26 Nisan 2013 Cuma

Yaşamak zamanı


Ölüm hakkında ne düşünürsünüz bilmem...Kimileri korkar ölümden yitip gitmekten; kimileri hiç düşünmez; benim gibiler ise ne korkar ne de düşünmemezlikten gelir. Zira gideceği yerde sevdiği çok insanın onu beklediğini bilir.Kendine üzülmez geride bırakacaklarına üzülür sadece.

Şu sıralar etrafımda sevdiklerinin sağlık sorunu ile uğraşan çok dostum olduğu gibi maalesef kendisini zamansız kaybettiğimiz dostumuz,tanıdığımız oldu.Belki de sormamız gereken ''zamanında giden var mı?'' bu dünyadan..Herkesin kaybı kendisi için de sevdikleri için de zamansız olmuyor mu çoğu zaman..

Fark ettim ki eskiden görevden gittiğim cenazelere bile yürekten gidiyorum artık ben. Giden kişiye helallik verebilmenin huzuru kaplıyor içimi cami avlularında.

Büyümek demek bu demek galiba.Yaşamdan alacağın sorumluluk paydasınında artması demek. Yaşam esnasında daha fazla çeşitlilik ile tanışmak demek.Her boyutta. Büyümek biraz da değişmek demek.Ama ne olursa olsun yaşamak demek.Yaşanmadıktan sonra koskoca bir ömür;cami avlusunda giden kişiyle yeterince anı biriktiremedikten sonra, söylemedikten sonra içinden geçenleri, yaşatacağın onca güzellikleri esirgedikten sonra kıymeti yoktur aslında  hiçbir şeyin..İşte o zaman '' keşke''ler gelir bulur seni..

O zaman dersin işte keşke başka türlü yaşasaydım şu hayatı...Hayat dediğin kimileri için 2 perdelik bir oyun kimlleri için ise uzun metrajlı film. Önemli olan- oyun olsun film olsun- karakterler sağlamsa, senaryo güçlü,metinler samimi ise o zaman bu korku niye ??

Keşke dememek için sarılın hayatınıza, sahip çıkın..Can Yücel'in de dediği gibi silkelenin; zaman yaşamak zamanı...

YAŞAMAK ZAMANI


Yemek de boş içmek de,
Hatta yeri gelmeden sevişmek de.

Tam zamanında öpmelisin mesela güzel gözlünü,
Tam zamanında söylemelisin sevdiğini
Gözlerinin içine baka baka.

Bisikletinin gidonunu
Tam zamanında çevirmelisin
Düşmemek için;
Tam zamanında frene basmalı,
Tam zamanında yola koyulmalısın.

Tam zamanında okşamalısın basını
O üzüm gözlü çocuğun
Hıçkırıklar tam dizilmişken boğazına,
Tam ağlamak üzereyken.

Tam zamanında koymalısın elini omzuna
En sevdiğin dostunun babası öldüğünde.

Tam zamanında tutmalısın düşerken
Üç yaşındaki sehpaya tutunan çocuğu.

Tam zamanında acımalı yüreğin
Afyon'da Hasan Ağabey' in evi yıkılınca başına
Evsiz kalınca çoluk çocuk
Ki uzatasın elini bir parça.

Tam zamanında açmalısın kapını
Hayatına girmek isteyenlere.
Tam zamanında çıkarmalısın
Sevginden şımarmaya başlayanları.

Tam zamanında affetmelisin kardeşini
Biliyorsan yüreğinde kötülük olmadığını
Seni gecenin üçünde arayıp da
Kafasının iyi olduğunu söylediğinde.

Tam zamanında öğretmelisin oğluna
Gerekiyorsa yumruk atmayı
Tam burnunun üstüne
Tiksinmeden pisliğinden,
Yukarı mahallenin sümüklü bebesi
Misketlerini zorla almaya çalışırsa.

Tam zamanında bağırmalısın
Acıyınca bir yerin.
Tam zamanında gülmelisin
Kemal Sunal küfür edince filmin bir yerinde.

Tam zamanında yatmalısın
Yola çıkacaksan ertesi gün
Ve arabayı kullanan sensen
Sana emanetse çoluk çocuk
Ve kendin.

Tam zamanında bırakmalısın içmeyi
Son kadeh bozacaksa seni
Ve üzeceksen birilerini
Ertesi gün hatırlamayacaksan.

