27 Aralık 2020 Pazar

Aylaklık-İçimdeki çocuk-Hareket

2020 senesini uğurlamaya sayılı günler kala ben de 2020 senesini kendi açımdan yorumlamaya devam ediyorum. 

Hayatımızın şu ana kadar, en enteresan,  hayat dönüştürücü olan olayı olan pandeminin Türkiye'ye etkisi ile birlikte evlere kapandığımız gün takvimler  23 Mart 2020 'yi gösteriyordu.  

46. yaşımı kutladığım gündü o gün. Çekirdek aile, alelade bir pasta etrafında mum üflerken benim haricimde herkes üzgündü bana böyle bir yaşgünü yaşattıkları için. 

Benim içimde ise bir sakinlik, dinginlik ve herşeyden önemlisi kendimden beklenilmeyecek bir şekilde kabulün getirdiği huzur vardı. Olması gereken olmuş gibi hissediyordum. Evlere kapanmamız, kabuklarımıza çekilmemiz, yaşamımızın sınırlandırılması bana özgürlük alanı yaratmıştı adeta. 

O yüzden yeni yaşımla birlikte kendime yaratmış olduğum bu özgürlük alanında kendime ilk defa izin vererek,  kendi üstümde sürekli egemen kıldığım  ''üretken ve verimli olacağım'' baskısını kaldırarak kelimenin tam anlamıyla aylaklık yaptım. . Ahesteliğin ve  çabasızlığın keyfini çıkardım. Edilgen ve sürekli alıcı durumuna geçtim. Sürekli bir şeyler izledim, dinledim, okudum, konuştum, düşündüm ama bunların hiçbirisini bir şeye evriltmeye, dönüştürmeye ve sentezlemeye çabalamadım. Bıraktım durdukları yerde kaldılar. Ben de kaldım. 

Hareketim de çok azalmıştı. Yukarı mahallelere keşif yürüyüşleri yapıyordum ama temposu oldukça düşük, amacı farklı, gözlemeye ve sessizliğime sokağın sessizliğini katma yürüyüşleri idi bunlar çoğunlukla.Zaman zaman hareketin temposunu da nabız atışımı da ıssız köşelerde karşıma çıkan ya yalnızlıktan sıkılmış  ya da açlıktan feryat eden köpek sürüleri artıyordu o kadar. Ki onlarla karşılaşmamak adına bir süre sonra o rotaları da yapmamaya başlayınca hareket tempom bayağı düştü.Aylaklıkta başka bir evreye geçmiştim. Duraklama.

Yazlığa geçince değişir diye düşündüğüm duraklama ve aylaklık dönemim ortalama Temmuz ayına kadar bu şekilde sürdü. 

Ancak bir sabah yakın arkadaşım Aslı ile bir plan yaparak rutinimizi değiştirerek sabahlarımızı biraz daha yaşamaya karar verdik. Erkence bir yaz sabahı saat 7.30 da bizim evin önünde buluşarak Alaçatı'dan Ilıca plajına denize girmek için sözleştik. Ama en önemli detay bunu bisikletlerimizle yapacak olmamızdı. Sırtımızda sırt çantaları, en incesinden bir peştemal, biraz para, bir şişe su, kafalarda kask,  sabah sessizliğinde, hayatı yaşamak için evlerden ilk çıkan olmanın haklı gururunu yaşıyor gibiydik. 

Ve yol boyunca yanyana bisikletlerle konuşa konuşa, hayatı sorgulayarak, sabah enerjisini pedallarımıza yansıtarak Ilıca plajına vardığımız an ayılmıştım ben. Aylaklıktan ayılmıştım adeta. Sadece bir bisiklet, yanyana gitmek, arada pedallara kuvvet, içimdeki çocuğu uyandırmıştı tekrar. 

Ve o çocuğun doğasında hiç bir zaman ama hiç bir zaman aylaklığa övgü olmamıştı. O çocuk hareketin ve enerjinin çocuğu idi. Patenden tenise, yüzmeden voleybola, ip atlamadan yakar topa, yogadan kickboksa, danstan rüzgar sürfüne, herşeye evrilebilir, deneyimleyebilir, rekabet edebilir, hırslanıp hızlanabilir , herseye yapmaya azmedebilir ama bir tek aylaklık yapamazdı. En azından sürdürülebilir aylaklığı.

