10 Temmuz 2016 Pazar

Büyüyünce değil tez vakitte

3 hafta önceydi. Çok sevdiğim bir arkadaşımdan çok önemli bir konsere davet aldık. Görsel sanatlarla  aram çok yoktur ama müzik deyince durum biraz farklılaşır. İyi bir dinleyiciyimdir. Özellikle de pop rock severim. Sırf konser ve sanatçı için uzak diyarlara seyahate gidebilirim. Gitmişliğimde vardır.
Ama konserine gideceğim bu şarkıcıyı hiç bilmiyordum. Kült bir isimdi, onu anlayabildim.
Ama ne kendisine ne hikayesine ne de şarkılarına hiç aşina değildim. 3 hafta öncesine kadar.

23 Haziran- 27 Haziran

23 Haziran akşamı ilk kez gördüm kendisini sahnede. Yerimiz süperdi. Tabi ki arkadaşımız sağ olsun. İzlemeye başladık. Önce enerjisi büyüledi beni. Sonra yaşsız hali. Karşımda büyümemiş bir çocuk görüyordum ama dik başlı, vakur ve dediğim dedik. Dünyaya meydan okuyan. Davası olan. Hikayesi olan.

İlk şokumu yaşını öğrendiğimde yaşadım. Annem ile yaşıttı. Annem ile yaşıt ve halen sahne hayatı olan, rahmetlinin de kıskandığı yegane kişi olan Ajda 'yı bilirdim.
Ama bu kadın, çok ama çok başka idi.
Şarkıcı değil, enerji kütlesi idi. Enerjik demeye çalışmıyorum. Çekim gücü olan, herkesi kendine çekebilen ama bunu yaparken olağandışı bir çaba göstermeyen olağanüstü bir varlık...

İşte O'nunla ilk kez o an tanıştım. Sahneden ışık saçarken.
Patti Smith.

Tüm konser boyunca O'nu hayranlıkla izledim.
Bir şeye emin oldum.
Anlatacak çok şeyi, güdülecek bir davası ve uğruna adadığı hayalleri ve tutkuları olduğuna. İlk defa tanımama rağmen, şarkılarını ilk defa dinlememe rağmen bunu hissetmemek mümkün değildi.
Bir şeye ise o denli şaşırdım. Çoşkulu hayran kitlesinin ortalama yaşları 25 'lerinde bile değildi.
Tüm şarkılarını ezbere bilen, aynı yolun yolcusu olan yüzlerce kişi...
Demek ki dedim; kendisi de davası da o denli güncel ki U2 'yı bilmeyen ve ilgi göstermeyen bu gençlik; farklı bir samimiyetle bu varlığın peşinde.

Konser bitiyor ve Instagram 'a not düşüyorum.
'' Ben de büyüyünce Patti Smith gibi olacağım ''.

Ne demek istediğim çok açık seçik değil ama o denli etkileniyorum ki kendisinden, ışık saçabilme yeteneğine dem vurarak ben de öyle olma arzumu yansıtmak istiyorum... 70 yaşımı düşlüyorum.

Eve geliyorum ama kalbim küt küt atıyor. Aklım enerji saçan varlıkta. Ne yapmalı ne etmeli derken aklıma geliyor ki kitabı evde var. Ona daha yakınlaşabileceğim için çok heyecanlanıyorum.

Patti Smith
''Çoluk Çocuk ''

18/3/2013. Pek sevgili dostum Elif bana hediye etmiş bu kitabı harika bir önyazı ile.

''Canım dostum İpeğim,
Biz de çoluk çocuğa karıştık, artık olgun hanımlar olduk.
Sen biraz hala çocuk ve uçarı bir kadınsın.
Bu ruhun hiç eksik olmasın.
Tüm bilgelikler o hale dönmek içindir.
Tekrar çocuk olabilmektir aslında hayat yolculuğu.
Masum, pır pır kalpli ve heyecanlı...''

Neredeyse 3 sene elime bir şekilde almadığım kitabı böylesine bir zamanda elime aldığım için biraz şaşkınım. Tam 4 gün sonra çıkacağım seyahat için  bavula yerleştiriyorum ve 2 hafta boyunca kendisi ile başbaşa olacağım için çok sabırsızlanıyorum.

27 Haziran- 10 Temmuz 

27 Haziran 'da bir yolculuğa çıktım. Yine çok uzaklara, dünyanın batı yakasına.
Yanımda çoluk çocuk, bu özel varlık ve kitabı '' Çoluk çocuk ''.
Sade bir kalabalığız anlayacağınız.

Bugün tam 2 hafta oldu, O'nunla yatıp O'nunla kalktığım...
Açken cebinde nasıl et taşıdığını,
Kaldıkları odalardaki sefalet hayatlarını,
Entellektüelitesini,
Her ortamda şiir yazma hevesini,
İnadına hayata tutunuşlarını,
Hiç mızmızlanmamasını,
Bob Dylan'ın O'nu izlemeye geldiği akşamki gururunu ve duruşunu,
Robert'i hiç ama hiç eleştirmeden, olduğu gibi sevmesini,
Birbirlerine duydukları tarifsiz '' sevgiyi '',
Onca şeye rağmen herkesten ve herşeyden önce gelebilmelerini ,
Kendisini olduğu gibi sevebilme kapasitesini,
Robert'ın O'nu reddettiğindeki hayalkırıklığını ,
İçindeki bitmek bilmeyen yaratma kapasitesini ; Şair, ressam, müzisyen, ve iştahlı bir okur olmanın yanısıra , ateşli bir siyasetçi olma hallerini,
Ne kadar sefalet çekerse çeksin, sokaklarda yatıp kalksa da ''ait olduğu bir yeri, ailesinin O'nu ne kadar çok sevdiğinden emin olma'' hallerini,
Annesini,
Babasını,
Kızkardeşini düşündüm hep...

Hatta düşünüp dururken, bir kitapçıya girdim. Hiç efor sarf etmeden karşıma çıktı pat diye Patti. O denli yani.
Çok uzun zamandır böylesine heyecanlandığımı hatırlamadan aldım kitapları elime.