Tam zamanında ayrılmalısın misafirliklerden.
Tam zamanında konuşmalı
Tam zamanında şarkı söylemeli
Tam zamanında susmalısın.

Tam zamanında terk etmelisin gerekiyorsa
Annenin babanın evini,
Tam zamanında başka bir şehre gidip
Ayaklarının üzerinde durmaya çalışmalısın.
Tam zamanında dönmelisin memleketine.

Tam zamanında için titremeli,
Tam zamanında âşık olmalı
Deli gibi sevmelisin güzel gözlünü.

Tam zamanında toplamalısın oltanı
Belki de seni şampiyon yapacak
En büyük balığı kaçırmadan.
Tam zamanında yaşlandığını hissetmeli
Tam zamanında ölmelisin
Iskalamak istemiyorsan hayatı.

Haydi, şimdi kalk bakalım
Silkin şöyle bir
At üzerinden hayatın yorgunluğunu,
Vakit zannettiğinden daha az
Haydi, kalk bakalım,
Şimdi YAŞAMAK ZAMANI

CAN YÜCEL

25 Nisan 2013 Perşembe

Şundan bundan

Bünyem kaldırmadı artık daha fazlasını ve isyan etti... Ama benim gibi inat bir insana yakışır bir şekilde yaptı bu isyanını...İnsan içine hemen kaçamayayım, spora hemen atmayayım, tez canlılıkla işe girişmeyeyim diye beni bu yaşımda su çiçeği yaptı. Ki her yerim kabarsın beni gören kaçsın diye. Ne yapalım ben de zorunlu istirahatten dolayı oturdum uzun zamandır aklımda olanları dökmeye ...

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Nedendir bilinmez ama biz millet olarak bazı şeylerde çok ilerideysek bazı şeylerde de o kadar geriyiz.. Mesela her yerde bangır bangır facebook ve internet kullanımında ne kadar ileride olduğumuz yazılır çizilir ama bir alışveriş merkezinde yürüyen merdivene binmekte zorlanırız...Dikkat edin yürüyen merdivenlerde kuyruk olur. İnsanlar hangi ayakla hangi basamağa bineceklerini planlamaktan binemezler yürüyen merdivene. Neden acaba ?

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Hazır evde iken başucumda bulunan 4-5 adet kitabı okurum nasılsa dedim... Kitaplardan bir tanesi nice zamandır orada duran '' Bad mother's hand book ''
Kızım bu kitabı görür görmez '' Ben sana kötü davrandığım için kendini kötü hissedip mi bu kitabı okumaya başladın?'' dedi.
Epey güldüm...Sonuç derseniz tüm başucu kitaplarımı bir kenara koyup Elif Şafak'ın ''Aşk '' kitabını tekrar ve yeniden okumaya başladım. Tam güzel bir bahar havasına layık.

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
O kadar güzel bir hava varki dışarıda; içeride hasta  olsam bile dışarıdaki güzel havayı içimde, taa iliklerimde hissediyorum...Enerji taa derinlerime kadar işleyebiliyor...Bugünkü ay tutulmasından mı bilinmez...Sadece keyfini çıkartıyorum. Su keseciklerime rağmen...Müzikte ise şu sıra olmazsa olmazım Katie Melua...Çoğu şarkısını çok beğenmekle birlikte şu şarkısını şu sıralar çok dinliyorum;
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

16 Nisan 2013 Salı

Git-Gel'ler

Seviyorum git-gel'leri ben... Hem fiziksel olarak hem de düşüncesel olarak gitmeleri gelmeleri...

Hem yeni, keşfedilmemiş diyarlara doğru hem de eski, beni ben yapan kişilere veya yerlere  doğru gidip gelirim sık sık...

Her yaşanmışlığın hakkını vermeyi severim...Yüceltmeyi de bilirim...Anmasını ve an'ı tekrar yaşamayı da...

İster hatırşinazlık deyin ister geçmişe özlem deyin... Ben ise ''Ben ''i ''Ben '' yapan herşeye sarılmak derim...

Hayal kurmasını ise yeni öğrenmekteyim. Planları bıraktığımdan beri... Belki de  gönlüm daha çok  zenginleştiğinden...Nefes almayı daha çok önemsediğimden belki de..Belki de hayatın sürprizlerine her zamankinden daha fazla açık olmamdan...Kimbilir...Şimdiki zamanın kıymetini  ise herşeyden çok bilirim.Buna her gün şükrederim...

