7 Eylül 2015 Pazartesi

Dışı Beyaz ama içi Kirli Türklere gelsin bu parça...

Yazmam gerekiyor yoksa zihnimi başka türlü sakinleştiremeyeceğim.

Biz kimiz, neyiz bilmiyorum.

Beyaz Türk'müyüz, yoksa Siyah mı yoksa da Gri mi ?

https://tr.wikipedia.org/wiki/Beyaz_Türkler

Bilmiyorum.

Tek bildiğim Kirli Türk olduğum(uz).

Nasıl kirlendik peki ?

Duymayarak, duyumsamayarak, korkarak, kaçarak, yoksayarak, görmeyerek, görmezden gelerek...

Uzak kalarak, yukarıdan bakarak, umarsız kalarak, banane diyerek, hep bana diyerek, ben diyerek, benim diyerek...

Bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyerek, hep poz vererek, daha fazla rol yaparak, yine poz vererek, tüketerek, daha fazlasını isteyerek, yetmez ama evet daha da fazlası, iyisi olsun diyerek...

Kirlendikçe yıkandık, aklandık paklandık...

Güzel bahaneler bulduk kendimize.. Evet ama 'lar la yolumuza devam ettik.

Ruhumuz ve vicdanımız ile yüzleşemedik.

Dışımız beyaz kaldı ama ruhlarımız güngeçtikte kirlendi.

Bugün şanslı azınlık olan ailelerin özel okulları açıldı.

Benim çocuklarımda bu şanslı azınlıktan.

Ben de bu çocukların annesiyim.

Ama Kirli Türk bir anneyim.

Bugün İstiklal Marşı'nı çoook uzun süre sonra tekrar söyleme fırsatını buldum.

Hıçkırıklara boğulmamak için kendimi  zor tuttum.

Ben ancak bugün anladım o marştaki acıyı, ''şüheda sıksan toprağı şüheda '' yı bugün anladım.

Şüheda'nın şehitler anlamına geldiğini bugün dibine kadar idrak ettim.

Bizim, Kirli Türkler olarak bu acıyı hiç bir zaman yaşamadığımız için anlamadığımızı fark ettim.

Hem huzur manyağı olarak hedonizm doruklarındayken '' acıyı neden duyumsamamız gerekiyordu ki? ''

O acıyı hep başkaları yaşardı hem...

Ya tanımadığımız dedeler, nineler, masalsı aile büyükleri  ya da filmlerdeki sıradan insanlar yaşamaktaydı bu acı.

Ya da başka milletler. Bizden de daha geri kalmış.

Bizim gibi ayrıcalıklı, akıllarına fazla güvenen, huzur manyağı insanların başına hiç ama hiç uğramazdı bu acı...

Ben bugün anladım bu acıyı...

Neden ve nasıl kirlendiğimizi de...

Acıyı çekmeden, hiç bir şeyin aynı olmayacağını da ...

Üzgünüm koşar adım bu ülkeden kaçmaya çalışanlar,

Üzgünüm kalsak da bize birşey olmaz diyen izleyiciler...

O acı çekilecek.
Duyumsanacak.
Yaşanacak.
Nerde olursanız olun, sizi ve bizi bulacak.
Uzak, yakın fark etmeyecek.
Etki alanı geniş olacak.
Boyutunu, şiddetini bilmiyorum
Ruhani veya ,
Fiziksel
Fark etmeyecek.
O acı çekilecek.

Ancak o zaman biz temizlenebileceğiz.
Ancak o zaman biz huzura ericeğiz.
Sadece bugünkü hissimi söylüyorum.
Dağlıca sonrasındaki sayısını bilmediğimiz şühedalar için.
Daha nice bu topraklar için canını vermişler için.

O acı çekilince ancak biz temizlenebileceğiz.
Kirlerimizden arınacağız.
Belki de o zaman sıfatlardan arınmış Türk olacağız.
Sadece Türk.










31 Ağustos 2015 Pazartesi

Bir fotoğraf anatomisi

Pek sevgili çocuklarım, 

Daha çok genç olsamda şu ana kadar ( 41 senecik :)) ) size anlatabilecek,  dünya çapında önemli bir başarıya, buluşa, herkesin konuşacağı bir  hikayeye  henüz imza atamadım. 

Bundan sonrası da kader kısmet. 

Ama sizlerde iz bırakmasını istediğim hikayelerimi ve hayallerimi aktarma konusunda şimdilik emin adımlarla ilerliyorum. 

Bazı hikayeler sessizdir, bazı hikayeler ise sadece görseldir, bazı hikayeler ise sadece işitsel. Kimi hikayede vücut dili konuşur, bazısında ise bakışlar, bazısında ise sadece ama sadece kostümler konuşur.  

Sanat gibi. 

Sevgi gibi.

Olması gereken olduğunda TAMamlandığın gibi.

Aşağıdaki fotoğraflara bakınca benim hissettiğim gibi.


