24 Mart 2013 Pazar

39

Bugün yaşgünüm... Kendimi çok iyi hissettiğim bir yaşta olduğum bir gün..

İçimin dışımın çok daha bütünsel ve ahenk içerisinde hareket ettiği, kendimi her zamankinden daha fazla sevdiğim bir zam ''an '' da olduğum bir gün...

Etrafımda ki herkesi; her canlıyı, doğayı  daha fazla önemsediğim  bir gün...

Basiti yücelttiğim, abartıdan kaçındığım, yapmacık olamayacak kadar ustalaştığım bir yaşta olduğum bir gün...

Zamanla herkesi daha fazla severken; bazılarını kalbimde çok farklı yerlere koyduğumu açıkça söylemekten yüksünmediğim bir gün..

Daha fazla esnemeye; duvarlarımı yıkmaya çaba sarf ettiğim ; dogma düşüncelerden; önyargılardan çok daha fazla kaçındığım bir gün...

Kendimi sonuna kadar dişi hissettiğim, kadınlığımdan; akıllı olduğum kadar gurur duyduğum bir gün...

Keşke'lerimin sonuna geldiğim bir gün...

Sürprizlerin kendiliğinden gelmediğini, sürprizleri yaratabildiğimi idrak ettiğimi bir gün...

Hayatı iyisiyle kötüsüyle; getirisi götürüsüyle; hataları sevapları ile çok daha fazla sevdiğim; yaşama ve yaşamaya doyamadığım bir gün...

Dostlarıma, aileme, çocuklarıma; beni ben yapan herkese teşekkürü borç bildiğim bir gün...

Sahip olduğum herşeye  şükrettiğim bir gün...

Gelen yıllardan korkmadığım aksine adeta içime sokacakmışım gibi kucakladığım bir gün...

Varsın gelsin öyle ise yıllar; ardı ardına...Ümit ve umut oldukça... Böyle günler çoğaldıkça..

Bekliyorum seni 40))






17 Mart 2013 Pazar

Ümit Ünal

Biliyorum ihmal ettim...Biraz isteksizlik, biraz rahatsızlık, biraz iş güç, çoğunlukla yorgunluk idi beni yazmaktan alıkoyan.Belki de baharın etkisi idi.Yok yok ;kesin baharın etkisi idi. Papatyaları ve gelincikleri gördüğümden beri dağıldım. Biraz da yaşlandığımı hissettim. Hislendim. Ne de güzel şeymiş yaşamak dedim..Yaş almak dedim..

Zira Mart ayının başından beri ufak tefek seyahatler, işler ile ilgili birbirinden farklı insanlar, sohbetler ve ilham veren dialoglar ile yine,yeni,yeniden kendime geldim..Enerji ile doldum.Baharı ne kadar çok sevdiğimi tekrar hatırladım..

İlham veren dialoglar demişken çok yakın bir zaman önce tanıştığım tasarımcı Ümit Ünal'dan çok etkilendim.Bir insan bu kadar güzel mi kendini dinletir, söylediklerini bu kadar mı üstüne yakıştırır bilemedim...Tasarımcılığın yanısıra bir şair, edebiyatçı ve sanatçı kimliklerini de barındırmasına hayran oldum.. İşine aşık olmasına daha da çok bayıldım. Saygı duydum, heves ettim, hemen bi koşu gidip tasarladıklarına sahip olmak istedim.Tarzının ''androjen '' olduğunu öğrendim. Bu aşamada biraz tereddüt ettim. Zira şu sıralar, bu yaşlarımda '' feminen ''liğini keşfeden bir kadın olarak  androjen tarza yakın hissetmedim.

Beni geçtim çok başarılı olmasını arzu ettim.Yürekten diledim.

Tekrar görüşüp belki ortak projelerde yer alacağımız için heyecanlanarak ayrıldım kendisinden...

Bilgi;Tasarımlarını daha çok yurtdışı pazarlarına sunan Ümit Ünal şu an için yurtiçinde satış noktası yok.  http://www.umitunal.com


14 Şubat 2013 Perşembe

Reklamlar...