Daha çok tanık olmak istedim yaşantısının her anına, daha çok bilmek istedim.
Bilmek istemek değil de acaba içten içe bir kıskançlık mı duyuyorum yaratma ve ışık saçma  kapasitesine, herşeye rağmen hayata asılış mücalesine ?
Yoksa hayran olduğum aslında sevme kapasitesi ile
Basit ve yalın olanı diğer herşeyden ayırabilme kapasitesi mi ? 70 yaşında bile  ışık saçma kapasite mi ?

Yoksa kimi zaman Robert gibiyim ben de. Şan şöhret peşinde bodozlama gitmeye meyilli olan. Zaafları olan.





Ve derken dün akşam kitap elimde, gözlerimden yaşlar akarken buluyorum kendimi. Kitap bitiyor. Halbuki ben veda etmeye hiç hazır değilken...
Ve son sayfasında Patti, içindekileri neden ve kim için kayıt altına aldığını anlatıyor.
Tabi ki Robert Mapplethorpe için diyor. Aramızdaki o özel sevgi ve ilişki için diyor.
Donup kalıyorum.
Zira 300 sayfa boyunca hiç soyadını anmadığı Robert'ı ilk defa soyadı ile anıyor. Ve ben bu ismi daha 1 gün önce Los Angeles sokaklarında gördüğümü hatırlıyorum...

9 Temmuz 

Şansın cidden böylesi. Dün sokaklarda sergi afişini gördüğüm Robert meğersem bizim Robert çıkıyor.
3 hafta önce tanıdığım ışık saçan varlığın en önemli varlık sebebi...
Bugün Getty Müzesinde Robert Mapplethorpe 'nin hayatının en önemli kesitlerini anlatan fotoğraf sergisinde buluyoruz kendimizi.
Ve ben 3 hafta önce tesadüflerle başlayan bir yolculuğun en çarpıcı görsel şölenine de tanık oluyorum.
Sansasyonel olan bir adamın tüm sansasyonel çalışmalarını ve  Patti 'nin O 'na duyduğu sevgiyi anlamaya çalışıyorum.



3 hafta önce hayatıma  giren Patti'yi, tüm bu olup bitenleri, içimden akıp geçenleri anlatırken Çağlar 'a  bir laf çok ağrıma gidiyor;

''Sen böyle tutkulu bir kadın değilsin bence...''  Üretkenliğime dem vuruyor, hayallerimin peşinde gitme kapasitemi, komfor alanından çıkma tutku şiddetimi eleştiriyordu.

Üretkenliğimin test edildiği ve sınandığı böyle bir  dönemde Patti 'nin pat diye karşıma çıkması bence tesadüf olamaz.
3 sene önce bana hediye edilmiş bir kitabı bu dönemde, böyle bir anlam yükleyerek elime almam da tesadüf olamaz...
Tüm bu zorlu koşullarda Patti'nin yoldaşı olan Robert Mapplethorpe'in sergisini bu denli yakinen deneyimlemem ise hiç tesadüf olamaz...

Demem o ki benim hem kendime hem de Çağlar 'a  üretkenliğime dair bir şey ispat etmem gereken bir vakit gelmiştir.

Instagram 'a düştüğüm notu şöyle değiştirmem gerekir.
'' Ben de Patti Smith gibi olmak istiyorum ''
Büyüyünce değil tez vakitte.




22 Mayıs 2016 Pazar

Dışa vurum



TDK 'a göre '' ruhsal olayların belli işaret veya tasvirlerle yansıtılması, insan ruhunun algılanabilecek biçimde kendini dışa yansıtması, ifade...'' imiş dışa vurum.

Olayların ruhsal olması önemli demek ki dışa vurmak için.

İnsan ruhunun algılanabilecek biçimde kendini dışa yansıtması da bir başka önemli etmen belli ki dışa vurumda.

İfade de kritik terimlerden belli ki dışa vurmak adına.

15 Nisan -22 Mayıs aralığı benim son dönemler de hiç yazmadan, ama sürekli bir eylemler silsilesi ile dışa vurumda bulunduğum bir dönemdi. Planlı bir dışa vurumdu üstelik.

Hepsinde fazlasıyla ruhsal olaylar vardı. Kimisi gücünü ve etkisini geçmişten alırken, kimisi geleceğe dair endişe, kaygı, umut ve ümit yumağına sarılı iken kimisi de gücünü o anda tanık olduklarımızın şaşırtmacasından alıyordu.

İfadenin gücü ve etkisi ise kendisini;  bazen ağlayarak ,bazen  45.000 kişiyle aynı anda bir şarkıya ortak olmak adına böğürerek, bazen de ailemde önemsediğim kişilerle yaptığım hararetli tartışmalarda gösterdi...

15 Nisan'dan beri sırasıyla Madrid, Stockholm, Bodrum, Çeşme, Antalya 'ya gittim. Böyle yazınca çok havalı durduğunun farkındayım.
Şekile değil öze bakın demek istesem de  pek diyemeyeceğim  sanırım gittiğim yerler için.
Zira hakikaten her birisi şeklen de beni çok etkiledi.
Çoğunluğu 3-4 günlük seyahatler idi ama etkileşim ve paylaşım açısından şiddeti çok yüksek idi.

Madrid'e, beni ben yapan, 35 senelik 8 çocukluk arkadaşım ile gittim. Yazıyla çok kolay yazılıyor da  42 yaşında bir kişinin 35 senesini her türlü kaplamış ve hiç kopmamış 9 kadını koyun aynı bir ortama ne oluyor hiç biliyor musunuz ?
Yaşanan duygu ve dışa vurum şiddetini düşünebiliyor musunuz ?
Ben çok kısaca yazayım.
Kişisel bir deprem. Dışa vurum şiddeti de en azından 8 ve/veya  üzeri...

Stockholm'a ise bir konser bahanesi ile gittik Çağlar ve çok sevdiğimiz 2 çift dostlarımızla. Ama hem gittiğimiz konser hem de karşılaştığımız insanlar ve yürüyüp gezdiğimiz yerlerdeki estetik ve zerafet ruhumuzu öyle okşadı ki , dışa vurum kendisini şaşkınlık, kıskançlık bir o kadar da hayranlık duygusu ile ortaya çıkardı.