Bu sene, neredeyse 1,5 ay önce 15 Temmuz 'da 15. evlilik yıldönümüzü sizlerle birlikte kutladık. Emir belki hatırlamayacak ama Ela, ben ve babanız bence bu kutlamayı hiç ama hiç unutmayacağız...

Bu olağanüstü güzellikteki olağandışılığı hiç unutmayacağız.

Kayıtlara geçmesi gereken şey ;

15.evlilik  senemizi kutladığımız kadar,
Sokaklarında kolumda dolaşmayı hayal ettiğim, boyum kadar kızımın o an yanımda olması kadar,
Sürprizleri ile beni her daim şaşırtan NYC 'da olmamız kadar,
Çok şık bir restauranta hepimizin çok şık giyinmek için çaba sarfetmesi kadar,
Hepimizin gözlerinin ışıldaması kadar,
Ela'nın tam da o gün büyümeye, olgun olmaya karar vererek bize çifte mutluluk yaşatmasıdır hiç unutulmayacak olan...
Bir yanımda 12 yaşında resmi ergen olan kızımla, diğer yanımda da  ''ben ne zaman ''liseci '' olacam '' diye sorup duran oğlumla, basit ama çok kıymetli küçük mutlulukların ne kadar büyük mutluluklar olduğunu idrak ettiğimiz gün oldu 15.evlilik yıldönümümüz.

Ben de hikayenin tam da bu kısmında sadece 3 fotoğrafla sizlere, kendimizden, duygularımızdan, bakışlarımızdan, duruşlarımızdan, kostümlerimizden izler bırakmak istedim.

Detayları ince eleyip sık dokuyan, kılı kırk yaran güzel kızım Ela'm,

Bilmeni isterim ki ben hayatımda kendi gelinliğim dışında prova bile yapmak suretiyle bir gelinlik giymedim.Kendi gelinliğimi de diktirdiğim için onu da ancak tamamlandığında giyebildim:)

Bir gelinlik dergisinde gördüğüm bir detay beni büyüledi. Gerisini de ben hayal ettim.

Kabul ediyorum ne gelinliğim ne de kendim pek de alışılagelmiş bir gelin değildim. 
Ama kendim gibi bir gelindim.
Lütfen saçlar illa da uzun olmalı, topuz olmalı, gelinlik kabarık olmalı, takılar çok olmalı, pırlantalar olmalı, meli malı'ları ile sakın uğraşma. 

Kendin ol, tarz sahibi ol. Yıllarca öyle veya böyle hatırlanacak kadar kendin ol...
Şimdi olduğun gibi.


Canım kızım,

Bazı sözler sadece bakışlarla verilir.
İlla kulağınla duymana gerek olmamalı.
Görmeyi seç.
Gördüğün zaman da bakmayı.
Taa karşındakinin gözlerinin içine... 
Kaçırmadan. 
Bulursan sana öyle bakan adamı da sakın bırakma.
Sarıl O adama.
Geçen gün Alaçatı'da son manyaklık olan havuza /denize gelinlik ve damatlıkları ile girip poz veren çiftleri gördüğünde dediğin gibi..
''O adama ben öyle bir şey hiç yapmam '' 
Bırakma O adamı.






Canım oğlum,

Biliyorsun senden ümidim de beklentim de çok. Bilim Dede'nin zarif ve bilirkişi edasıyla yaptığı tüm dansları seninle yapabilmeyi bekliyorum.
Dans etmek hele de duygularını bir erkek olarak ifade edebilmek çok ama çok önemli.
Eğer eşin olacak kişi senden böyle hareketli, sıradışı bir parça ile hele de normal düğün danslarından daha da uzun sürecek bir şarkıda dans etmeni beklerse hiç ama hiç O 'nu kırma...

Babanı hatırla hemen. 

Onca zorluğa, onca kasılmasına rağmen, beni kırmayarak,  3 dakika boyunca benden gelicek emir ve komuta zincirinde nasıl dans ettiğini hatırla...

Çabaladığını ama bir o kadar da keyif aldığını da hiç unutma.

Her ortamda dalga geçilsek bile ti'ye alabilecek kadar geniş yüreğini ise hiç ama hiç unutma. 

Hep örnek al.

Bir düğün dansı için bile bir kadını mutlu edemeyen erkeğin bir ömür mutlu edemeyeceğini hiç unutma...


Canım kızım ve canım oğlum,

Evlilik  sürekli emek isteyen bir çocuk gibi aslında.
Sizler gibi adeta. 
Hep ilgi bekleyen, şımartılmayı isteyen, zorluklar karşısında pek de sabırlı olmayan,  hep bencil  bir çocuk olduğunu bilirsen,
Daha kolay anlarsın işte o zaman evliliği.
Çok sevsen bile çocuğunu, ondan bile bazen uzaklaşmanın ne kadar iyi geldiğini unutmazsan eğer,
Daha kolay halledersin evlilik meselesini, pardon müessesini.