Uzun süredir TV 'de reklam kuşağına denk gelmemiştim..Dün akşam sağolsun Kuzey-Güney sayesinde izlemediğim kadar çok reklamı hem de birbirinin yıllarca aynısı olan reklamları izleyince içim bir sıkıldı bir sıkıldı taa ki......

Önce Ariel için beyazlar giymiş bir kadın , yılların aynı yöntemi olan hangi deterjandan daha iyi sonuç alındığını gösteren kıyaslamalı bir demo yaparak tüm kadınları Ariel kullanma konusunda ikna ettiğini zannetti.Ama Allah için şu an aklımda sanki cenneteymişim gibi sadece beyaz çağrışımlar kaldı..

Sonra da yılların Ipana'sı ,yıllardır aynı diş doktoru ile çalışıyormuşcasına, yine kendisine de  beyaz giyindirerek, sıkıcı diş gerçeklerini biraz daha teknolojik bir demo ile taçlandırarak hepimizi İpana kullanma konusunda ikna ettiğini zannetti.Ürünün ambalajınından ve reklamından bayağı sıkılmışım ki bayağı bir off'ladım...

Taaki hemen bu reklamların ardından Biscolata reklamı çıkana kadar..
Hemen bir gülümseme geldi.. )) Tamam dikkat çekici unsur!! kullanmışlar, ortam şahane, ürünle bir alaka kuramıyorsun vs vs ama mesela o çikolatayı ince ince doğradığı demo sahnesi bayağı güzel ve akılda kalıcı bir uygulama olmuş..)
Hele de o sıkıcı, bildik reklamların ardından ezber bozan bir reklam/ concept/ uygulama görmek beni bir mutlu etti bir mutlu etti..

Hemen Biscolata'nın ardından ise bebeklerin yerine kazık kadar çocukların!! pişik sorunu ele alan o korkunç Popolin reklamı ise gülmekten öldürdü.

Sen kullan Popolin pişik kremini Biscolata erkeklerinde sonra gör bakalım satışlar nasıl artıyor ...

Einstein 'ında dediği gibi;Hep aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar beklemek ''aptallıktır ''.

Bütün bunlar ise aklıma neredeyse 11 sene öncesinde bizim çektiğimiz reklam filmimizdeki absurd'lukleri getirdi aklıma.

Sorumlu olduğum markanın bebek şampuanı için bir reklam filmi çekilecekti ve her yaştaki bebek için uygunluğunu anlatmak üzere bir konsepti vardı.

Reklam ajansı Türkiye yerine Belçika 'da yabancı bir direktör ile çekilmesini uygun gördü. ) Biz de bir ses etmedik.
Filmde 3 bebek kullanılmalıydı.Koca Belçika'da 1 yaşında uygun bebek kast bulunamadı, bebek İngiltere'den Belçika'ya geldi, diğer 2 çocuk ise birisi 2 yaşında birisi 4 yaşında Belçikalılardı.
Belçika'dan olan da birisi Flemenk bölgesinden olduğu için Felemenkçe diğeri ise Valon olduğu için Fransızca konuşuyordu.Dolayısıyla birbirini anlamıyorlardı. İşleri nasıl basit halden karışık /komplike hale getirdiğimizin bence en iyi örneğidir bu deneyimim..

Müşteri:Türk. Direktör : Yabancı ama Belçika'lı da değildi sanırım.. Çekim : Sebepsiz Belçika.
Kast birbirinin dilinden anlamayan 3 çocuk..Ürün:Basit bir göz yakmayan bebek şampuanı...Maliyet:Gereğinden fazla.

Ezber bozan bir taraf ise deneyimin kendisi oldu..) Ürün ve reklam değildi yoksa..


''Ezber bozmak '' lafını/ mottosunu ise ayrıca seviyorum.. Bu da başka bir yazı konusu olsun..





12 Şubat 2013 Salı

'' MY WAY ''

Hayatta -Allah'a çok şükür -çok az şeyi ve/veya kişiyi kıskanmışımdır. Ama nedendir bilinmez çocukluğumdan beri sahneye çıkan kişiler; ister şarkıcı ister tiyatrocu ister dansçı fark etmez bu listenin en üst sırasında kıskanılmışlardır.