İşte Ilıca plajına gitmek, o güzelim sahilde yürüyüş yapıp, denize atladıktan sonra ıslak mayolarla saçlardan akan sularla bisikletler üstünde tekrar yola düşmek, fırına, bakkala uğrayarak hayatın getirdiği diğer nimetleri alarak sabah 9 olmadan evlere geri dönmek beni tekrar bildik İpek yaptı. Hareketin enerjisinden beslenen İpek .

Bu sabah rutinlerimiz yazın geri kalan döneminde düzenli bir şekilde hayatımıza girerek,  bu yazın en güzel ve özel anlarına, yaptığımız derin sohbetlere imzasını bu şekilde atmış oldu. 

Aylaklık maceramda, bir bisiklet kadar basit bir araç ile özümü tekrar keşfettiğim bir anda bitmiş oldu. 2020 senesinin Eylül ayından itibaren ise özümü ve enerji kaynağımı bir daha hiç unutmayacak şekilde harekete evrilerek düzenli spor yapmaya başladım. Bildiğim en önemli şey her ne spor yapıyor olursam olayım içimdeki çocuk bundan her zaman çok ama çok mutlu olup, inanılmaz bir şekilde besleniyor.

Ve kendime ve içimdeki çocuğa sözüm, her daim oyun ruhumu korumak... Kazanmaya çalışmak, ters köşelere koşturtmak, inanmak, arada mızıkçılık yapmak, pes etmemek. Karşımda ister kocam olsun, ister kızım ister oğlum, ister  arkadaşlarım. Onlar da görsünler, tanısınlar, tanışsınlar içimdeki çocukla. Eğlenir, ilham alırlar belki kimbilir.

 O içimdeki çocuğa  son bir önemli sözüm daha var . 

 Sağlığımız yerinde olsun, pandemi izin versin, dansa başlamak istiyorum. 

İçimdeki çocuk istiyor, ben ne yapayım:) 




25 Aralık 2020 Cuma

Dostluk ve empati

Geçen gün halam ile telefonda konuşuyorduk. Bana, bana dair, unuttuğum ama anlattığında çok dokunan konuşmamızı anlattı. 

Annemin ölümünden 9 ay sonra Ankara'ya üniversite okumaya gittim. Okul zamanı Ankara'da halamların evinde kalıyor, tatillerde  Ankara -İzmir arası mekik dokuyordum. Bu mekik dokumalar hep Varan marka otobüslerle, genellikle gece vakti ve yine genellikle en şık, en tiki ! ( böyle bir kelime vardı o günlerimizde) halimizle yapılıyordu. Gece vakti uyuyunca ağzımızdan salya akabilir, ağzımız yüzümüz dağılabilir, hatta ve hatta horlayabilirdik  ama şıklığımız ve o otobüse nasıl bindiğimiz herşeyden  daha önemli hale geliyordu.

Kimi zaman sabaha kadar cırcır konuşulur, uyumaya çalışan azınlıklardan şşşt sesleri gelirdi. Kimi zaman beğendiğin çocuğun gözüne sabahta iyi gözükebilmek için tüm gece makyaj tazelemesi yapılırdı.  ( Bu yolculukları ayrıca yazmam gerekiyor beli olduğu üzere)

İşte yine bir tatil arifesinde o seyahatlerin birinde, yanımda oturan, kadın olduğunu düşündüğüm bir yabancının sorusu üzerine anlatmaya başlamışım. Annemin kaybını, hislerimi,   çok yeni olan travmanın bendeki izlerini.

Ne o anı ne de sonrasını hiç ama hiç hatırlamıyorum. Ama her ne olduysa İzmir 'den gelir gelmez halama  '' annemi ve yaşadıklarımı  otobüste yanımdaki kadının tekine anlattım. Beni, başıma gelenleri, yoksunluğumu, acizliğimi bir hikaye gibi dinledi '' demişim pişman bir şekilde. ''Halbuki ben hikaye anlatmadım. Başıma gelen ve beni çok üzen özel bir durumu paylaştım'' demişim.

Ve hemen ardından da eklemişim; 

Ben  o kadının bir kulağından girip bir kulağından çıkacak bir hikayesi olamam. Ben ve hikayem, ancak ve ancak beni anlayabilecek,  hikayeme kıymet verecek, beni anlayabilecek  dostlarımla paylaşılmalı.Sıradan bir kişiyle değil ''

Neredeyse 30 sene önce. Belki 18 'im belki 20 'yim. Yetişkinliğe yeni yeni geçtiğim bir dönemimdeyim.