Eşler de çocuk gibidir adeta...
Sınırsız olmak ister,
Sınırsız talepte bulunur,
Zorluklarla başetmede tökezleyebilir.
Anlayışlı ve sabırlı olmak gerekir.
Her zaman yapamasan bile niyet etmek bile işleri değiştirir.

15.yılımızın en güzel keyifleri, canlarım,

Aşağıdaki fotoğraf dili gibi olun sizler de...

Belli bir uzaklıkta olmak istediğim zaman babanız gibi bana  saygı duyan,
Beni hiç bir zaman değiştirmeye çalışmayan,
Mutluluğumdan, gözlerimin ışıldamasından ilham alabilen,
Israr etmeyen, kendi halimde gelişmeme izin veren,
Sıradışılıklarımla beni kabul eden,
Kendisi kadar kısa saçlı bir gelin olabilmeme bile hoşgörü ile yaklaşan,
Fotoğraftaki gibi  dar bir gelinlikte bile eteklerim de ziller çaldırtan adamlar /kadınlar bulun kendinize...

O zaman fotoğraftaki gibi  hem sizler, hem gözleriniz hem de başka ışıklar bulur sizi ve her daim etrafınızda ışık saçmanıza sebep olurlar...




Görsel olabildiğiniz kadar işitsel olmayı da hiç unutmayın ki yıllar boyunca çalındığı zaman sizlere ''has '' olan güzellikler hatırlansın...

Tıpkı bizim düğün şarkımız gibi.

Nerede çalınırsa, çalınsın bizleri zorla dans ettirten, eğlendiren sizlerle var olan şarkılarınız olsun...

Canım çocuklarım,
Işığınız da şarkılarınız da sevginiz de bol olsun...
Gerisi teferruat zira.




16 Ağustos 2015 Pazar

Ne mutlağım ne muğlak!

Tamtamına 3 ay olmuş yazmayalı.Yazamayalı değil ama.
Bekledim olan bitenin bitmesini, bitmedi. Bitemedi.
Seçimdi, ümittir, umuttur, dur şu da bitsin, öyle dökeyim hislerimi dedim ama olamadı. Tam 3 aydır bekledim. Sonra bir yerde gördüğüm şu söz hislerime tercüman oldu;

ne mutlağım ne muğlak...

İşte tam bu haldeyim.
Siyahları beyazları çoktan bıraktım grinin tonlarında gezinmekteyim.
Hem de çok uzun bir süredir.
Net değilim.
Kimi zaman asılıyım,
Havada.
Kimi zaman yüzer gezer bir haldeyim,
Karada.
Çok fazlaca, yaşamaya kafayı takmış bir haldeyim.
İnsanca yaşamayı unutmaya ramak kaldığı bir ortamda,
Savaşın kıyısında, insanlık dramının ortasında, pervasızlığın göbeğinde, bencilliğin dayanılmaz hafifliğinde,
Yaşamaya odaklanmış haldeyim.
Kendi adıma değil.
İnsanlık namına.
5duyumun da ötesindeki duyumsamalarımla kıvranmaktayım.
Yolumu bulma çabalarında, misyonumun  tam da bu noktada ne olması gerektiğini bulma yollarındayım.
Zira hani yabancı ülke metrolarında, sokaklarında denildiği sözleri;

''mind the gap '' ( Londra  metronun kapısı ile kaldırımın arasındaki boşluğa düşülmesini önlemek amacıyla '' boşluğa dikkat !'' uyarısı yapılır )

'' park at your own  risk'' ( ABD 'de arabanızı park etmeye çalıştığınız herhangi bir yerde hırsızlık ve diğer kazalara karşı riskin sürücüye dair olduğunu anlatan uyarılar görürsünüz )


bizim coğrafyamızda, kendi ülkemizin koşullarında, vatandaşların devlet karşısındaki acizliğine, olan biten tüm korkunç ve her geçen gün sıradanlaşan sıradışı olaylar için  bizler kendi kendimize söylediğimizde ise ortaya çok acı ve kinayeli bir durum çıkmakta...

'' mind the gap ''

''live at your own risk''  ( park yerine live dediğimizde !)

Ne kadar dayanabileceğiz bilmiyorum ama bizler aktif sorumluluk almadan, küçük büyük, az çok fark etmeksizin misyon edinmeden, destek olmadan, çaba göstermeden hiç bir şey DEĞİŞMEYECEK.

Bulmalıyız o her neyse. Önce kendimiz için. Kendimizi özgürleştirip tekrar hayal kurabilmeye başlayacak hale gelene kadar aramalı ve bulmalıyız misyonumuzu.

Karamsarlığın ve huzursuzluğun bulaşıcı halini başka türlü gidermeliyiz.

Yenmeliyiz demiyorum belki de bu huzursuzluk bizi ve koşullarımızı değiştirtecek.

Kendi adıma daha çekip gitme zamanı değil. Ama konfor alanından çıkma zamanı!

Para kazandığım işim, annelik ve eşlik görevlerinden çıkarak başka roller almaya hazır olduğum bir zaman...