Estetik ve zerafet hep peşinde olduğum kavramlar...
Bir türlü cevaplayamadığım sorularım var.
Estetik ve zerafet doğuştan mı geliyor? Yoksa sonradan da ediniliyor mu ?
Estetik ve zerafet arasındaki ilişki nasıl ? Biri olmadan öbürü olabiliyor mu ?
Doğduğumuz coğrafya bu unsurların yeşertilmesinde ne kadar belirleyici?
Mesela Stockholm 'da estetik duygusu yüksek kişiler tesadüfen mi bir araya gelmiş ? Yoksa ortam mı belirleyici olmuş ?

Bodrum 'a ise son 20 senemin bana kazandırdığı çok sevdiğim 4 kız arkadaşımla gittik. Amaç detokstu. Ama ruh detoksu oldu. Ya da bizim detoks anlayışımız ve tercihimiz buydu.
Çok kısa ama bir o kadar yoğun ama bir o kadar da plansız salındık ve sarmalandık zamanla adeta Bodrum 'da.
Sahi Bodrum' da zaman hep farklı akmaz mıydı ? Günü doğurmadan yatmak, kahve veya su içmeden bir gün geçirmek gibi bir şey idi Bodrum 'da.
Benim için eski bir sevgili olan Bodrum, dışa vurumun dibine vurduğum zamanlarımın yegane tanığı olarak hep özel olacak ama belli ki artık güncel anlamlar da yüklenmeyecek bir yer olacak benim için...

Çeşme, İzmir 'deki yeni evim, toprağım. Kendimi bisikletle dışa vurduğum yegane kaçış alanım. Basiti çok sevdiğim, çocuk ruhumu özenle sakladığım yaşam alanım. Karı koca kaçtık 2 günlüğüne. Çağırdık sevdiklerimizden ağbimleri. Önce diyeceklerimi demeye sonra da bir kadeh tokuşturmaya pek tabikii.
Her köşesinden bir sevdiğimin çıkma ihtimali olan toprağım. Toprağın altında da üstünde de çok sevdiklerim olan yegane alanım. Dışa vurumun ağababasını yaşadığım en kıymetli ve özel alanım.
Seviyorum ulen seni.

Çok yeni ise maaile fırsat bildik gittik Antalya 'ya. Kayınvalidemler ve kayınbiraderlerimle hep birlikte.
Gideceğimiz yer tarafsız bir yer olsun, hepimizi şaşırtsın, gözümüzü kamaştırsın istedik. Hakikaten de öyle oldu.
Her sene bir kür yazıyorum kendimize şimdiden. İster Çıralı, ister yayla, ister Belek fark etmez.
O gözler, o denli güçlü ve çarpıcı tonlardaki yeşili her sene belli bir müddet görmeli ki, göreceği her türlü çirkinlikte ve kusurda çağırabilmeli gözünün önüne o denli güzellikteki yeşili ve insanüstü doğayı.
Bir kere kamaşınca insanın gözleri bu denli hem daha farkında oluyor insan.
Baktıkları ile gördükleri değişiyor.
Ben de bu kısa ama çok etkili olan 35 güne sığdırdığım farklı seyahatlerimi önce biraz daha sindireyim, baktıklarımla gördüklerimi bu sefer yazı ile dışa vuracağım.
Hani nasıl derler, az sonra :)





7 Mart 2016 Pazartesi

Humans of New York

Uzun zamandır takip ediyorum. Evet samimiyim, oldukça uzun zamandır hem de. Kafam da ise hep ''Neden ?''

Neden meraklıyım beni ilgilendirmeyen hayatları izlemeye? Okumaya ? Ne buluyorum kendime dair olmayan başka hayatlarda acaba ?
Sadece merak mı ?
Hiç bir zaman sanal şeylerle ilgilenmedim. Hep gerçekler, gerçek hikayeler.
Biyografi, otobiyografi.
Kitaplar, filmler, göz önünde yaşanan hayatlar.
Bloglar.

Antropolojik, psikolojik bir boyutu kesin vardır.

Kardashian 'lardan bahsediyorum. Her defasında şaşırıyorum kendime ama yine de takip ediyorum. Bayağı haberdarım aile hayatlarından. Ne giydiklerinden, iletişim tonlarından. Yediklerinden içtiklerinden. Neden bilmiyorum ama alıştım onlara da, marjinalliklerine de.
Kendi içlerinde tutarlı bile buluyorum karakterleri.
Onları izliyorum sanırım eşi benzeri olmadığı için.
Babalarını kadın olduktan sonra bile nasıl bağırlarına bastıklarını, annesinin genç sevgilisini hayatlarına alabildiklerine her defasında ağzım açık izliyorum.
Onları izleyerek '' kabul etmeyi '' öğreniyorum sanırım.
Ne kadar içten yaptıklarını, bu ''kabul'' bedeli  için ne kadar sık psikiyatriste gittiklerinin benim için bir önemi yok.
Eleştirmeden, olduğu gibi kabul etmeyi sadece görerek bile öğrenebilip, modelleyebiliyormuş insan.
Doğrusu yanlışı yok.
Onlar öyle yapıyor, ben de gözlemliyorum.
Onların kabulünü kabul ediyorum.

Ama esas; facebook ve Instagram 'da  takip ettiğim  Humans of NewYork 'ta ( HONY ) okuduğum kişilerin hikayelerinden çok ama çok etkileniyorum.
Her birisi aklımda. İran 'dan da , İstanbul 'dan da , New York sokaklarından da,  hapishaneden aktardıkları hikayelerin herbirisi aklımda. Geçen gün iş sebebiyle tanıştığım 27 yaşındaki bir kızla okuduğumuz ve etkilendiğimiz tüm  HONY hikayelerini paylaştık. Aklımızda kalanların çoğu ortaktı. Yaşa ve yaşanmışlıklara bakmaksızın.

http://www.humansofnewyork.com

Halbuki açınız Türk gazetelerin 3. sayfalarını, çok benzer hikayeler var orada. Ama onları okumayıp, Humans of New York 'un yayınladığı her yazıyı, hiç kaçırmadan izliyorum.

