19 Şubat 2014 Çarşamba

Hiç tanımadığınız birine en son ne zaman…….?

Bugün samimi bir şekilde cevaplamanızı istediğim kısa bir test ile başlamak istedim...
  1. Hayatınızda en son ne zaman tanımadığınız bir kimseye iltifat ettiniz?Veya hiç tanımadığınız bir kişiden iltifat aldınız?
  2. Hayatınızda ne kadar sık yakınlarınızı veya tanımadığınız kişileri yüceltiyor ve çabalarından ötürü takdir ediyorsunuz?
  3. Hayatınızda en son ne zaman kendinizi şaşırtarak yaşadığınızı gerçekten hissettiniz?
  4. Ne kadar sık komforlu, güvenlik çemberinizden çıkıp kendinizi gerçekleştiriyorsunuz?
  5. Öykündüğünüz kişilerin ortak özelliklerini tasvir edebilirmisiniz?
Geçen pazar günü evde miskin miskin oturup gazete okurken birden heyecanlandım. Kısa gözüken bir yazıya göz atıp keşke daha uzun olsaymış dedim. Belli ki daha ilk baştaki  başlığından etkilenmiştim. 



Okumaya devam ettikçe daha da şaşırmaya devam ettim. Ne de olsa röportajını okumakta olduğum kişi de ODTÜ İşletme mezunu idi. Bölümü tutturamasak da aynı fakülteden mezun olmuştuk;  kariyerinin ilk başlarında  ürün yöneticiliği ve pazarlama geçmişi vardı hem de hızlı tüketim ürünleri sektöründe; aynı benim sahip olduğum gibi ; sonra pazarlama sektöründe hizmet veren kendi işini kurmuştu; ne tesadüftür  ki halihazırda ortağım Bahar ile birlikte benzer bir alanda hizmet veren bir işimiz var.:)

Kişilerle benzerliklerimi değil farklılıklarımı yüceltmeyi seven benim için; işin rengi kariyerini birden bırakıp müzik tutkusunun peşinden Newyork'a gitmesini okuduğum an birdenbire değişti. Hele hele sadece müzik okuması değil; sahneye çıkıp başarılı bir şekilde opera yaptığını okuduğumda kıskançlık, takdir, ilhamlanma, yüceltme ve  kendisini tanıma isteğim kabardı. Bakınız bir önceki tiyatro ile ilgili yazım…

Ne yapıp ne edip kendisi ile tanışmak istedim.Tasarımcılığından ve bilge yönünden etkilendiğim Ümit Ünal geldi birden aklıma. Düşündüm her ikisi de gönüllerinin götürdüğü yere gitmiş, cüretkar ve yaratıcı kişilerdi.

Önce yazıyı Çağlar'a okuttum. Zira kocam diye söylememekle birlikte hem Çağlar'ın da sıradışı kalbi kadar sıradışı ve yaratıcı bir vizyonu olması, hem de başarılı bir girişimcilik hayatı sebebiyle O'ndan hem  çok şey öğrenirim hem de O'nun da başkalarından ilham almasını arzu ederim.

O'na da dedim ki; 

'' Ben kendisi ile tanışmak istiyorum ''.

Akşam saatlerinde LinkedIn 'den kendisini buldum. Ortak iş arkadaşlarımız da varmış meğersem dedim. Sonra davetiye gönderip beklemeye koyuldum.

Ertesi gün beni kendi network'üne kabul etmesiyle ''tamam  artık email gönderebilirim'' dedim.

Ve oturup kısa ama güzel bir email yazdım ve gönderdim.

Kendisinin farklılığından, cüretinden ve vizyonerliğinden çok etkilendiğimi ve kendisi ile bir fırsatta yüzyüze tanışıp sohbet etmek istediğimi söyleyip send tuşuna bastım. Hemen ardından da Çağlar'ı arayıp attığım mail'den bahsettim.

O an ''hayat'' bu işte dedim.Yaşamak da bu.Ve heyecan içinde cevabı beklemeye başladım.