Ben ancak o zaman ne mutlak ne de muğlak  bir ruh halinden çıkıp kendim olabileceğim.

2-3  ay içerisinde paylaşmak ümidiyle,
Net olmanız ve net kalabilmeniz dileğiyle,
Sevgiler


------------------------------------------------------------------------------------------------------
Diyorum ya bu 3 ay zarfında ne mutlağım ne muğlak.

Tahtarevellinin üstünde gibiyim.

Bazen aşağıda bazen yukarıda.

Neredeyse 2 sene önce tanışmış ve sadece 2 saat sohbet ettiğim ama kısa tanışıklığımıza rağmen gönül gözünü ve inandığı yolda yaydığı enerjiyi çoğu zaman anlattığım sıradışı kadın Afet Erengezgin'i yaklaşık 3 hafta önce kaybettik. Uykusunda, hiç bir sağlık sıkıntısı yokken. Nefesi buraya kadarmış.

Aşağıda 2 sene önce kendisine dair yazdığım yazıyı, aynı yazıda Afet hn 'ın kendi elinden yazmış olduğu yazıyı, en sonda ise kocası Çelik bey'in kaybı üzerine Afet hn 'a dair yayınladığı yazıyı GÖNÜL GÖZÜNÜZLE okumanızı isterim...

Bir defa daha tesadüflerin olmadığını, karşılaşmamız gereken kişilerle, 5duyumuzun ötesini kavrayabilmemiz, farkına varabilmemiz için tanışmamız gerektiğini kavradım.Bir sohbet, bir kelime, bir selam, bir gülümsemenin bile bizi başka bir farkındalık seviyesine taşıyabileceğini bir defa daha deneyimledim.

Bunun için müteşekkirim.

Size de Çelik bey ve Afet hn...

Gerçek sevgiyi bizzat görebilmemi sağladığınız ve buna izin verdiğiniz için...

Yolunuz ışık olsun, ruhunuz şad olsun.

Sevgiyle,
İpek

http://5duyum.blogspot.com.tr/2013/11/yurek-ve-sevgi-uzerine.html

Sevgili gönül dostlarımız,
“Anda” yaşamayı ve “iki beden, tek yürek” olmayı öğreten, yani; “bana beni !” anlatan, göğsündeki suretime, gönlündeki sevgime; elli yıldır yer açan, yaratılanı, yaratandan ötürü sevmeyi, sevgiyi ve bilgiyi karşılıksız vermeyi, hepimize belleten Âfet’imizi, 27 Temmuz Pazartesi günü, Tirilye’deki Fatih Camiinde, ikindi namazından sonra yaratana emanet edeceğiz.. Yani gönlünün seçtiği yerde, hakka yürüyecek !..
O güzel sesini artık; yüreğimizle dinleyeceğiz. O güzel yüzünü görmek için; gözlere gerek kalmayacak.. Ne mutlu, Afet’imin emanetine; yani bedelsiz bilgiye ve koşulsuz sevgiye sahip çıkacak değerli dostlarımıza !..
En büyük yanlışımız; “bir” olanda buluşmayı, “ayrılmak !” sanmak.. En zor işimiz ise, bu gerçeği gönlümüze anlatmak !.. Mutlaka bir gün ve dönmeyeceğini düşünerek, sevdiğimizi uğurlamak ise yazgımız, kavuşacağımızı “bilerek” o günü beklemek, mükâfatımız olacaktır !..
“Âfet’imle birlikte !”, sevgilerimizle...
Sonsuza kadar eşi,
Çelik Erengezgin

www.erengezgin.net


24 Mayıs 2015 Pazar

İtiraf ediyorum

İtiraf etmek ne güzel bir his. Dile getirmek. Yazmak da benim için  itiraf etmenin bir türü aslında.
Bu sefer lafı dolandırmadan itiraf etmek istediklerime ayırmak istedim;

İtiraf ediyorum, anne olmaktan her geçen gün çok ama çok daha keyif alıyorum. Ben doğum yapınca  anne olunmadığını, anneliğin her meslek her zanaat her sanat dalı gibi emek yoğun bir iş olduğunu, zamanla anneliği ve o dünyanın sonsuz boyutlarını daha iyi kavradığımı, keşfetmekten keyif aldığımı  12. sene sonunda da olsa  anladım ve tecrübe ettim. Geç oldu, güç oldu ama oldu...

İtiraf ediyorum, çocuklarımın kendi başlarına zaman geçirmelerinden olağanüstü mutlu oluyorum. Ela'nın kendi inisiyatifi ile odasında ders çalışmasını ve bundan memnun olma halini, Emir'in de kendi başına lego, suluboya veya futbol oynamasını ve bundan memnun olma haline bayılıyorum. Ben o zaman kendimi iyi bir anne hissediyorum.Yakın ama uzak, kendi ayaklarının üstünde, kendilerinden her türlü memnun olduklarında.