Onların sahnede iken hissettikleri, üst düzeye çıkan performansları nedeniyle izleyiciler üzerinde bıraktıklarına emin oldukları bazı izlerin '' anları'' vardır ya hani tüyler ürpeten cinsten. İşte o tarifi zor olan hazzı  yaşayan ve yaşatan her kimse O'na her zaman çok büyük bir hayranlık beslemişimdir.

Hiç olmayan keşke'lerim böyle  an 'larda hemen zincirlerinden kopup ağzımdan sese dönüşürler; ''Keşke ben de böyle bir hazzın sebebi olabilseydim '' gibisinden...

Bana göre şu fani dünyada '' Eğer cennetin kapısınından geçiyor olsaydın  nasıl hissederdin ?'' diye sorarsanız 2 cevabım olurdu;

- Bir annenin çocuğunu doğurması (ve hayatı boyunca gururla yaptıklarına tanık olabilmesi )

- Bir sanatçının sahnede aldığı haz kadar o hazzı izleyicilerine/dinleyicilerine de hissettirebilmesi

 benim için bu dünyada eğer cennet olsaydı kapısından geçerken hissedebileceğimi düşündüğüm hislere en yakın olanlar olurdu herhalde.

Ben de bu düşüncelerle  cennetin kapısını şu fani dünyada araladığı ''an'' ı yakayabilmiş bir şarkıcının bir konser görüntülerini paylaşmak istedim sizlerle...

Yer: Londra ...

Tarz ve yer :Kesinlikle alt alta üstüste, izdiham yaşanan  bir stadyumda değil çok tarihi ve akustik bir yer olan Royal Albert Hall 'da..Hani taa 1871 'lerde yapılan ve en ünlü müzisyenlere ev sahipliği yapan görkemli tarihi yerde. Her adım attığını da  '' Ruhu şad olsun '' diye anımsayacağınız kişilere ev sahipliği yapmış olan yerde...

Seyirciler: Klasik konser dinleyicisi yerine  smokinli beyler, tuvalet giymiş kadınlarla dolu olağanüstü şık bir ambians...

Sahnede : Robbie Williams... Hani ne söylesek az gelecek olan, şarkı söylerken boyu ve posu da devleşen  ama en çok bakışları belirginleşen, sesi ile kanımızı titreten ...

Şarkı: Hayatının sonuna geldiğinde '' hangi şarkı seni anlatsın istersin ?'' diye sorsanız, veya hadi olumlu bakalım '' hangi şarkı sözünü örnek alarak yaşamak istersin ? diye sorsanız  bu şarkı ile kendimi anlatmak istediğim, şarkının ilk sahibine de ölesiye bir hayranlık beslediğim, her dinlediğimde ''duygular 100 sene öncede benzer imiş 100 sene sonra da benzer olacak, insan var olduğu sürece '' diye     şaşırdığım, ruhumu besleyen MY WAY şarkısı..

Buyrun izleyin, hislenin, tüylerinizi ürpertin..Robbie Williams'ın hangi an'ını, hangi hazzını en çok kıskandığınızı ve/veya -sizler için daha yumuşatarak ifade edeyim- imrendiğinizi  düşünün..

O sandalye üstünde gururla şarkıya başladığı an'ımı, yoksa seyircilerin ilk ayağa kalkıp alkışlamaya başladığı an'ı mı,yoksa şarkının ortasında '' everybody ''diyerek herkesi şarkıya ortak edip çok zarifçe yaşadığı mutlululuğu bir kuğu gibi dansa dönüştürdüğü an'ımı,yoksa en son ''I did it my way '' derken merdivenlerde yumruğunu havaya kaldırdığı ve yaşadığı ve yaşattığı o olağanüstü güzelliğe sebep olmanın hazzını göz yaşı olarak ifade ettiği an 'ımı, yoksa en son karede dinleyicilere fırlattığı bakışlardaki haklı gururlandığı an'ımı...

Ben kendi adıma sadece o ortama, o an'lara tanık olabilmek için neleri vermezdim diye düşündüm..)) Zira baştan sona benim için sıradışı hisler şöleni oldu bu konser kaydı...

