryosundan kesitler aktarmış.Ben de kayıt altına almak istedim.

Filmdençok kısa bir repliği de kendime tekrar hatırlatmak için koyduğum bu filmi ilk fırsatta  kocamla tekrar izlemek istiyorum.



Kim bilir belki de orada burada teğet geçmiş, gitmişizdir.
O insanı, gıyaben tanımış, gıyaben sevmişizdir, varlığında değil, yokluğunda arkadaş olmuşuzdur...
Ne kadar sevdiğimizi de, acı bir haber geldiğinde, yine Allah’ın belası o gıyabi duyguyla hissederiz.
İçimizi ne kadar acıttığını, bizi ne kadar üzdüğünü...
İşte öyle bir anda ta şuramızda hissederiz.
Gıyabında kahroluruz...
Çaresizliğin en acı hallerinden biridir bu... Duygunuzu bir türlü vicahiye çevirememek...
 
* * *
Böyle anların bir iç sesi vardır... Zamanını bekleyen sessiz bir melek gibi gelir ve size seslenir.
Sadece kendimin duyabildiği küçücük ses, “Senaryoya bak” diyordu... “O bölümü bul, her şey orada yazıyor...” 
Tolga Örnek’i aradım.
“Bana, ‘Kaybedenler Kulübü’nün senaryosunu gönderebilir misin” dedim.
Beş dakika sonra, Nejat’ın oynadığı harika filmin senaryosundan o satırları okuyordum.
Şimdi hayat mücadelesi veren Kaan’ın, yani Nejat İşler’in ve kaybeden yoldaşıMete’nin o Şekspiryen tiradını...
Senaryo, Altıkırkbeş Yayınları’nın baş eseri gibi akıp gidiyordu.
 
* * *
-Mete: “Bazen gitmek ister insan...”
Kaan:
 “Bazen gider...”
-Mete: “Bazen gidemez.”
Kaan:
 “Bazen hiç gidememekten korkar...”
Kaan: “Bazıları sonsuz neşeye doğar.”
-Mete: “Bazıları sonsuz geceye.”
Kaan:
 “Bazen ölüyorsun.”
-Mete: “Bazen ölmüyorsun. Bazen bütün koşullar uygunken bile ölmüyorsun.”
Kaan: 
“Bazen kendinden uzaklaşmak istiyorsun.”
-Mete: “Bazen gidiyorsun ama hep dönüyorsun.”
Kaan:
 “Bazen ağlıyorsun bayağı.”
-Mete: “Bazen ağlayamıyorsun bayağı bayağı. Bazen Acıbadem’den bir taksiye biniyorsun. Kadıköy diyorsun. ‘Taksiyi çekip içsem mi’ diyor taksi şoförü sana, engel olamıyorum kendime, o kadar kötü ki. Bazen yüzüne bile bakamıyor. Bazen sen zaten içmeye gidiyorsun. Bazen çok ama çok içmek istiyorsun da içemiyorsun.”
Kaan:
 “Bazen bir kadın geliyor, oturuyor karşına ve ağlıyor.”
-Mete: “Kadınlar hep ağlıyor.”
Kaan:
 “Bazen bir kadın sana en çok korktuğun şey bir kadının gözyaşıdır diyor kendi adına. Sen dönüp bakıyorsun geriye doğru, vay canına diyorsun... Bazen birisi geliyor karşına oturuyor, ‘Eğer çok sevdiysen’ diyor, oysa ki bilmiyor çok sevmek de bir ana ait...”
 
* * *
Bir İkinci Yeni şiiri tadındaki o harika diyalog:
Kaan: “Işığı yanan pencerelere bak. Kime konuşuyoruz ki?”
Mete: “Yanlış pencerelere bakıyorsun. Karanlık olanlara bakman lazım.”
İkinci gece
Arkadaş, Allah hiçbirimizi standarttan ayırmasın
TESADÜFEN açık kalmış bir radyodan, tesadüfen bir şarkı çalıyor.
Cat Stevens “Oh very young”ı söylüyor.
Senaryonun en harika bölümlerinden birini okuyorum.
Bir dinleyici radyoya bağlanmış:
-Dinleyen: “Alo, iyi geceler.”
Mete:
 “İyi geceler sayın dinleyen. Sizinle yatmış mıydık”
-Dinleyen: “Hayır.”
Kaan: 
“Bu gece ne yapıyorsunuz?”
-Dinleyen: “Sizi dinliyorum. Nasılsınız?”
Mete: 
“Standart.”
-Dinleyen: “Ben de standart.”
Kaan: 
“Allah standarttan ayırmasın. Evet bu gece ne yapıyorsunuz?”
 
* * *
Cevabı ben veriyorum.
Ne yapacağız Nejat?Yine uyuyamıyoruz işte, bir gece daha uyuyamıyoruz...
Yine açıp bir Ece Ayhan dizesi, iki Cemal Süreya, üç Küçük İskender derken sabahı ediyoruz.
Yine memleketin hali geliyor aklımıza, bu baskı, bu ceberut hava durumu...
Yine lanet okuyoruz vasatlığa, faşizmin sıradan ahlakına, üzerimize abanan ahlakçılarına..
Bir gece daha ölemiyoruz anlayacağın...
Standart yani...
Sonra “Allah standarttan ayırmasın” deyip üç-beş dakika uyumaya çalışıyoruz,
Bu ülkenin karartılmış, iğfal edilmiş, sıradanlaştırılmış gündemi bize üç-beş santimetrekare standart dışı arazi mi bıraktı ki, uzun eşek ve körebeden başka bir oyun oynayalım.
İki eli her saniye iki yakamızda, iki dudağı her saniye suratımızda, iki ayağı her salise evimizde, iki kulağı, iki gözü her gün yatak odamızda..
Yine de inadına mı yaşayalım...
  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hoş geldim!

Yeni yılın ertesi, annemin başka diyarlara intikal edişinin tam göbeği, oğlumun yeni yaşının hemen öncesi bir zamanlardan merhaba! Uzun bir ...