Bugün samimi ve içten bir cevap aldım. Bir kahve teklifi ile birlikte.

Bir insanın yaşı, cinsiyeti, kimliği, geçmişi ne olursa olsun, tanıdık, tanımadık kalbine dokunmanın ne kadar keyifli ve özel bir şey olduğunu bir defa daha hissettim.

En son benim kalbime kim dokundu diye soracak olursanız; dün hiç tanımadığım bir hanımefendi; arkadaşlarımla bir cafede otururken yanımıza kibar bir şekilde gelip üzerimdeki ceket ve gömleği çok beğendiğini söyledi. Beni hem gelinine benzettiği için hem de kendisine de böyle bir hediye almak istediği için  nereden aldığımı sormasının bir mahsuru olup olmadığını sordu.

Hayat bu işte.

Alma verme.

Etme bulma.

Ama illaki sevgiyle yüceltme..

Peki ya siz hiç tanımadığınız birine en son ne zaman …………?




17 Şubat 2014 Pazartesi

İlham kaynağım


Endonezya, Sırbistan, Çin, Ukrayna, Polonya, Almanya, İngiltere, ABD, Fransa, Lüksemburg, İngiltere…

Halihazırda tatil planı yaptığım ülkeler değil yukarıda listelediklerim.

Rahmetli Adile Naşit gibi ''Uykudan önce '' isimlerini anmak istediklerimden de değiller.

Neden bahsettiğime biraz dolambaçlı olarak geleceğim bu defa. Sözü uzatıyorsam affola.

İlkokul sıralarında aldığım tüm başrollerdi sanırım   '' tiyatroda iyi bir oyuncu '' olabileceğimi  zannetmeme sebep olan.

Tabi ezber kuvvetli, kimi zaman ya eşek rolünde iken  üzerimdeki bir örtüden  ya da bir mikrop rolünde iken yüzümde taşıdığım bir maskeden; performansım hiçbir zaman tam  ölçülemedi ama  ben kendimi hep çok büyük bir oyuncu sandım;  taa ki ortaokul seçmelerinde red edilinceye kadar.

Ergenlik ve reddedilme  halleri örtüşmedi ve küstüm bu hayalime taa işe başladığım zamanlar olan 22 yaşıma kadar. Halbuki koskoca bir üniversite dönemi heba edilmiş bu arada ayrı.

Hayalim o yaşlarda tekrar hortladı. O zaman ki çalışma arkadaşlarım- halen yakın arkadaşlarımlardır -hatırlarlar mutlaka '' bir gün sahneye çıkacağım '' dediğimi. Demiştim demesine lafta kalmıştı bu isteğim yine.

Kimbilir belki de  genç bir ürün yöneticisi olarak bazen satış teşkilatına bazen şirket üst yönetimine bazen de halka sunumlar yaparken tiyatro yapar hissetmiştim kendimi belki de. ( şaka değil Türkiye 'de fazlasıyla seminer vs vermişliğimiz vardır ekipçe )

Ne zaman kurumsal çalışma hayatıma veda ettim o zaman dedim ki kendime; artık  ''sahnen de ''    kalmadı  ''çalışıyorum, vaktim  yok '' bahanen de ; o zaman doğru bir tiyatro atölyesine.

İkinci çocuğumu doğurmuşum, evde çocuklar vesaire dinlemedim önce haftada 2 akşam Taksim'deki bir yere sonra ise başka bir oyunculuk kursuna gittim 1 sene kadar. Tiyatro kursu adı altında  dizilere  figuran yetiştiren oyunculuk atölyelerine…

1 senenin sonunda hayal ile gerçek deneyim örtüşmedi; ne evdeki çocukların durumu ne de sarı lapiska saçlı benden 15-20 yaş küçük, tüm hayali ünlü olmak isteyen kızcağızların durumu örtüştü, ne de  kısa sarı saçlı, fazla Avrupai, oynasa oynasa Aşk-ı Memnu'da ki Bihter rolünü görüntüde oynamaya yatkın, içerikte ise çok fırın ekmek yemesi gereken performansımın yanısıra dizi değil tiyatro sahnesi tozu yutma isteğim de örtüşmediği  için bir daha düşünülmemek üzere bu kapı kapandı.