Seviyorum zihnimde  geleceğe uzanmayı...Bakalım neler yaşayacağız daha demeyi ?Biraz pervasızca biraz akışına bırakıp hani.

Tüm bu düşüncelerin hepsi dün İzmir 'de bir otele girerken canlandı bende teker teker...Önce düşünceler sonrasında ise anılar canlandı. Sırasıyla... An be an gözümün önüne gelerek selamladılar beni.

Otelin ismi değişmiş, dekorasyonu değişmiş fark etmedi...Dekorlardan bağımsız; birer birer ruhları canlandı yaşanan anıların... Beni gülümsetti '' vay be '' dedirtti. Geleceğe dair ''Kimbilir başka neler yaşayacağız?'' dedirtti. Herşeyden önemlisi ''iyi ki yaşamışım'' dedirtti.

21 sene sonra, dün bir iş için ayak bastığım otel; eskinin Efes oteli idi..Hani şimdinin Swiss oteli. İzmir için izlerin ve ilklerin oteli idi adeta... Benim için de aynen öyle olmuş içeri girer girmez iz'ler bana kendini dün gibi hatırlatmıştı nitekim.

İlk hatırladığım anım ortaokul 2 olduğum bir yaşta okulu kırarak, koyu bir FB'li olarak otelde kalan efsane kaleci Tony Schumacher 'i görmek ve imza almak içindi...Hem cüret etmenin hem de sabretmenin karşılığını aldığım küçük ama büyük mutluluklardan bir tanesiydi o an...

2. anım ise Lise son mezuniyetimi kutladığımız akşama aitti..O gece geldi aklıma.. Kıyafetim, saçım, o korkunç gözlüklerim vs de aklıma geldi ama en çok aklıma gelen ''karmakarışık hislerimdi''...

Genç olmak, bilinmezliğe doğru yol almak, sınav stresi, hayatın en büyük darbelerinden bir tanesini yeni yemiş olmak ama her şeye rağmen çok kıymetli arkadaşlarımın arasında olmak...Dediğim gibi o    '' karmakarışık hislerim '' geldi aklıma...Buruk bir anı oldu kendisi neticede...Sahip çıktım tabiki yine de kendisine.

Kendisini hatırlatan en son anım ise üniversite 1.sınıftaki ben'e dair oldu.İlk ciddi ilişkim, pek aşık olduğumu bildiğim, karmakarışık hislerin en nihayetinde akacak bir kanal bulduğu bir zamana ait olan zamandan. En deli dolu olduğum zamanlara ait olan...

Üniversitede sömestr tatili olmuş, ben İzmir'e gelmiş; erkek arkadaşım ise Ankara 'da kalmıştı. Bu 3 haftalık ayrılığa nasıl dayanacağımızı bilemezken babası bize bir jest yapmış ve oğlunu da koluna takarak iş gezisine İzmir 'e getirmişti..Bir gece yemeğinde otelde bir araya gelmiştik. O yemeğe nasıl giyindiğimi de,hazırlandığımı da, stresini de unutmamışım. Sürprizleri çok sevdiğimi ilk  hissettiğim bir yaşta olduğum; sabretmenin ise eskisi kadar kolay olmadığını anladığım zamanlardan...

Dün sabah gittim İzmir 'e aynı gün içerisinde geldim tekrar İstanbul 'a... Bir otele girdim aklıma neler geldi.. Yürümek istedim sokaklarda daha fazla iliklerimde hissedeyim bazı şeyleri diye ama şimdiki zamandaki şükrettiklerim çağırmakta idi beni... 

Gitmeler gelmeler de olmasa hayat çok sıkıcı olurdu diye düşündüm.. 1 günlük iş gezisi bile beni mutlu etti en nihayetinde...Gitmeleri gelmeleri farklı kılacak olan tek şeyin şimdiki zamanda yaşayacağım kıymetli anların olduğunu tekrar hatırladım.Zamanıma, yaşıma, sağlığıma, sahip olduklarıma tekrar kıymet bildim.

Ve 10 sene sonra nerede, nasıl hissedeceğimi düşünmeye gidip gelmeye doğru yola çıktım...




24 Mart 2013 Pazar

39

Bugün yaşgünüm... Kendimi çok iyi hissettiğim bir yaşta olduğum bir gün..