Belki biliyorsunuz bu yaz Haziran sonu-Temmuz başı Robbie Williams gene Londra'da 4-5 akşam konser veriyor olacak..Ben başka bir seyahat sebebiyle orada olamayacağım ama imkanınız varsa stadyum konseri de olsa böyle bir fırsatı kaçırmayın derim..

Ne de olsa yaşadıklarımız ''an''lardan ve bu an'ların da ANI'lara dönüşmesiyle kıymetli hale geliyor değil mi ?

Hani rutini bozup, aldığımız NEFES için şükrettiğimiz, güzellikleri daha fazla görüp kıymet bildiğimiz sıradışı an'lardan...




25 Ocak 2013 Cuma

Kayak tatili

14 veya 15 sene önce... Tam tarihini hatırlayamadım. Kızlı erkekli bir grup sporcu genç olarak  kayak programı yaptık. Kızlar ortalama 25 yaşında erkekler ise ortalama 28 'dı herhalde. Aramızda sadece bir evli çift var, geri kalan bizler ise çıkmaktayız. ( Bu sırada çıkmak kelimesi de ne komiktir değil mi ? )

İstikamet Avusturya...St Anton. Hiçbirimiz daha önce Avrupa'da kayağa gitmemişiz..Hele de ben.. Ankara'da üniversite okuyan bir İzmirli olarak ilk kayağımı Kartalkaya'da 20 yaşında ayağıma takmış birisi olarak Avusturya 'da kayak tecrübesine oldukça uzağım. Ama grupta çok iyi kayakçılar var. Genellikle Uludağ ekolünden. Kotla kayıldığı zamanlardan...))

Neyse düştük yollara,vardık güle oynaya. Harika bir pansiyon. Sahibesi çok tatlı bir kadın. Hatta o kadar memnun kaldık ki üstüste 2 sene aynı pansiyona gittik.

Kasaba çok güzel. Pistler ondan daha da  güzel. Siyah ve kırmızı pist çoğunlukla. Mogullar ise bizim erkeklere layık.

Herkes idealist. Kendini geliştirmeye adamış. Başta ben ve birkaç arkadaşım grup dersine takıldık. Bizim gruptan ayrıldık çoğu zaman. Çok da iyi ettik. Nitekim o grup derslerinin emeği çoktur şimdi ki kayak seviyemde.

Her sabah saat 9.00 kalk borusu ile düşerdik pistlere doğru rap rap. Yolumuzun üstünde ise kayak okuluna sabah sabah bırakılmış minik veretler. Hele o yerden bitme  3-4 yaşında yanakları soğuktan al al olmuş sarı kafalı veletler halen aklımdadır. Sadece ben değil tüm kızlar o veletlerin yanından geçerken  '' aayy ne şekerler '' diye sempatik bir şekilde bakardık. Ama sadece sempatik baktığımız yaşlardı. Daha öyle özlem mözlem duymazdık çocuk çoluk işlerine. Uzakta bir hayaldi o zamanlar.

Kasaba Apres-ski de belki de Avrupa'nın en iyisi ve çılgını. İlk gözağrımız ise dağdan kasabaya iniş pistinin tam da solunda Krazy Kanguru.http://www.krazykanguruh.com
İnanılmaz eğlenceli bir yer. Saat 16.00 de içmeye başlıyorsun saat 19.00 veya 20.00 'e kadar içiyorsun sonra da kayakları tekrar takıp aydınlatılmış pistte kasabaya kayarak gidiyorsun..Halen gözümün önündedir hepimizin sarhoş olarak kayması. Cüretkarlık ve gençlik de cabası. Uzun lafın kısası St Anton önemli bir yer etmiştir hayatımızda.Akşam fondüler, partiler...
Kalabalık olarak restaurantlarda yer bulamanın sıkıntısı...

Bazı ilklere de tanık olduğumuz bir yerdir St Anton. Saunaya kadınlı- erkekli birlikte, hatta örtünmeye gerek duyulmadan girildiğinin ilk tecrübe edildiği yerdir St Anton...Gitmedim görmedim...Gidenlerin yalancısıyım diyelim geçelim.