Evrensel olması mı daha okunur kılıyor bilemiyorum.
Bizden başka yerde de aynı sıkıntıların olduğunu bilip bencilce teselli mi buluyorum bilmiyorum.
İnsanı anlamaya çalışıyorum.
Zaaflarını,
Aczliğini,
Engellerine rağmen tutkularını,
Sevgilerini,
Aşklarını,
Ama en çok içlerindeki umut ışığını seviyorum.
Öyle demiyorlar hatta ümitsiz durumdalar BELKİ ama ben görüyorum o ışığı.
Hikayelerinde.


İnsanı hayvanlardan ayıran en önemli özelliği düşünebilmesi değil bence.
Umudu...

Sanırım ben de o yüzden seviyorum.
Takip ediyorum Humans of New York'u .

Peki ya siz bu bloğu neden takip ediyorsunuz ?
Ne buluyorsunuz yazdıklarımda ?
Hadi paylaşsanıza...






23 Şubat 2016 Salı

Kendimce

''Terzi kendi söküğünü dikemez'' lafının anıtını yaptık biz ortağım Bahar ile...Yönettiğimiz markalara yönelik nice web siteleri yarattık, bozduk, dönüştürdük ama sıra ne zaman kendi kurduğumuz işin web sitesine geldi ayak sürüdük. 

Ne zaman Bahar beni bırakıp ABD'e yerleşti, Bahar için anıt dikmek adına kolları sıvadım. Çok yakında yeni bir web sitemiz olacak. Orada da işe dair görüşlerimi yazacağım bir blog alanım daha olacak.Şu ana kadar hep defterlere yazmaktan kurtulacağım böylece.

Her kurumsal sitede olduğu üzere bizim web sitemizde de bir ''Hakkımızda '' kısmı var ve o bölüm için tam 3 kez CV yazdım ama olmadı. Ne zaman aşağıdaki şablonu oluşturdum ve  döktüm içimi o zaman beğendim.
Klasik bir CV hiç değil benimkisi ama ben de artık klasik bir kafada zaten hiç değilim.

Soruların ve kelimelerin gücüne her zamankinden daha fazla inanıyorum.Kendimce tabiki...

Bugün bu dışavurum böyle olabilir ama yarın bambaşka bir yorumum olabilir. Ne de olsa değişmeyen tek şey değişimdir.

Kendimce CV 'im..


Kolumdaki altın bilezikler; Eğitim ve iş tecrübelerim…

Eğitim…
Kolumdaki altın bileziklerin ilki illaki eğitimim. İzmir Bornova Anadolu Lisesi'nin ardında , ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi'ni  bitirdim.
İyi bir eğitimin  yola çıkmak için önemli bir itici güç olduğunu ama  yolda ilerlerken , iş hayatına dair daha zorlu problemleri çözerken akademik başarının o denli önemli olmadığını tecrübe ettim.

Kendini şaşırtabilme kapasitesinin, esnek ve hızlı adapte olabilenin, engellerden çok fırsatları görebilenlerin, iş hayatında ilerlerken önlerinin daha açık olduğunu fark ettim.

Ama gün olur devran döner ; kolumdaki altın bilezikleri bozdurmam gerekirse diye de halen önemli bulmaktayım eğitimi ve beraberinde getirdiklerini…

İş hayatına dair tecrübelerim ve evrelerim …

İş hayatına bir an önce atılmak istediğim dönem

’ Ne iş olursa yaparım yeterki iyi bir şirket olsun‘’ dediğim zamanlar.  Coopers & Lybrand. Denetimci olamayacak kadar sosyal ve yaratıcı bir kişiliğe sahip olduğumu farkettiğim  anda ayrıldığım, ancak 1,5 sene çalışmış olsam da;  bütüne bakmanın ne kadar önemli olduğunu , tüme varmaktansa tümden gelmenin ne kadar önemli ve stratejik bir bakış açısı olduğunu,  finansal bir veri analizinde önce dibi tutturmanın , dibi tutmayanın detayına inilerek verimli bir sorgulama yapılabileceğini, optimum stok tutmanın bir firma için finansal açıdan ne kadar önemli olduğunu tecrübe ettim bu kısa ama etkili zaman zarfında.

Sevdiğiniz bir şey için ne kadar şevkle çalışılabildiğini deneyimlediğim dönem

En çok sevilen kozmetik markalarının başında olan NIVEA ‘da tam 10 sene  boyunca zevkle ve şevkle çalıştım, yarattım, liderlik yaptım. Asistan ürün yöneticisi olarak girdiğim
NIVEA ‘da sırasıyla Ürün Yöneticiliği , Grup Ürün Yöneticiliği , Alternatif İletişim Kanal Yöneticiliği (Call center, CRM, çatı marka için bütünsel projeler ) ve en son Ticari Pazarlama Müdürlüğü yaptım. Uluslararası NIVEA Baby ürün geliştirme ekibinde yer aldım.
Rotasyonun insanın kendisini geliştirmek için en önemli fırsat olduğunu bu dönemde  fark ettim.
İyi bir ekip kurma ve yönetme sorumluluğunun milyon dolarlık bütçe yönetiminden daha kritik olduğunu tecrübe ettim.
İyi bir ekibin başarıya giden yolda olmazsa olmaz bir kritik başarı faktörü olduğunu deneyimleyerek öğrendim.

Kurumsal hayattaki son durağımda; 100 senelik bir markayı sürdürülebilir bir şekilde başarılı kılmanın unsurlarının yanısıra , tüketiciyi ve müşterinizi yaptığınızın işin ‘’ kalbine ‘’ yerleştirmenin önemini, marka için yaratılan hikayeler ve hayaller kadar , o hayalleri gerçekçi ve erişilebilir kılmanın yanı hayata geçirebilmenin önemini tüm ekip arkadaşlarım sayesinde tecrübe ettim.

İlhamımı kaybettiğim ve iş hayatına ara verdiğim dönem

Bu zaman zarfında  durup değerlendirmek,  doğru soruları sorarak doğru cevaplar verebilmek istedim. Bu ara dönemde kendime sorduğum soruların neticesinde bazı tecrübelerim oldu;

  • ·      Engellerimizin gerçek engeller olup olmadığı,
  • ·      Önyargılarımızın düşünme sistemimiz üzerindeki etkileri,
  • ·      Fırsatların aslında burnumuzun ucunda olduğunu,
  • ·      Bakış açısındaki  çok ufak bir değişikliğin bile ‘’ ben de bunu yapabilim’’ hissine dönüştüğünü deneyimledim.