İçimin dışımın çok daha bütünsel ve ahenk içerisinde hareket ettiği, kendimi her zamankinden daha fazla sevdiğim bir zam ''an '' da olduğum bir gün...

Etrafımda ki herkesi; her canlıyı, doğayı  daha fazla önemsediğim  bir gün...

Basiti yücelttiğim, abartıdan kaçındığım, yapmacık olamayacak kadar ustalaştığım bir yaşta olduğum bir gün...

Zamanla herkesi daha fazla severken; bazılarını kalbimde çok farklı yerlere koyduğumu açıkça söylemekten yüksünmediğim bir gün..

Daha fazla esnemeye; duvarlarımı yıkmaya çaba sarf ettiğim ; dogma düşüncelerden; önyargılardan çok daha fazla kaçındığım bir gün...

Kendimi sonuna kadar dişi hissettiğim, kadınlığımdan; akıllı olduğum kadar gurur duyduğum bir gün...

Keşke'lerimin sonuna geldiğim bir gün...

Sürprizlerin kendiliğinden gelmediğini, sürprizleri yaratabildiğimi idrak ettiğimi bir gün...

Hayatı iyisiyle kötüsüyle; getirisi götürüsüyle; hataları sevapları ile çok daha fazla sevdiğim; yaşama ve yaşamaya doyamadığım bir gün...

Dostlarıma, aileme, çocuklarıma; beni ben yapan herkese teşekkürü borç bildiğim bir gün...

Sahip olduğum herşeye  şükrettiğim bir gün...

Gelen yıllardan korkmadığım aksine adeta içime sokacakmışım gibi kucakladığım bir gün...

Varsın gelsin öyle ise yıllar; ardı ardına...Ümit ve umut oldukça... Böyle günler çoğaldıkça..

Bekliyorum seni 40))






17 Mart 2013 Pazar

Ümit Ünal

Biliyorum ihmal ettim...Biraz isteksizlik, biraz rahatsızlık, biraz iş güç, çoğunlukla yorgunluk idi beni yazmaktan alıkoyan.Belki de baharın etkisi idi.Yok yok ;kesin baharın etkisi idi. Papatyaları ve gelincikleri gördüğümden beri dağıldım. Biraz da yaşlandığımı hissettim. Hislendim. Ne de güzel şeymiş yaşamak dedim..Yaş almak dedim..

Zira Mart ayının başından beri ufak tefek seyahatler, işler ile ilgili birbirinden farklı insanlar, sohbetler ve ilham veren dialoglar ile yine,yeni,yeniden kendime geldim..Enerji ile doldum.Baharı ne kadar çok sevdiğimi tekrar hatırladım..

İlham veren dialoglar demişken çok yakın bir zaman önce tanıştığım tasarımcı Ümit Ünal'dan çok etkilendim.Bir insan bu kadar güzel mi kendini dinletir, söylediklerini bu kadar mı üstüne yakıştırır bilemedim...Tasarımcılığın yanısıra bir şair, edebiyatçı ve sanatçı kimliklerini de barındırmasına hayran oldum.. İşine aşık olmasına daha da çok bayıldım. Saygı duydum, heves ettim, hemen bi koşu gidip tasarladıklarına sahip olmak istedim.Tarzının ''androjen '' olduğunu öğrendim. Bu aşamada biraz tereddüt ettim. Zira şu sıralar, bu yaşlarımda '' feminen ''liğini keşfeden bir kadın olarak  androjen tarza yakın hissetmedim.

Beni geçtim çok başarılı olmasını arzu ettim.Yürekten diledim.

Tekrar görüşüp belki ortak projelerde yer alacağımız için heyecanlanarak ayrıldım kendisinden...

Bilgi;Tasarımlarını daha çok yurtdışı pazarlarına sunan Ümit Ünal şu an için yurtiçinde satış noktası yok.  http://www.umitunal.com


14 Şubat 2013 Perşembe

Reklamlar...

Uzun süredir TV 'de reklam kuşağına denk gelmemiştim..Dün akşam sağolsun Kuzey-Güney sayesinde izlemediğim kadar çok reklamı hem de birbirinin yıllarca aynısı olan reklamları izleyince içim bir sıkıldı bir sıkıldı taa ki......