En yakındaki kasaba Lech. Bütün sosyetenin gözbebeği. Gel görki bize uygun değil. Pistler çok düz, sonra tüm kadınlar kürklü. Ama güzel restaurantlar, güzel dükkanlar için arada sırada gidilen bir yer. Ama kayarak ama arabayla.

Yine de en sıcak, karakterli ve sporcu kasaba bizimki. Kayakçılar harbi kayakçı; malzemeden anlayan türden.
Çağlar'ın çok eskimiş bir kayak ayakkabısını yine bir Apres Ski sonrasında bir barın önünde bıraktık. 1 haftanın sonunda o ayakkabı halen orada durmaktaydı..))Anlayın işte herkes o kadar iyi malzeme delisi.

14 seneden bu zamana neler değişti peki...Aynı grup arkadaş birer ikişer sene arayla evlendik. Denk düştü aynı zamanlarda ilk çocuklarımızı kucakladık. Onlar 5 yaşına geldiğinde ise tekrar başladı bizim Alp dağları maceralarımız. Ee malum Alp dağları bu. O kadar büyük ki. Kah orası kah burası derken yolumuz düşmedi St Anton'a bir daha. Ama şimdi hatta yarın yine yollara düşüyoruz. Hem de bu defa yanımızda 2.çocuklarımızla...

En küçükleri 4 en büyükleri 14 yaşında olan. Ağırlıklı ortalamada 10 yaşlarında olan  delikanlı ve genç kız adayıyla  düşüyoruz yine yollara.

Kafam da bazı sorularla....

Acaba Apres Ski yapabilecekmiyiz ?Sarhoş olup geee kasabaya kayarak gelebilecek miyiz ?
Aynı grup arkadaşlarımla 14 sene sonra birlikte bu defa neleri tadacağız? Neleri tecrübe edeceğiz?
Apres skiye çocuk götürsek ne olur ? Barın üstünde anne -babasına gören çocuk nasıl etkilenir ?
Onları odada bıraksak 14 yaşındaki 4 yaşındakine baksa veya kısa çöp çekerek nöbetçi veli bıraksak otelde ve gitsek yine Krazy'e.. Adına layık bir şekilde eğlensek..

Peki şimdi böyle yazıyorum da çok değil 5-6 sene sonra bizimkiler gitmek isteyecek olurlarsa Apres ski'ye.Birlikte mi gideceğiz?Hayır mı diyeceğiz ?

Off zaman çok mu hızlı geçmektedir nedir ?

Neyse soruları boşveriyorum. Hayırlısı ile gidip gelmeyi diliyorum. Kazası belasız..Oğlumun sarı veletlerle arkadaş olduğunu görmek ve kayaktan zevk aldığını görmeyi ümid ediyorum. Tıpkı ablası gibi...














http://www.stantonamarlberg.com/

13 Ocak 2013 Pazar

40

İş konuşmak için toplandığımız günlerden bir tanesinde Bahar ile kendimizi bambaşka konulara dalmış bulduk. Daldığımızın pek tabii farkında idik ama çıkışı bir türlü bilemedik. Sanki 40 yılın başı yaptığımız bir sohbette gibiydik. 40 yıllık bir dostla yapılan samimiyette ve tadda.

Takılı kaldığımız konuların ana konusu hayat ve bize sundukları idi. Yaşımız başımız idi.

Malum Bahar 3 ay sonra 40.yaşına basacaktı. Hani dönüm noktası denilen. İster erkek ister kadın farketmeyen. Hani farkındalıklarımızın arttığı, kendimizi daha iyi keşfettiğimiz, istek ve arzularımızın daha da netleştiği, hatta netleşmekten dolayı daha da keskinleştiği için artık hayatımızda bulunmasını istemediğimiz  kişi ve/veya şeylerle daha kolay vedalaşabildiğimiz, geride kalan zamanın daha az ve değerli olduğu varsayımıyla şimdiki ''an''ların daha kıymetli hale geldiği bir dönem. Hani adeta kılı 40 yardığımız bir dönem.