Girişimci ruhumu bulduğum dönem
Sorduğum sorulara verdiğim cevaplar beni şimdiki girişimci yolculuğuma çıkartarak 2010 senesinde  ortağım Bahar' ın kurmuş olduğu şirkete dahil oldum. Son 6 senedir;  kurumsal müşterilerimizin yaratıcı ve yenilikçi düşünce kapasitelerini, kullandığımız  farklı teknikler ile artırmalarına ve hep yapageldiklerinden farklı şeyler yaparak farklı sonuçlar almalarına yardımcı oluyoruz.

Bu zaman zarfında ;
  • ·      Doğru soruları soranların cevaplardan kaçamadığını,
  • ·      Her zaman yapageldiğiniz şekilde yaparsanız hep aynı sonucu alacağını,
  • ·      Farklı sonucu almak için deneyebilme cüretini göstermek  gerektiğini,
  • ·      Deneyimleyebilmek, farklı şeyleri hayata geçirebilmek  için rol modellerden, doğadan, rakiplerden, çocuklardan ilham almamız gerektiğini deneyimledik.
Bizimle yola çıkan müşterilerimize de yukarıda tecrübe ettiklerimizi deneyimletmeyi amaçladık. Sanırım başarılı da olduk. Zira müşterilerimizin % 80 ‘i bizimle tekrar tekrar çalışan müşterilerimiz.
O yüzden kendileri bizim takımdaşlarımız…

Akıp geçen hayata dair düşüncelerim…

İllaki denge . İllaki üretkenlik.  İllaki sorgulamak. İllaki merak. İllaki çok çalışmak ve çok sevmek. İllaki sabretmek.

Öte yandan herşeyi illaki birebir denemeye gerek olmadığını da tecrübe ettim.  Bu zaman zarfında denenmişliklerden , tecrübelerden esinlenerek, sentezleyerek , yeniden tasarlayarak farklı katma değerler yaratılabileceğine inandım, inanmaktan öte sonuç aldım.

Sevdiğim yönüm…

Problem çözme başarım…Problem ne kadar zor olursa olsun, kolları sıvayarak içine girebilme, problemi göğüsleyebilme hevesim ve azmim.
Zira hayatın irili ufaklı problemleri çözerek ilerleme sanatı olduğuna inanıyorum.
Öte yandan iyimserliğim ve önyargılarımı geride bırakabilmeyi öğrenebilmiş olmam.

Sormayı sevdiğim en sevdiğim  sorular …

Nasılsın ? Cevapları ile cidden ilgilenirim. İyi bir dinleyici olduğumu da düşünüyorum. Sürekli öğreniyorum.

Neden olmasın ? Başkasına yönelttiğim bu soruyu, aslında her defasında kendime de sorarak ''farklı bakış  açımı ‘’ zinde tutuyorum.

Hayatta iyi ki dedikleriniz ? Duyduğum cevaplardan ilham alıyorum.

Hayatta keşke dedikleriniz ? Duyduğum cevaplardan ders çıkarıyorum.


Son dönemde kafayı taktığım…

Tasarlamak. Sadece yaratıcı düşünceyi değil ama hayatı, hayat evrelerimizi tasarlayabileceğimize inanıyorum. Çocuklarıma da kendi hayatlarını istedikleri gibi tasarlayabilmeleri için şimdiden alet ve edavat çantalarını doldurmaları için yetkinlik kazandırmaya çalışıyorum.

Son dönemde en çok ilham aldıklarım…

Çocuklarım. Cidden bana ayna tutuyorlar. Yetişkin kalıplarımdan çıkmam için onları gözlemleyip taklit etmeye çalışıyorum. En basitinden ‘’ eğlenmeyi ‘’ yeniden öğreniyorum. Hayatı ciddiye almamayı da.

Gençler, illaki gençler. Son 2 senedir her dönem, ODTÜ İşletme fakültesinde Girişimcilik sertifika programında 12 saatlik ‘’ yaratıcı ve yenilikçi düşünce teknikleri ‘’ eğitimi veriyorum. Her defasında sorgulamalarına, azim ve heveslerine ama en çok da parlayan zekalarına hayran oluyorum. Benim için ODTÜ ‘nün ve ODTÜ’lünün yeri ayrıdır.

Ve pek tabiki müşterilerimiz. Müşterilerimiz bizi en çok ilerleten, çıtayı yükselterek , bizi de geliştiren takımdaşlarımız. Onlar sayesinde  zevkle ve şevkle tasarlamaya, yaratmaya, kendimizi yenilemeye ve dolayısıyla hizmetlerimizi yenilemeye devam ediyoruz.

Sevdiğim söz (ler )…

Aslında hiçbir şey iyi veya kötü değildir. Her şey bizim onlar hakkında ne düşündüğümüze bağlıdır.''
 William Shakespeare

Çok parlak olan gençlerin pek çoğu, ne kendileri ne de yaşadıkları dünya için hiçbir şey başaramadılar. Çünkü bir şeye başlama cesaretini asla gösteremediler. Başla! Başla! Başla!”
Pisagor


21 Şubat 2016 Pazar

Güzel şeyler gördüm ben

Güzel şeyler de oluyor. Görebilmeyiz güzel şeyleri, güzellikleri, güzel bakan başka gözleri.
O güzel şeyler çok büyük ''şey''lerin ardında saklı değil aslında.
Hem güzel şeyleri ayırt edebilmek  çok kolay aslında.
Onlar basitin içinde gizli.
Kimi zaman bir kahve sohbetinde.
Kimi zaman izlediğiniz güzel bir filmin satır aralarında.
Kimi zamanda gittiğiniz bir seyahatte.
Kimi zaman spontan bir karşılaşmada.
Kimi zaman telefonun ucunda söylenenlerde.
Güzel şeyler.
Aslında.
Ne kadar kirlensek de.
Halen umut ve ümit olduğuna işaretler onlar.
Güzel şeyler.