Önce Ariel için beyazlar giymiş bir kadın , yılların aynı yöntemi olan hangi deterjandan daha iyi sonuç alındığını gösteren kıyaslamalı bir demo yaparak tüm kadınları Ariel kullanma konusunda ikna ettiğini zannetti.Ama Allah için şu an aklımda sanki cenneteymişim gibi sadece beyaz çağrışımlar kaldı..

Sonra da yılların Ipana'sı ,yıllardır aynı diş doktoru ile çalışıyormuşcasına, yine kendisine de  beyaz giyindirerek, sıkıcı diş gerçeklerini biraz daha teknolojik bir demo ile taçlandırarak hepimizi İpana kullanma konusunda ikna ettiğini zannetti.Ürünün ambalajınından ve reklamından bayağı sıkılmışım ki bayağı bir off'ladım...

Taaki hemen bu reklamların ardından Biscolata reklamı çıkana kadar..
Hemen bir gülümseme geldi.. )) Tamam dikkat çekici unsur!! kullanmışlar, ortam şahane, ürünle bir alaka kuramıyorsun vs vs ama mesela o çikolatayı ince ince doğradığı demo sahnesi bayağı güzel ve akılda kalıcı bir uygulama olmuş..)
Hele de o sıkıcı, bildik reklamların ardından ezber bozan bir reklam/ concept/ uygulama görmek beni bir mutlu etti bir mutlu etti..

Hemen Biscolata'nın ardından ise bebeklerin yerine kazık kadar çocukların!! pişik sorunu ele alan o korkunç Popolin reklamı ise gülmekten öldürdü.

Sen kullan Popolin pişik kremini Biscolata erkeklerinde sonra gör bakalım satışlar nasıl artıyor ...

Einstein 'ında dediği gibi;Hep aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar beklemek ''aptallıktır ''.

Bütün bunlar ise aklıma neredeyse 11 sene öncesinde bizim çektiğimiz reklam filmimizdeki absurd'lukleri getirdi aklıma.

Sorumlu olduğum markanın bebek şampuanı için bir reklam filmi çekilecekti ve her yaştaki bebek için uygunluğunu anlatmak üzere bir konsepti vardı.

Reklam ajansı Türkiye yerine Belçika 'da yabancı bir direktör ile çekilmesini uygun gördü. ) Biz de bir ses etmedik.
Filmde 3 bebek kullanılmalıydı.Koca Belçika'da 1 yaşında uygun bebek kast bulunamadı, bebek İngiltere'den Belçika'ya geldi, diğer 2 çocuk ise birisi 2 yaşında birisi 4 yaşında Belçikalılardı.
Belçika'dan olan da birisi Flemenk bölgesinden olduğu için Felemenkçe diğeri ise Valon olduğu için Fransızca konuşuyordu.Dolayısıyla birbirini anlamıyorlardı. İşleri nasıl basit halden karışık /komplike hale getirdiğimizin bence en iyi örneğidir bu deneyimim..

Müşteri:Türk. Direktör : Yabancı ama Belçika'lı da değildi sanırım.. Çekim : Sebepsiz Belçika.
Kast birbirinin dilinden anlamayan 3 çocuk..Ürün:Basit bir göz yakmayan bebek şampuanı...Maliyet:Gereğinden fazla.

Ezber bozan bir taraf ise deneyimin kendisi oldu..) Ürün ve reklam değildi yoksa..


''Ezber bozmak '' lafını/ mottosunu ise ayrıca seviyorum.. Bu da başka bir yazı konusu olsun..





12 Şubat 2013 Salı

'' MY WAY ''

Hayatta -Allah'a çok şükür -çok az şeyi ve/veya kişiyi kıskanmışımdır. Ama nedendir bilinmez çocukluğumdan beri sahneye çıkan kişiler; ister şarkıcı ister tiyatrocu ister dansçı fark etmez bu listenin en üst sırasında kıskanılmışlardır.

Onların sahnede iken hissettikleri, üst düzeye çıkan performansları nedeniyle izleyiciler üzerinde bıraktıklarına emin oldukları bazı izlerin '' anları'' vardır ya hani tüyler ürpeten cinsten. İşte o tarifi zor olan hazzı  yaşayan ve yaşatan her kimse O'na her zaman çok büyük bir hayranlık beslemişimdir.

Hiç olmayan keşke'lerim böyle  an 'larda hemen zincirlerinden kopup ağzımdan sese dönüşürler; ''Keşke ben de böyle bir hazzın sebebi olabilseydim '' gibisinden...