İtiraf ediyorum, 12 yaşında Ela 'nın herşeyini bu denli gözümün önünde, benim o yaştaki dönemime göre çok daha az yaramazlıkla geçirmesine çok ama çok üzülüyorum. Ben tam da O'nun yaşında iken Petkim 'de ki lojmanlarımızda bulunan devasa lokalimizde çalışan erkek garsonların soyunma odasını gözetleyen,( gözetlemek yetmez soyunma odasına saklanan) akşam olunca lojmanlarda  gözümüze kestirdiğimiz evlerin camlarına kozalak atıp kaçan, yasak olan birçok şeyi daha yapıp babalarımıza ihtar getirtmiş ama bütün bunlardan ötürü de hiçbir zaman bile laf işitmemiş olan bir çocukluk geçirdim. Geç kalmış bile olsam hemen bugünden itibaren görmedim/duymadım/bilmiyorum u çocuklarıma uygulamak istiyorum. Ela için tam zamanı. ( Petkim grubu bana unuttuklarımı da ltf hatırlatınız )

İtiraf ediyorum, akıldaşım, sırdaşım, yol dostum, sol beynim, manyağım ortağım Bahar'ı; çocuklarına elcağızıyla hazırladığı şekilli pastalardan sonra artık çok kıskanır oldum. Bu olaya kadar idare ediyordum ama bu olaydan bayağı bayağı kıskandım. Bir insan herşeye de yeter mi ?

İtiraf ediyorum, hayatımın hiçbir döneminde yurtdışında yaşamadığım için hayıflanıyorum. Bundan sonrası içinde kısmet.

İtiraf ediyorum, kendimi hep çok şanslı buluyorum.Yaşadığım tüm zorluklara bile şans gözlükleri ile bakıyorum. Seçme, tercih etme ve gerçekleştirme özgürlüğünü kendime vermiş olduğum en büyük hediye olarak görüyorum

İtiraf ediyorum, HDP yüzünden  arkadaşlarımın bile bölündüğünü, söylemlerinin birbirlerine karşı ne kadar sert, diğerini ötekileştirdiğini görüp Türkiye'nin genel durumunu çok daha rahat okuyabiliyorum. Ciddi sorunlarımız var, yüzleşeceğimiz zamanlar yakın hissediyorum. İyi kötü değil olması gereken olacak gibi.

İtiraf ediyorum, eskiden sıradışı insanlara öykünürdüm şimdi sıradan yaşayan kişilere hayranlık besliyorum.

İtiraf ediyorum, hayatı çok ama çok pahalı buluyorum. Her markete girdiğimde kasiyere '' sorarım size ne aldık ki bu kadar tuttu '' demekten alıkoyamıyorum. Çok daha dikkatli harcama yapmaya çalışıyorum. 20 senedir emekli hayatı yaşayan ve her daim ayaklarını yorganına göre uzatan, benim için Robert Redford karizmasında olan, kendisi içinde zor bir durum olan babama çok daha saygıyla yaklaşıyorum.

İtiraf ediyorum,  hayatında hiçbir fikrini , iş yapış şeklini, keşke'lerinin hiçbirini değiştirmemiş, empatiden uzak, sabit fikirli, esnemeyi döneklik zanneden kimselerin yakınımda olmasını istemiyorum.

İtiraf ediyorum, akademik başarıyı küçümsüyorum. Herkesin başarı tanımı ve reçetesi farklı olabilir ama sadece akademik başarıya tutunanlar benim için bir şey ifade etmiyor. Ela'nın derslerini metheden öğretmenlerine söylediğim gibi '' Söylediğiniz ve memnun olduğunuz ders notları  benim için bir şey ifade etmiyor. O'nun duygusal dünyasına olan yakınlığınız ve farkındalığız , sizin O'ndan her yönüyle memnun olduğunuzu O 'na hissettirmeniz ve  kendisinin de bunu  biliyor olması '' benim için en ama en önemli başarı. Kendini sevme hali. Ne olursa olsun. Benim başarı reçetem.

İtiraf ediyorum, önyargı ve varsayımların hayatımdaki en büyük tuzaklar olduğunu keşfettiğim günden beri herkesi ve herşeyi keşfetmeye çok daha fazla önem veriyorum. Önem vermekten öte önyargı ile yaklaştığım, kritik ettiğim her kişi /konu/ meselenin aynısının sınavını verdiğimi biliyorum. Renkler hepimizin üzerinde nasıl farklı duruyorsa seçim ve tercihler de herkesin üzerinde farklı duran kıyafet ve tasarımlar sanki. Sevmek ve saygı duymanın arasındaki tasarım hali. Sevmenize gerek yok ama saygı duyunca tüm dünya değişir. Denemek lazım. Daha sık

İtiraf ediyorum, kendimi de başkalarını da şaşırtmayı çok seviyorum. Ölene kadar muzip ve çocuk kalmak istiyorum.