Halam ise benim söylediğimden o kadar çok etkilenmiş  ki; kendisi bile kime ne anlatacağına, anlatacağı kıymetli bilgiyi kimin nasıl taşıyabileceğini ölçüp tartmış bu 30 sene boyunca. 

2020 'nin kıymeti bunu daha da anladığım bir dönem oldu  benim için. Evlere kapandığımız zaman diliminde, bunca sene biriktirdiğim dostlarımın hepsi ile daha sık ve düzenli görüşebildim. Tabiki teknoloji sayesinde. İster çocukluk arkadaşlarımla ister iş hayatından tanıdığım ama hayatımda çok kıymetli yerlere sahip dostlarımla bir ekran etrafında toplaştık. Düzenli ve ısrarlı bir şekilde. Hepimize iyi gelen bir şekilde. 

Genelde seanslarımız; ne dediğimizin belli olmadığı  bir şekilde hep bir ağızdan konuşmalarla, arada bir ''manyaksın kesin sen'' cümlelerinin iltifat olarak havada uçuştuğu, arada bir de  elimizde tuttuğumuz kadehlerden bir fırt alarak, konuların hararet derecesinin çok daha arttığı durumlarda  çocukların '' anneee çok bağırıyorsun uyuyamıyorum'' serzenişleri ile kesintiye uğrasada devam edebildi.

O yüzden çok net olarak söyleyebilirim ki 2020'nin benim için en önemli şükür duygusu;  sağlık ve ailemden sonra biriktirdiğim dostlarımdı.

Tüm bu dostlarıma hikayelerimi özenle ve önyargısız dinleyebildikleri, empati gösterebildikleri, bana her seferinde kendimi kendim gibi hissettirebildikleri için müteşekkirim. 30 sene önceki gibi bir pişmanlık yaşatmadıkları için daha çok müteşekkirim. 

2021 senesi için her birisine ayrı ayrı,  kendileri ve sevdikleri için önce sağlık sonrasında ise ağız tadı diliyorum.

Ne de olsa  onların ağız tadı benim ağız tadım demek... 

Ne de olsa onların hikayeleri benim kıymetli hikayelerim demek. 

Ne de olsa hikayeler bizi birbirimizi bağlayan en güçlü bağ demek. 

Güçlü bağlar ise umut, ümit, dayanışma, destek, elele tutuşmak, kardeşlik demek... 

Hepimize ama hepimize sırtımızı sıvazlayacak, gözyaşlarımızı kurutacak, gülmekten karın ağrıtacak  dostlarla geçecek yeni bir yıl diliyorum. 



20 Aralık 2020 Pazar

Yüz güldürmek , yüz güldürebildiğine şükretmek

Sildim sildim yazdım. Nice giriş cümleleri yaptım, sadede nasıl geleceğimi beceremedim söz konusu başlığı attıktan sonra . 

Evelemeden gevelemeden diyeceğim şudur ki 2020 senesinde ben kendimden ve tanıdık tanımadık tüm arkadaşlarımdan sadece bir şey istedim. 

Issız, soğuk, bilinmez, karanlık, yalnız, sıkışmış bir senede  ıssız, soğuk, karanlık ve sıkışık yürekler, gülmeye hasret yüzler için.

Sağlıklı olmanın en büyük şükür ve ayrıcalık olduğu böyle bir senede doygun hissedemedik. 

Kafanı sokacağın bir eve, mutfağında canının istediği herşeyi bulundurabilme, işinden olmama ve  fatura ödeyebilme imkanına rağmen dahi yüreğimiz sızladı ince ince.

İnce ince sızlayan, dertli ve kederli yüreklerin yalnızlıkları yalnız yalnız dolaşıyor, yolları bir türlü kesişmiyordu. Kederde bile işbirliği yapılamıyordu.

Zira uzun süredir kolektif bir şekilde, kolektif bir amaç uğruna atmayan kalplerimizin  kederde işbirliği yapabilme becerileri maalesef yoktu.