Böylelikle bir çok şeye ama en önemlisi bir türlü sahip olamadığım '' seyircilerime '' veda etmiştim. Erken ve hüzünlü bir veda idi.

Derken malumunuz eski usül bir günlüğü yeni usül bir platforma taşıdım, kendimi, hissettiklerimi yazmaya başladım.

Bir sanal sahne yarattım.

Ama tam da usülüne göre yapmadım. Etiketler koymadım. Kitleleri hedeflemedim.Blog gerçeklerine uygun davranmadım.

Önce kendimi tanımaya, sonra da hissettiklerimi anlamlandırmaya odaklandım. Belki 1 sene sonra belki de 5 sene sonra dönüp okuyunca ''iyiki yapmışım'' demek istedim.

Samimi olarak kendimi akıtmak, çocuklarıma kendimi anlatmak istedim. Şimdiyi yazarken aslında onların yarınlarında olabilmek istedim.

Tam bu arada bir de baktım ki sizler olmuşsunuz. Dünyanın pek çok yerinden. Yazımın ilk girişinde bahsettiğim diyarlardan. Endonezya, Sırbistan, Çin, Ukrayna, Polonya, Almanya, İngiltere, ABD, Fransa, Lüksemburg, İngiltere'den izleyicilerim, seyircilerim olmuşsunuz. Benim için çok özel olmuşsunuz.

İlham almak, ilhamlanmak şu dünyada peşinde olduğum belki de tek şey. Sizler de benim ilham kaynağımsınız.

Varlığınızı hissettikçe duyularımda, duyumsamalarımda bana ilham olmaya da devam edeceğiniz aşikar.

Hayalimi gerçek kıldığınız, yaratmış olduğum bu sahneden beni iyi kötü, az çok, şöyle böyle, arada sırada da olsa takip ediyor olduğunuz için hepinize çok  teşekkür ederim.

Kimbilir; belki bir gün, bu sanal sahneme yorum bile bırakır; duygu ve düşüncelerinizi paylaşırsınız.

Ahh işte o zaman ben var ya ben havalara uçar, mutluluktan ağlarım.

Her akşam hevesle '' İpek '' demesini beklediğim, uykum gelse bile onu izlemeden yatmadığım ama  ''İpek'' dediğini hiç duymadığım için çok üzüldüğüm ''Uykudan Önce'' programı gibi beni üzmeyeceğinizi zannediyorum !!! sevgili izleyecilerim:)

Bu arada çok ama çok sevdiğim bir sanatçı olan Adile Naşit'i de rahmetle anmak istedim.






9 Şubat 2014 Pazar

Top 10

Zihnimde; yapılan dialoglar, okuduğum kitaptan alıntılar, dostlarla yapılan sohbetlerden aklıma çalınanlar dolaşıp dursa da yazıya dönüşmesine var daha. Nedendir bilmiyorum ama akıtmakta, yazıya dönüştürmekte zorlandım bu ara.

Öte yandan bu sıralar  her duyduğumda yüreğimi hoplatan, beni gülümseten, yetmez nerede olursam olayım -ki çoğunlukla arabada- alelacele iphone'u bulup Shazam'ladığım Top 10  müzik listemi  kayıt altına almak istedim.

Eee ne de olsa müzik ruhun gıdasıdır derler. Belki ruhum doyar da akıtmak ister içindekilerini dışına tez zamanda.
Kalalım sağlıcakla.





http://www.youtube.com/watch?annotation_id=annotation_738294045&feature=iv&src_vid=2-UsWFGGNOk&v=x8taBOkFJcE#t=7s

Hoş geldim!

Yeni yılın ertesi, annemin başka diyarlara intikal edişinin tam göbeği, oğlumun yeni yaşının hemen öncesi bir zamanlardan merhaba! Uzun bir ...