İtiraf ediyorum, Bradley ( Cooper ) Suki Waterhouse'dan ayrılıp Irina Shayk ile birlikte olduğunda bir kere daha anladım ki; Ben ve Suki '' girly'' dediğimiz tiplerden. Her daim spor ve edasız, kadın olma halinden uzak. Halbuki İrina tam bir eda fırtınası. Sonradan edalı olunmuyor, öyle doğuluyor. Üzgünüm Leyla...


İtiraf ediyorum, ben iyi bir planlamacıyım. Seviyorum her türlü işi, yükümlülüğü aynı anda yapabilmeyi.

İtiraf ediyorum, yeni hayat mottom ;  40 yaşına kadar becerikli olmak 40 'ından sonra '' amaaa ben onu beceremem, bilmem ki , sen çok daha iyisini yaparsın nasılsa '' demek. Her şartta, her koşulda. Deneyin faydasını göreceksiniz.

İtiraf ediyorum,  sapına kadar beceriksiz insanlarla da  yapamıyorum maalesef. Hele bir de mızmız olurlarsa, hızla kaçmak istiyorum. Kural basit; 40 'ına kadar illaki becerikli olunacak. Sonrası size kalmış...

İtiraf ediyorum, içimde sonsuz bir enerji hissediyorum ama doğru insanlara kullandırtmak ve faydalandırtmak istiyorum. Enerjimi olumlu yönde tetikleyenler canım, istismar edenler ise yollarımı ayırdığım.

Peki siz neleri itiraf ediyorsunuz?

Deneyin, detox etkisi olur.
İnanılmaz hafiflersiniz.



11 Mayıs 2015 Pazartesi

Kaygı yönetimi

Değişik bir dönemdeyim farkındayım. Kontrol etmeye çalışsam da , farkında olsam da, her yerden işaretler alıp, işaretleri doğru okusam da yine kaygılıyım bu sıralar.

Bence ''kaygı '' tüm kötülüklerin anası. Zehir gibi. Başladınız mı bir kere endişelenmeye, karamsarlığa, kaygılanmaya gerisi çorap söküğü gibi geliyor. Panik atak gibi geldi mi de; ataklar halinde gelip, kalp atışınızı hızlandırmaya, başınızı döndürmeye , tansiyonunuzu düşürmeye kadar etkiliyor bünyeyi.

En azından beni.


Yine kaygılıyım zira çok uzun süredir, belki de 5 senedir filan bu denli kaygı duymamıştım.
Geçmişte -çok küçükken ben- derslerim için, notlarım için kaygılanırdım.
Sonra büyüdüm geleceğim için kaygılandım.
Sonra iş hayatına atıldım, en iyisini yapmak için çok çalışırken kaygılandım.
Sonra Ela'yı doğurdum, teşhisimi koyabildim.
Şiddetli kaygılıydım.

Ne olacak sorusundan çok nasıl olacağını hep düşünürdüm.

Nasıl yapacaktım?,
Nasıl edecektim?,
Nasıl olacaktı?
Nasıl gelişecekti işler ?
Nasıl halledilecekti?

Kim sorusu yoktu pek. Zira kim diye sorduğum herşeye cevabım basitti '' BEN ''.
O kadar paratoner gibi çekiyordum üstüme tüm sorumlulukları, yapılması gerekenleri, çözüm bulunması gereken şeyleri.
Kendimi mesul tutuyordum herşeyden. Mesuliyet müdürü diye bir iş olsa o ben olacaktım. Sadece kendi dünyamdan değil tüm dünyadan sorumlu mesuliyet müdürü hem de.

Neyse battım, çıktım, debelendim bir süre ama en önemlisi akışa bırakınca kendimi, sorduğum her sorunun cevabına   ''ben '' olarak yanıt vermemeyi seçince aktı gitti üstümden kaygıya dair  tüm duygular.
Mesuliyet müdürlüğünden istifa edebildim...

Kaygılar akıp gidince ise inanılmaz bir şey oldu;  ''duyumsamaya '' başladım ben.
Benim için evreka diyecebileceğim bir andı.
Herkesi, herşeyi, duyguları, kaygıları, niyetleri, sevinçleri, varolan ve aslolan herşeyi çok rahat hissetmeye, duyumsamaya ve anlamlandırmaya başladım.

Buradaki en kritik olan şey belki de '' anlamlandırma'' idi.

Zira hal böyle olunca sebep- sonuç ilişkisi de çok kolaylıkla kurulabildiği için; yaşamam gereken bir şeyi yaşadığım için ürkmez oldum. Bıraktım kendimi ve yaşar oldum.

Her an, her şeyden işaret alıyordum. İşaretlerin kaynağı; edilgen olabildiği kadar da etken de olabiliyordu. Yani kaynağın kendisi; ben ve iç sesim olabiliyordu. Ki çoğunlukla da öyle oldu. Kendimi bir süre sonra; iç sesime soru sorup bekler durumda buldum.

