21 Şubat 2016 Pazar

Güzel şeyler gördüm ben

Güzel şeyler de oluyor. Görebilmeyiz güzel şeyleri, güzellikleri, güzel bakan başka gözleri.
O güzel şeyler çok büyük ''şey''lerin ardında saklı değil aslında.
Hem güzel şeyleri ayırt edebilmek  çok kolay aslında.
Onlar basitin içinde gizli.
Kimi zaman bir kahve sohbetinde.
Kimi zaman izlediğiniz güzel bir filmin satır aralarında.
Kimi zamanda gittiğiniz bir seyahatte.
Kimi zaman spontan bir karşılaşmada.
Kimi zaman telefonun ucunda söylenenlerde.
Güzel şeyler.
Aslında.
Ne kadar kirlensek de.
Halen umut ve ümit olduğuna işaretler onlar.
Güzel şeyler.

Geçen hafta karşılaştığım eski bir iş arkadaşım, 1 ay sonra bebekleri olacağını söyledi. Ama özellikle de cinsiyetini öğrenmek istemediklerini, bebeğin her türlü kendilerine sürpriz olmasını istediklerini söyledi.Halen böyle romantik insanlar olduğunu bilmek çok iyi geldi. Güzel bir his içimi kapladı.Çok tebrik ettim kendilerini. Ama en çok kendilerini şaşırtabilmek istemelerini. Kimsenin pek de şaşırmak   ve şaşırtmak istemediği şu günlerde...Güzel şey tam da bu dedim.

Eski ve kıymetli bir iş arkadaşım aradı geçen hafta. Kulaklarımı çınlattıklarından bahsetti. Kayınvalidesi ve kayınpederi ile hem de. Zira her ikisi de babam ve halalarımla aynı liseden, Edirne Lisesinden mezun olmuşlar. Babamın teyzesi, yani babaannemin kızkardeşi, kendilerinin matematik öğretmeni olmuş. ( Yıl 1955-1960 aralığı olmalı ) Neredeyse 60 sene geçsede aradan, arkadaşımın kayınvalidesi ve kayınpederi, alelade bir pazar öğleden sonra,  rahmetli  İffet hoca hanımın halen duruşundan, aklından, matematik öğretmenliğinden, sınıfa onca parfüm sıkıp öğrencileri hayran bıraktırdığın emin bir halde '' bakmanız bittiyse derse başlayacağım '' demesinden bahsediyorsa gelinine;  gelini de '' benim işten tanıdığım arkadaşım İpek'te aynı böyle''  deyip, üstüne üstlük bana telefon açıp, çok az tanıma fırsatım olan rahmetli İffet hoca hanıma benzediğimi hissettiriyorsa , paranın tek geçerli değer haline geldiği bu devirde, çok  kıymetli hissettirdi kendimi. Ailemin  sahip olduğu tek geçerli değerinin ''kültürel sermayesinden '' gurur duydum bir defa daha. Güzelce rahmet diledim hayatta olmayan, benzetildiğim ve yadettiklerime.


Çok güzel bir film izledim geçen hafta. Lunch box. Her geçen gün yalnızlaştığımız kalabalık dünyamızda eksikliğini hissettiğimiz sıcaklık ve samimiyet özleminin en  basit ve yalın tercümesi olmuş. Filmdeki nükteli repliklere, düşündürücü ama basit bir o kadar çarpan etkisi çok yüksek deyişlere vuruldum. Basitin tanımını bir daha bir daha düşündüm. Basiti gönülün ferahlığında buldum. Butan 'a gidesim vardı zaten planlamaya aldım.

Son 2 senedir Bahar ile iş vesilesi ile takip ettiğimiz ve NewYork 'ta yaşayan bir tasarımcı olan Ayşe Birsel'i internetten, yaptığı projelerin detaylarını iş dergilerinden vs takip ederken bugün karşımda bulmak da hoş bir tesadüf oldu. Yaratıcı düşünce tasarlamaya kafayı çokça taktığım bir zamanda; sadece düşünceyi değil ama hayatı da tasarlayabileceğimizi aynı yaklaşım ile 2 saat boyunca kendisinden de dinleyince  çok basit ama etkili bir kıpranış oldu içimde.
'' Doğru yoldasın''  dedi içsesim.
 ''Yolun açık olsun'' dedi yüreğim.
 ''Bu işi zaten iyi biliyorsun'' dedi aklım.
Basit ama etkili bir yüzleşme oldu bu sohbet. Kendim için tabii ki.
Kendinize iyi bir şey hediye etmek isterseniz eğer alın okuyun '' Sevdiğiniz Yaşamı Tasarlayın'' adlı kitabı. Hem İzmirli hem ODTÜ 'lü hem de kıymetli bir tasarımcı olan Ayşe birsel'den...

Bir tenis velisi arkadaşımı gördüm geçen hafta tenis klubüne girerken. 13 ve 10 yaşında, 2 erkek annesi olan arkadaşım dedi ki '' 6 aylık hamileyim. Hem de yine bir erkeğe ''...
Ağzımı kapatamadım. İnanamadım. İnanamadığıma inanamadım. Aklımdan o an geçen '' tam da rahata kavuşmuşken, işleri yoluna koymuşken '' leri geçirirken yakaladım kendimi. Çok mutlu oldum.
Vazgeçmemesine.
Komfor alanından çıkma cüretini gösterebilmesine.
Hayran oldum.
Basit düşünebilmesine. '' Çocukları seviyorum '' dedi. Nokta.

Zara'lardan, Mango'lardan, her yerde aynı tip giyinen insanlardan, aynı tip sakallı erkeklerden, özgünlükten yoksun kültürsüzlüğümüzden, Survivor 'ı Olimpiyat zanneden bizlerden gına geldiği, kapkaranlık günlerden ve kapkaranlık gündemlerden sonra  imdadıma yetişti.
Kars.
Adı gibi yalın ve duru.
Bembeyaz.
Yer, gök, ova, dağ bir olmuş adeta. Erimişler birbirlerinin içinde, yekpare vücut olmuşlar.
Sınırsızlık bu olsa gerek dedim.
Tek'lik de,
Bir'lik de,
Bu olsa gerek dedim.
Sahi sınırları kim koyuyor dedim ?
Peki ya kim bölüyor bizi ona, buna, şuna ? diye sordum ama cevaplarını düşünmek dahi istemedim.
Sadece ama sadece hayranlıkla izledim, basitliğini en cüretkar haliyle sunan bu güzel şehri.
Teşekkür ettim kendisine.
Sunduklarından ötürü.
Paylaştıklarından ötürü.
Bir de olağanüstü pozlarından ötürü.
Bu şehir çok güzel poz veriyor.
Alımlı, kaprisli, cesur ama vakur bir kadın olsa olsa bu Kars dedim.
Kendi kendime.





Tüm bunları yazarken de ağzımdan dökülüverdi sözleri. Çok uzun zaman olmuştu dinlemeyeli. Adı gibi etkileyici olan bu güzel şarkıyı da; kalbim aradı taradı buldu arşivlerden.
''Güzel şeyler dinlemek lazım'' diye onayladı aklım.
Ruhum hafifledi.

Yazmak ve dışavurmak her zamanki gibi çok iyi geldi.
Güzel şeyler yaptığımı hissettirdi.



https://www.youtube.com/watch?v=8XDxhDbtDak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hoş geldim!

Yeni yılın ertesi, annemin başka diyarlara intikal edişinin tam göbeği, oğlumun yeni yaşının hemen öncesi bir zamanlardan merhaba! Uzun bir ...