Geçen hafta karşılaştığım eski bir iş arkadaşım, 1 ay sonra bebekleri olacağını söyledi. Ama özellikle de cinsiyetini öğrenmek istemediklerini, bebeğin her türlü kendilerine sürpriz olmasını istediklerini söyledi.Halen böyle romantik insanlar olduğunu bilmek çok iyi geldi. Güzel bir his içimi kapladı.Çok tebrik ettim kendilerini. Ama en çok kendilerini şaşırtabilmek istemelerini. Kimsenin pek de şaşırmak   ve şaşırtmak istemediği şu günlerde...Güzel şey tam da bu dedim.

Eski ve kıymetli bir iş arkadaşım aradı geçen hafta. Kulaklarımı çınlattıklarından bahsetti. Kayınvalidesi ve kayınpederi ile hem de. Zira her ikisi de babam ve halalarımla aynı liseden, Edirne Lisesinden mezun olmuşlar. Babamın teyzesi, yani babaannemin kızkardeşi, kendilerinin matematik öğretmeni olmuş. ( Yıl 1955-1960 aralığı olmalı ) Neredeyse 60 sene geçsede aradan, arkadaşımın kayınvalidesi ve kayınpederi, alelade bir pazar öğleden sonra,  rahmetli  İffet hoca hanımın halen duruşundan, aklından, matematik öğretmenliğinden, sınıfa onca parfüm sıkıp öğrencileri hayran bıraktırdığın emin bir halde '' bakmanız bittiyse derse başlayacağım '' demesinden bahsediyorsa gelinine;  gelini de '' benim işten tanıdığım arkadaşım İpek'te aynı böyle''  deyip, üstüne üstlük bana telefon açıp, çok az tanıma fırsatım olan rahmetli İffet hoca hanıma benzediğimi hissettiriyorsa , paranın tek geçerli değer haline geldiği bu devirde, çok  kıymetli hissettirdi kendimi. Ailemin  sahip olduğu tek geçerli değerinin ''kültürel sermayesinden '' gurur duydum bir defa daha. Güzelce rahmet diledim hayatta olmayan, benzetildiğim ve yadettiklerime.


Çok güzel bir film izledim geçen hafta. Lunch box. Her geçen gün yalnızlaştığımız kalabalık dünyamızda eksikliğini hissettiğimiz sıcaklık ve samimiyet özleminin en  basit ve yalın tercümesi olmuş. Filmdeki nükteli repliklere, düşündürücü ama basit bir o kadar çarpan etkisi çok yüksek deyişlere vuruldum. Basitin tanımını bir daha bir daha düşündüm. Basiti gönülün ferahlığında buldum. Butan 'a gidesim vardı zaten planlamaya aldım.

Son 2 senedir Bahar ile iş vesilesi ile takip ettiğimiz ve NewYork 'ta yaşayan bir tasarımcı olan Ayşe Birsel'i internetten, yaptığı projelerin detaylarını iş dergilerinden vs takip ederken bugün karşımda bulmak da hoş bir tesadüf oldu. Yaratıcı düşünce tasarlamaya kafayı çokça taktığım bir zamanda; sadece düşünceyi değil ama hayatı da tasarlayabileceğimizi aynı yaklaşım ile 2 saat boyunca kendisinden de dinleyince  çok basit ama etkili bir kıpranış oldu içimde.
'' Doğru yoldasın''  dedi içsesim.
 ''Yolun açık olsun'' dedi yüreğim.
 ''Bu işi zaten iyi biliyorsun'' dedi aklım.
Basit ama etkili bir yüzleşme oldu bu sohbet. Kendim için tabii ki.
Kendinize iyi bir şey hediye etmek isterseniz eğer alın okuyun '' Sevdiğiniz Yaşamı Tasarlayın'' adlı kitabı. Hem İzmirli hem ODTÜ 'lü hem de kıymetli bir tasarımcı olan Ayşe birsel'den...

Bir tenis velisi arkadaşımı gördüm geçen hafta tenis klubüne girerken. 13 ve 10 yaşında, 2 erkek annesi olan arkadaşım dedi ki '' 6 aylık hamileyim. Hem de yine bir erkeğe ''...
Ağzımı kapatamadım. İnanamadım. İnanamadığıma inanamadım. Aklımdan o an geçen '' tam da rahata kavuşmuşken, işleri yoluna koymuşken '' leri geçirirken yakaladım kendimi. Çok mutlu oldum.
Vazgeçmemesine.
Komfor alanından çıkma cüretini gösterebilmesine.
Hayran oldum.
Basit düşünebilmesine. '' Çocukları seviyorum '' dedi. Nokta.

Zara'lardan, Mango'lardan, her yerde aynı tip giyinen insanlardan, aynı tip sakallı erkeklerden, özgünlükten yoksun kültürsüzlüğümüzden, Survivor 'ı Olimpiyat zanneden bizlerden gına geldiği, kapkaranlık günlerden ve kapkaranlık gündemlerden sonra  imdadıma yetişti.
Kars.
Adı gibi yalın ve duru.
Bembeyaz.
Yer, gök, ova, dağ bir olmuş adeta. Erimişler birbirlerinin içinde, yekpare vücut olmuşlar.
Sınırsızlık bu olsa gerek dedim.
Tek'lik de,
Bir'lik de,
Bu olsa gerek dedim.
Sahi sınırları kim koyuyor dedim ?
Peki ya kim bölüyor bizi ona, buna, şuna ? diye sordum ama cevaplarını düşünmek dahi istemedim.
Sadece ama sadece hayranlıkla izledim, basitliğini en cüretkar haliyle sunan bu güzel şehri.
Teşekkür ettim kendisine.
Sunduklarından ötürü.
Paylaştıklarından ötürü.
Bir de olağanüstü pozlarından ötürü.
Bu şehir çok güzel poz veriyor.
Alımlı, kaprisli, cesur ama vakur bir kadın olsa olsa bu Kars dedim.
Kendi kendime.





Tüm bunları yazarken de ağzımdan dökülüverdi sözleri. Çok uzun zaman olmuştu dinlemeyeli. Adı gibi etkileyici olan bu güzel şarkıyı da; kalbim aradı taradı buldu arşivlerden.
''Güzel şeyler dinlemek lazım'' diye onayladı aklım.
Ruhum hafifledi.