Bana göre şu fani dünyada '' Eğer cennetin kapısınından geçiyor olsaydın  nasıl hissederdin ?'' diye sorarsanız 2 cevabım olurdu;

- Bir annenin çocuğunu doğurması (ve hayatı boyunca gururla yaptıklarına tanık olabilmesi )

- Bir sanatçının sahnede aldığı haz kadar o hazzı izleyicilerine/dinleyicilerine de hissettirebilmesi

 benim için bu dünyada eğer cennet olsaydı kapısından geçerken hissedebileceğimi düşündüğüm hislere en yakın olanlar olurdu herhalde.

Ben de bu düşüncelerle  cennetin kapısını şu fani dünyada araladığı ''an'' ı yakayabilmiş bir şarkıcının bir konser görüntülerini paylaşmak istedim sizlerle...

Yer: Londra ...

Tarz ve yer :Kesinlikle alt alta üstüste, izdiham yaşanan  bir stadyumda değil çok tarihi ve akustik bir yer olan Royal Albert Hall 'da..Hani taa 1871 'lerde yapılan ve en ünlü müzisyenlere ev sahipliği yapan görkemli tarihi yerde. Her adım attığını da  '' Ruhu şad olsun '' diye anımsayacağınız kişilere ev sahipliği yapmış olan yerde...

Seyirciler: Klasik konser dinleyicisi yerine  smokinli beyler, tuvalet giymiş kadınlarla dolu olağanüstü şık bir ambians...

Sahnede : Robbie Williams... Hani ne söylesek az gelecek olan, şarkı söylerken boyu ve posu da devleşen  ama en çok bakışları belirginleşen, sesi ile kanımızı titreten ...

Şarkı: Hayatının sonuna geldiğinde '' hangi şarkı seni anlatsın istersin ?'' diye sorsanız, veya hadi olumlu bakalım '' hangi şarkı sözünü örnek alarak yaşamak istersin ? diye sorsanız  bu şarkı ile kendimi anlatmak istediğim, şarkının ilk sahibine de ölesiye bir hayranlık beslediğim, her dinlediğimde ''duygular 100 sene öncede benzer imiş 100 sene sonra da benzer olacak, insan var olduğu sürece '' diye     şaşırdığım, ruhumu besleyen MY WAY şarkısı..

Buyrun izleyin, hislenin, tüylerinizi ürpertin..Robbie Williams'ın hangi an'ını, hangi hazzını en çok kıskandığınızı ve/veya -sizler için daha yumuşatarak ifade edeyim- imrendiğinizi  düşünün..

O sandalye üstünde gururla şarkıya başladığı an'ımı, yoksa seyircilerin ilk ayağa kalkıp alkışlamaya başladığı an'ı mı,yoksa şarkının ortasında '' everybody ''diyerek herkesi şarkıya ortak edip çok zarifçe yaşadığı mutlululuğu bir kuğu gibi dansa dönüştürdüğü an'ımı,yoksa en son ''I did it my way '' derken merdivenlerde yumruğunu havaya kaldırdığı ve yaşadığı ve yaşattığı o olağanüstü güzelliğe sebep olmanın hazzını göz yaşı olarak ifade ettiği an 'ımı, yoksa en son karede dinleyicilere fırlattığı bakışlardaki haklı gururlandığı an'ımı...

Ben kendi adıma sadece o ortama, o an'lara tanık olabilmek için neleri vermezdim diye düşündüm..)) Zira baştan sona benim için sıradışı hisler şöleni oldu bu konser kaydı...

Belki biliyorsunuz bu yaz Haziran sonu-Temmuz başı Robbie Williams gene Londra'da 4-5 akşam konser veriyor olacak..Ben başka bir seyahat sebebiyle orada olamayacağım ama imkanınız varsa stadyum konseri de olsa böyle bir fırsatı kaçırmayın derim..

Ne de olsa yaşadıklarımız ''an''lardan ve bu an'ların da ANI'lara dönüşmesiyle kıymetli hale geliyor değil mi ?

Hani rutini bozup, aldığımız NEFES için şükrettiğimiz, güzellikleri daha fazla görüp kıymet bildiğimiz sıradışı an'lardan...




Hoş geldim!

Yeni yılın ertesi, annemin başka diyarlara intikal edişinin tam göbeği, oğlumun yeni yaşının hemen öncesi bir zamanlardan merhaba! Uzun bir ...