Veya bir sohbet sırasında hissettiğim yoğun bir duyguyu hop diye cımbızla çektim yerleştirmekteydim içimde bir yere.
Böyle böyle biriktirmeye başladım tüm gerekli olan cevapları kendi içimde.
Daha sonra soru sorduğum zaman '' kanıt '' olabilsin diye.
İç sesime.
Ama bunu öyle bir farkındalıkla yapıyordum ki ; hem iç sesim hem de mantığım tanık oluyordu bu kanıtlara. Dolayısıyla da müthiş bir uyum yakalanıyordu, ikilik çıkmıyordu.

Bu süreçte biliyordum ki iki çok önemli anahtar vardı.
'' Niyet '' ve '' sevgi '' .

Artık  yaşadığım ve tecrübe ettiğim, beni üzecek olan hiç bir durumda çok üzülmüyordum. Kaygılanmıyordum. Bundan bir şey öğrenmem gerekiyordu. O yüzden yaşıyordum bunları.

2 sorum oluyordum yaşanan olaylara;

1.Niyeti iyi mi kötü mü ? Farkında olarak mı yoksa farkında olmaksızın mı yapıldı beni üzen bu eylem?
2. Bu kişiye dair yüreğimde daha önce biriktirdiğim kırıntısı bile olsa sevgiye dair bir iz/ kanıt var mı?

Cevaplayıp ilerliyordum. Olması gereken oluyordu zaten. Bana sadece kabullenerek yaşaması kalıyordu. Sessiz ve derinde yaşıyordum ama çok da kolay ilerliyordum hayatımda.

Ta ki, şu sıralar, üstüste benzer sınavlara girene kadar. Sınavların birisinden geçsem bile huzurla, aynı vaka tekrar karşıma çıkınca afallar oldum bu defa.

Hiç bilmediğim duyguları duyumsattılar bana. Ben ki şüpheci olmayı hiç sevmem.

Yaşamayı, tecrübe etmeyi tercih ederim varsaymaya.

Hep de yaşadım, hep de tecrübe ettim iyisini kötüsünü ama şu son zamanlardaki kadar
''sevgisiz ve kötü niyetli insan'' az çıktı karşıma.

Demek ki dedim yine önemli bir sınav veriyorum.

Demek ki dedim içimde kanıt olsun diye biriktirmeye attıklarıma kimi zaman '' yok ya bu kadar kötü niyetli olamaz bekleyip göreyim '' dediğim herşeye kanıt olacak şekilde yağıyor  işaretler.

Fazlasıyla yoğun yağınca işaretler, sindirmesi de kabullenmesi de ilerlemesi de zor olmakta pek tabiiki..

Hatta yine unuttuğum bir duyguyu çıkartıyor içimden '' kaygıyı ''

Sorularım farklılaşıyor bu sefer...

''Nasıl bu denli sevgisiz olabilir bir insan? ''
''Nasıl bu kadar kötü niyetli olabilir bir insan ?''
''Nasıl bu kadar kompleksli olabilir bir insan ? ''
''Ben değil ama çocuklarım nasıl baş edebilecek bu denli kötü niyetle ? ''

Sonra fark ediyorum aslolanı.
Bu cevaplarda değil aslolan.
Hatta cevapların çoğu bende bile değil.
Aslolan kabullenmek .
Sorgulamamak.
Kenara çekilmek.
İşaret görmüş olduğuna çok sevinmek.
İşaretleri doğru okuduğuna, anlamlandırdığına çok mutlu olmak.
Şanslı olanlardan olduğunu bilmek.

Sonra kaygılarım azalmaya başlıyor.
Zira şanslı olduğumu yine, yeni, yeniden fark ediyorum.
Soruların kaynağının ben olmadığını, cevapların da bende olmadığını fark edince ohh be diyorum.
Varsın sevgisiz olsunlar,
Varsın kötü niyetli olsunlar.
O onların sınavı.
Benim değil.

Şaka değil bu yazıyı yazmaya başladığımda nasıl çözümleyeceğimi bilmediğim bir meselem idi.

Kaygımı geldiği yere göndermesini yine becerebildiğim için çok mutlu oldum şu an.

Tabii bu kendime dair kendi kendime baş edebildiğim bir kaygı mücadelesi idi. Kontrolün bende olduğu, dümenden de kendimin sorumlu olduğu.

Ama bir de çocuklarıma dair yaşadığım kaygılar baş göstermeye başladıki, o en zoru.
Ona dair de en kısa zamanda duygularımı paylaşacağım.

Ajda' nın da dediği, benim de biraz eklediğim gibi...
 '' Sardı korkular , gelecek yıllar, nasıl da geçecek bu ergen yıllar ? ''







8 Nisan 2015 Çarşamba

Bir Tedtalk konuşmasının ardından...


Son 5 senedir paramı sahnelerden kazanıyorum desem yalan olmaz değil mi ortağım Bahar'ım ?

Sahne küçük, kapalı grup, iş dünyası konuları, başrol değil belki yönetmenlik, kimi zaman senaristlik ama olsun. Bir sahnen varsa, açılışı ve kapanışı da sen yapıyorsan o sahne senindir.