Yazmak ve dışavurmak her zamanki gibi çok iyi geldi.
Güzel şeyler yaptığımı hissettirdi.



https://www.youtube.com/watch?v=8XDxhDbtDak

18 Ocak 2016 Pazartesi

Canım oğluma mektup-7.yaş


Pek sevgili çocuklarım,
Günlük olarak tuttuğum bu blogda 126 tane yazım olmuş. En çok okunanlar ise açık ara siz çocuklarıma yazdığım mektuplar. Hal böyle olunca her mektubumda ister istemez bir baskı hisseder oldum üstümde. 

Canım alem oğlum
Geçen gün aşağıdaki resimini görünce bir güldüm bir güldüm. Vallahi de billahi de unutmuşum senin bebekliğini. Ama hata sende. İnsan bu kadar değişir mi 7 senede! ilahi sana. (Bu arada babanın gözünü ben morartmadım bilgine. Sanırım surf yelkeni düşmüştü.:)








Bu sene karakterin iyice ortaya çıktı. Oğlak burcunun resmi temsilcisi olarak burç kitaplarına girecek kadar tipik bir karaktersin.
Damarlı, inatçı, sorumluluk sahibi, azimli ve  çalışkansın ( şu an dilimi ısırıp, popomu kaşıdım ayrıııı)
Bu yaz özellikle çok büyüdün.
Tenisi kesin bir şekilde bıraktın ve Ela'nın da ''her erkek çocuğu mutlaka iyi futbol ve basketbol oynamalı yoksa maalesef cool ( ezik de demiş olabilir gönlüm elvermedi demeye)  olamazsın'' öğüdünü dinleyerek kendini ciddi bir şekilde futbol ve basketbola kaptırdığın için müziğe olan ilgin bayağı arka planlara atıldı.
Halbuki haziran ayı sonundaki anaokulu gösterinde  eline aldığın gitar ve sen  pek de güzel bir ikili olmuştunuz.( Esas güzel olan o kostümlerin içerisinde sizlersiniz halbuki !!! )




Sahneye çok yakıştığın her halinden belli olsa da, her gösteride en ön saflarda yer alsan da annen kadar eğlenmediğin kesin.

Zira tam da senin yaşlarında iken sahnede halk oyunları yaparken içimden geleni aniden yaparak uygulayan ve herkesi şaşkına çevirebilecek kadar eğlenen annenden başkası değildi. Kareografinin bir parçası olmadığı halde davulcuya kaçmamdan dolayı lütfen fotodaki şaşkın ve endişeli yüzleri bulunuz. )




Büyümek tam da bu demek galiba oğlum.

Kendi şaşırtma kapasitemizi kaybederek sıradanlaşmak.

Sen sen ol oğlum hem kendini hem de  başkalarını her daim -olumlu anlamda - şaşırtmak için çaba göster...

Bu seneki en önemli seyahatlerimizden birisi Boston 'da geçirdiğimiz 2 hafta idi. Orada iken gittiğimiz basketbol müzesinde kendine yeni rol modelleri ve ilham kaynakları buldun. 

Bak bu konuyu çok önemsiyorum canım oğlum. İnsan kendine  ancak ilham kaynakları bularak ilerler, gelişmek için çaba sarf eder. Merak eder, araştırır, O'nun gibi olmak için çaba sarf eder. Şimdilik Jordan mı , Messi ve/veya Neymar 'mı olacağını bilemesen de onlardan çok şey öğrenerek gelişeceğin kesin. 

Sen her zaman Emir olacaksın ama NASIL  bir Emir olacağını,  bu rol modellerin belirleyecek bu hayatta.




Az zamanda çok büyük şeyler ifade etmiş canım  oğlum,

Bizim aile anayasamızın yazılı olmayan kurallarına göre en önemli  2 değerimiz var ailemizde;

1.Duygusal zekamız ve duygusal yetkinliklerimiz 
2.Arkadaşlarımız ve arkadaş ilişkilerimiz 

Dolayısıyla başta kendimin olmak üzere sizlerin de gelişimlerinizi hep bu 2 alanda sıkı takipteyim.

Gururla ve kimi zamanda hayranlıkla ifade etmeliyim ki hem  kendine hem de  etrafına her daim keyif veren, pozitif enerji yayan bir kişiliğin var. Yaşıtlarınla değil kendinden büyüklerle bile her zaman anlaşabilmenin yanısıra 13 yaşındaki ablan ve Ela ile aynı yaştaki erkek kuzenin Cem  ile bile aynı ortamda kendini ezdirmeden, saygı duydurtarak onlara  kendini kabul ettirebiliyorsun. Gerçekten büyük başarı.

Hem duygularını ifade etmek konusunda hem de arkadaş ilişkilerinde  ise oldukça uyumlu, hakkını arayan, kendini kabul ettiren olduğunu görmek beni çok mutlu ediyor. 

Tabii  mücadeleni pardon stajını Ela'nın yanında yapmanın faydaları bunlar... :)







Bu yaz gerçekten çok güzel bir yazdı. İkinci çocuk olmanın bütün faydalarını sonuna kadar yaz  partilerine  katılarak, gece 11 'lere kadar dışarıda olarak kullandın. Acı bir itiraf olacak olsa da Ela senin yaşında yaz kış demeden saat 9 'da uykuda idi. Kural bu idi. Kural ne zaman değişti ben bile bilmiyorum.

Şeytan tüylü oğlum,

İlkokul 1.sınıfa devam ettiğin bu günlerde  öğretmenini daha birinci günden kendine aşık ettiğin için sadece öğrenim hayatının değil  tüm hayatının sırrını keşfetmiş bulunuyorsun.

Şeytan tüylü olmak  hayatta her türlü kusuru örter, böylelikle kişi hata yapayapa kendini gerçekleştirebilir. İnşallah sen de  hep hata yapayapa ilerleyip;  hem her daim mutlu olursun hem de  tutku ile asılacağın bir işi yaratabilirsin şeytan tüylüm benim.

Bu arada Ela, senin inek bir erkek öğrenci olmandan çok korkuyor söylemeden geçemeyecem.

Ama bilmediği bir şey var  hem inek hem de şeytan tüylü olunmaz.:)
Dolayısıyla senden inek öğrenci de olmaz.