Hayır; daha ben 40 olmadan yaşamakta olduğum o dönüşümü Bahar 'a her gün hissetttirip, şaşırtırken-ama iyi ama kötü- acaba O ne hissediyordu, nasıl hissediyordu? Zira iş geliştirme toplantılarımız hızla kişisel gelişim toplantılarına dönüşmeye başlamıştı.

Bahar bu; ser verip sır vermezdi.Acaba 40 gün 40 gece sürecek olan merak içeren iç bayıcı sorularıma hazır mıydı? Hani Bahar 'ın 40 yıl düşünse aklına gelmeyecek sorularıma?

Cevaplarını bilmediğinden değil kendi deyimi ile '' Basit düşünmek ve yaşamak varken hayatı, neden 40 dereden su getirecekti ki ? ''

Ama O da gayet iyi biliyordu ki bir fincan kahvenin  bile 40 yıl hatırı varken, benim bu sorularımı ve sorgulamalarımı da iyi niyetle, elinden geldiğince, sabırla ve olgunlukla göğüsleyecekti. Hani bebeğinin 40'nın çıkmasını sabırla bekleyen bir anne gibi. Sonunda ise belki kendi farkındalığıyla  belki de benim zorumla sonunda haykırayacaktı '' Ohh be sonunda benim de 40'ım çıktı diye !!!''

Kimbilir..Yaşayıp görüp buradan da zaman zaman dile getireceğiz.

Sizin de fark ettiğiniz üzere; keramet sadece yaşın 40 olmasında değil keramet 40 sayısının kendisindeymiş aslında..40 sayısı nelere kadirmiş öğrenmek için buyrunuz bakınız ;

 http://tr.wikipedia.org/wiki/40_(sayı)


Bahar sayesinde öğrendiğim 'Hayat 40'ında başlar '' şarkısını da bu vesileyle sizlerle paylaşmak istedim..

40'ından sonra gerçekten İYİ ve GÜZEL yaşamınız dileğiyle..





10 Ocak 2013 Perşembe

Ana Yazım Kılavuzu


Yazmak zor işmiş hakikaten. Doğru düzgün, imla kurallarına dikkat ederek yazmak daha da zormuş.

Geçen gün evde bir ana yazım kılavuzu buldum. Önce hatırlayamadım nereden geldiğini ama sonra hatırladım.

Yıl 1998. Kurumsal hayatta son 10 senemi geçirdiğim Eczacıbaşı-Beiersdorf 'ta ki ilk günüm. Oryantasyon adı altında bir sürü evrak vs verilirken baktım ki  elime bir tane de ''ana yazım kılavuzu'' tutuşturmuşlar.

Daha Internetin olmadığı, e-postanın olmadığı, her türlü yazışmanın son derece resmi, altında çift imza ile yapıldığı zamanlar. Her türlü yazışmanın bir müdür tarafından imla hataları bakımından düzeltildiği zamanlar.

Hediye edilen ana yazım kılavuzunun görevi de bu yazışmalarda ki yazım kurallarını hatasız yerine getirebilmekti. Başka bir şirketin böyle bir şeyi şart koştuğunu zannetmiyorum. Bu kıymetli titizlik sanırım sadece Eczacıbaşı'na mahsus idi. İyiki de öyle idi.

Çok değil sadece 15 sene öncesinden bahsediyoruz.Ama şimdi işe yeni başlamış bir gence, Internet ile çocukluğunda tanışmış, hayatı kısa SMS ve tweet atmak olan bir gence hediye etsek ana yazım kılavuzunu ne düşünür acaba ? Hatta bunu çalıştığı bir şirket hediye etse? Hatta tüm iş amaçlı e-postaları üstleri tarafından gözden geçirilse.İmla hataları düzeltilse...

Şaka zannedilir değil mi ? Hiç öyle şey olur mu hemen yüzümüze vurulur ...


Not:Elimde ki kılavuza rağmen yanlış yazıyorsam da affola:))












Hoş geldim!

Yeni yılın ertesi, annemin başka diyarlara intikal edişinin tam göbeği, oğlumun yeni yaşının hemen öncesi bir zamanlardan merhaba! Uzun bir ...