Sahnedeki kişilerin performanslarına ister sanatçı ister konuşmacı her zaman çok dikkat etmiş, ilham almış ve kimi zaman da esinlenmişimdir.

Kendimi geliştirmek için farklı kişileri izlemek için epey zaman harcarım. Bu benim için öte yandan ciddi bir keyiftir.

Biraz önce aşağıdaki TEDtalk konuşmasını izlerken beni dürten ilham perilerinin peşine düştüm ve hemen harekete geçtim;



1. Konuşmasında geçen '' Seduction is the untapped potential that you have to unleash…'' cümlesini çok yakın bir dostuma göndererek ( hatta videoyu ) ona yıllarca verdiğimiz aklın yolunun bir olduğunu kanıtladım.

2.Cağlar'a da hemen videoyu göndererek acilen çocuksuz bir Küba seyahati planlamasını rica ettim. Zira beni bu depresif memleket meselelerinden, gelmek bilmeyen bahar havasından ve gri gökyüzünden ancak böyle bir seyahat kurtarırdı. Küba'da hem öğreneceğim hem de yerinde pratik yapma imkanı bulacağım yukarıdaki konuşmanın anafikri de cabasıydı.

3.Ayrıca bir  Küba seyahatini de kızım Ela ile yapmayı planladım. Ergenlik arifesinde hem vücudunu sevmesi, başka kültürleri görerek pervasızlığı yerinde deneyimleyerek kendisini daha da sevmesini istedim.

4.Tedtalk konuşmacısı olduğum gün anlatacaklarımın olası listesini yapmaya başladım.

Nasıl derler?
Bir konuşma izledim ve hayatım değişti:) 

23 Mart 2015 Pazartesi

Yine, yeni, yeniden kendim; Ben!

Pek Sevgili Kendim, Ben'cim,

Seviyorum seni.

Senin de bildiğin gibi.

İnsanın kendisini her haliyle sevmesi, kabullenmesi, farkında olması ne güzel bir şey.

İyi ki yaşıyorum!

İyi ki hissediyor ve duyumsuyorum!

İyi ki kayıt altına alıyorum!

İyi ki kendimden iz bırakıyorum!

Kendime ve çocuklarıma...! 

Kimi zaman; kendimi kendime anlatarak 

Kendimi anlamak,

Kimi zamanda anlaşılmak için yazıyorum.

Ne olursa olsun iyi yapıyorum.

Herşeye rağmen yaşamayı çok seviyorum.:)

İyi ki doğmuşum!




2 sene önce tam da bugün  yazdığım  yazıyı aynen yayınlamak istedim.Virgülüne, noktasına dokunmadan. 40 yaşına iyi hazırlanınca insan, kucaklaması da kolay oluyormuş.



Bugün yaşgünüm. Kendimi çok iyi hissettiğim bir yaşta olduğum bir gün.

İçimin dışımın çok daha bütünsel ve ahenk içerisinde hareket ettiği, kendimi her zamankinden daha fazla sevdiğim bir zam ''an '' da olduğum bir gün.

Etrafımda ki herkesi; her canlıyı, doğayı  daha fazla önemsediğim  bir gün.

Basiti yücelttiğim, abartıdan kaçındığım, yapmacık olamayacak kadar ustalaştığım bir yaşta olduğum bir gün.

Zamanla herkesi daha fazla severken; bazılarını kalbimde çok farklı yerlere koyduğumu açıkça söylemekten yüksünmediğim bir gün.

Daha fazla esnemeye; duvarlarımı yıkmaya çaba sarf ettiğim ; dogma düşüncelerden; önyargılardan çok daha fazla kaçındığım bir gün.

Kendimi sonuna kadar dişi hissettiğim, kadınlığımdan; akıllı olduğum kadar gurur duyduğum bir gün.

Keşke'lerimin sonuna geldiğim bir gün.

Sürprizlerin kendiliğinden gelmediğini, sürprizleri yaratabildiğimi idrak ettiğimi bir gün.

Hayatı iyisiyle kötüsüyle; getirisi götürüsüyle; hataları sevapları ile çok daha fazla sevdiğim; yaşama ve yaşamaya doyamadığım bir gün.

Dostlarıma, aileme, çocuklarıma; beni ben yapan herkese teşekkürü borç bildiğim bir gün.

Sahip olduğum herşeye  şükrettiğim bir gün.

Gelen yıllardan korkmadığım aksine adeta içime sokacakmışım gibi kucakladığım bir gün.

Varsın gelsin öyle ise yıllar; ardı ardına...Ümit ve umut oldukça... Böyle günler çoğaldıkça.

Bekliyorum seni 40))

Hoş geldim!

Yeni yılın ertesi, annemin başka diyarlara intikal edişinin tam göbeği, oğlumun yeni yaşının hemen öncesi bir zamanlardan merhaba! Uzun bir ...