Bu resim ilkokulun ilk gününden. Kayıtlara geçmesi adına önemli.



Yazın bir erkek çocuğuna göre oldukça güzel ve özenli.

Yüreğinde kelebekler uçuşan oğlum,

Öğretmeninizin 1,5 yaşındaki oğlu geçenlerde ameliyat oldu. Sen de hem kendisine hem de oğluna için bir geçmiş olsun resmi hazırladın. Bir erkek çocuğu olarak aynı resimde, güneşin parlak ışıkları ile kalpleri  ve kelebekleri buluşturduğun  bir resim çizmen beni geleceğe dair umutlandırdı.



Sahi dedim kendi kendime bu erkekler  kalplerini de yüreklerinde uçuşan kelebeklerini de ne zaman kaybediyorlar ?
Sen sakın kaybetme emi canım oğlum...

İnşallah evleneceğin kadında sende bu tür duyguları uyandırır.
Hayatına güneş gibi doğup kalbini çalar, midende kelebekler uçurtur.
Kim olduğunun bir önemi yok ama iyi bir insan olması, sendeki iyilikleri görebilmesi en önemlisi.
7 yaşından bu dilek de ne deme.
Hayattaki en önemli mutluluk kriteri belki de kiminle evlendiğin...

Yüreği nazik efendi oğlum,

Çok istedim diğer erkek annelerinden  dinlediğim gibi bana gelip;

'' Benimle evlenmek istemeni''
'' Beni dünyanın en güzel kadını ilan etmeni ''

çok ama çok istedim.

Sen bunları  baba hiç demedin belki  ama  benden de  ''lütfensiz '' hiç bir şey istemedin, teşekkürünü hiç eksik etmedin.

7 yaşında iken yüreğin nasılsa 70 'inde de böyle olacağına, bu bıyık sende nasıl sırıtıyorsa kaba olmanın da sende böyle sırıtacağına  eminim.

Bir de sen demesen de senin için şimdilik dünyanın en güzel kadını olduğumu biliyorum. Aaa pardon o kişi  Ela da olabilir sahi...

Senin varlığıın Ela 'ya hayatının en ama en güzel ve özel hediyesi.
Halen tüm aile içerisinde -Orhan deden dahil- en sevdiğin kişi Ela.
Ela'nın ise Orhan dedesi.
Bizler de sizleri bu dünyaya getiren aracı kişiler  olmakla avunan kişileriz işte.

Her kardeş çok özeldir ama senin misyonun bence Ela 'yı  geliştirmek, dönüştürmek.

Ela da bunu çok ama çok iyi biliyor.

O da, aşağıdaki resimdeki gibi, eminimki yapacakları ile sana  örnek olacak ve seni hep yukarılara doğru elinden tutup çekecek.




Hayatta,  birbiriniz için yapacaklarınızın sınırsız olması, birbiriniz için ayağınızı yerden kesecek sevinçler yaratabilme kapasitesiniz bizim en kıymetli şükretme sebebimizdir.

Gönlünüzdeki yıldızlara ulaşmanız dileğiyle canım çocuklarım...

Harika bir Fly me to the moon cover'ı.

Tony Bennet'ten.

Sizler için.






https://www.youtube.com/watch?v=kIrcxGdyUdk

30 Aralık 2015 Çarşamba

Herşey gönlünüzce olsun:)

30 Aralık 2015. Yılın son günleri, son saatleri.

3. senem bitmekte yazmaya dair.
Hayatımı ele almak için yazmaya başlamıştım ama sanki ülke gündemini yazmaya oturmuşum gibi oldu.
Bu son 3 sene.

Bu blogda da kayıt altına aldığım bir not vardı. Bir astroloji sitesinden. 2012 senesine dair.

Diyordu ki; ''Maya takvimine göre 21 Aralık 2012 'den itibaren doğru bildiklerimiz yanlış, yanlış bildiklerimiz doğru olacak. Bugüne kadar yeteri hazırlık yapanlar bu süreçten çok daha iyi çıkacaklar  ama maalesef geniş bir kitle, farkındalığı çok düşük olan bu geniş kitle, zor zamanlar geçirecek''

Çok zor bir 3 sene geçirdik. Hem milletimizi  hem de global dengeleri düşünürsek. Bireysel zorluklarımız bu sıkıntıların yanında devede kulak kaldı.

O kadar çok gerildik ki topraklanmayı unuttuk.

O kadar çok sıkıldık ki çıplak ayak doğada olmayı, toprağa basmayı bilemedik.

O kadar çok ümitsizliğe kapıldık ki bu topraklardan gitmeyi konuşur olduk, belki de gittik.

Kimi madenci toprağın altında, kimi asker toprağın üstünde, kimimiz ise toprağa karışarak canını verdi.

O kadar çok üzüldük ki bu topraklar için canını verenlere, iki elimiz başımızda ah vah deyip durduk.

Demem o ki bu topraklar  bizden, biz de bu topraklardan çok çektik.

Yeni yıl arifesinde tüm yurtta şiddetli kar yağışı bekleniyor.Ben böylesine kötü geçen senelerin sonunda tam da yılbaşında -önünde ve sonrasında- her yerde eş zamanlı kar yağacağına çok sevindim.


Ne de olsa kar demek ;

Beyazlık  demek, 
Aydınlık demek,
Naiflik demek,
Basitlik demek,
Neşe demek,
Gökten sürpriz demek,
Düştüğü yerde kusur örtmek demek,
Evde miskin miskin otururken harekete geçmek demek,
Yenilik demek, 
Değişim demek,
Tekrar o toprakların mahsül vereceğini bilmek demek,
Döngü demek,
Bereket demek,
Topraklanmak demek,
Toprak demek,
Toprağa karışanları yadetmek demek,

Kar demek ÜMİT demek.

Bu topraklarla tekrar barışabileceğimize dair bir UMUT demek.

Siz ne dilerseniz o demek.
Yeter ki gönülden olsun,
Yeter ki ağız tadı ile olsun.

Yeni senede herşey gönlünüzce olsun.









Hoş geldim!

Yeni yılın ertesi, annemin başka diyarlara intikal edişinin tam göbeği, oğlumun yeni yaşının hemen öncesi bir zamanlardan merhaba! Uzun bir ...