İşte tam da böylesine bir dönemde, pandemi sebebiyle tekrar bir şeyden emin oldum. Bana her daim iyi gelen en özel duygulardan birisi olan  ''ferahlamaktan  ve ferahlatmaktan ''

Dertleri ortadan kaldırabilecek, yok edecek bir meziyetim, gücümün olmadığı bu sıradışı dönemde yapabileceğim en güzel ve anlamlı şeyin,  yüreklere su serperek, derdi olan kişinin yüreğini ferahlamasını sağlamak olduğunu keşfettim.

Böylece ferahlayan kişinin kendisini duyguca bollukta, hacimsel olarak ise kudretli hissetmesini sağlayarak derdinin ya olduğundan daha küçük olmasını sağlayabilmek ya da bazen de koşulsuz maddi -manevi ihtiyacını  karşılayarak yüreğinin bir süreliğine ferahlamasını arzu ettim.

Bu sıkışık ruhların  yerde aradığını göklerden bulabilmeleri , hayatında hiç tatmadığı mucizevi bir duyguyu tatabilmeleri için de  açık açık talep ettim yüzü gülen , yüreği herhangi bir sebepten ferahlamış dostlarımdan. Adeta dilime pelesenk ettim, her cümlemin sonuna ekleyerek ; 

''Mutlaka yüz güldürünüz, çaresiz yüreklere azıcık da olsa imkanınız ile doğru orantılı su serpiniz.'' dedim. Demekteyim.

Bu amansız salgına kadar kolektif bir amaç için bir araya gelmeyi becerememiş bencil ve çıkarcı insanlığın bence en büyük sınavı da fırsatı da - üstüne üstlük herşeyin çözümünün bu denli kolaylaştığı bir döneme rağmen-  kolektif bir şekilde emek birliği yaparak başka bir insanlık tanımı yaratabilmesi. 

2020 'nin benim için en anlamlı bilançosu emek birliği ile yüreklere su serpmek ise şükrettiğim şey ise bunu yapabilmek oldu. Yüz güldürebildiğime şükretmek ...



16 Aralık 2020 Çarşamba

Anlam arayışı ve kuyruğu dik tutmak

Şüphesiz 2020 zor bir seneydi. Hayatın tam anlamıyla durma noktasına geldiği bir sene oldu. 

Tüm dünya aynı anda durdu. 

Elimizden tüm isteklerimiz, niyetlerimiz, özgürlüğümüz, esnekliğimiz bir anda alındı. Olmayacak şeyler oldu, ülkeler sınırlarını  kapattı. Olmayacak şeyler oldu sevdiklerimize sarılamadık, zor anlarda sırt sıvazlayamadık. Olmayacak şey oldu, gencecik ve sağlıklı  tanıdıklarımız bu yüzden öldü.Olmayacak şey oldu anne ve babalarımıza hayat enerjisi vermek yerine onların hayatlarını almamak adına onları görmemeyi tercih ettik . Olmayacak şeyler oldu, şıkır şıkır giyinip işe gidemedik. Olmayacak şeyler oldu evimiz gerçek anlamda kalemiz oldu. Olmayacak şeyler oldu gençler aşklarını doyasıya yaşamadı, çocuklar da çocukluklarını...

Bitmemiş bir şeyin halen göbeğindeyiz.

Kuyruğu dik tutmaya çalışıyoruz. 

Çok düşündüm ve halen de düşünmekteyim.

Benim bu döneme yüklediğim duygu ne idi ? Bu dönem en çok kimi takdir ettim? En çok kim bana ilham verdi?  diye.

Çok net bir kazananı, kahramanı  oldu bu dönemin benim için. 

Ayrıca bir yazı konusu olacak kadar özel bir insan olan babam benim bu dönemimin kahramanıydı. 

Babam Mart ayında ülkemizde görülen pandemiden tam 3 ay önce,  bir Aralık ayı gününde, yani tam  1 sene önce, 18 senelik eşini kaybetti. Yaşları ileri olan sıradan bir çiftin sıradan bir haberi olabilirdi bu haber. Ama  23 senelik  ikinci eşini de benzer bir hastalıktan , yılın aynı ayında , aynı fedakarlıklarla öbür dünyaya yolcu etmiş birisinin üstüne üstlük  geride kalanın bir erkek olması,  haber değerini belki biraz -tesadüf sayılacak olaylardan ötürü- artırabilirdi.

Ancak  ikinci  eşini teslim aldığı morgun bulunduğu kabristanda,  200 metre ötesinde annemin yatıyor olması,  babamın annemin kaybı üzerinden neredeyse 30 sene sonra halen annem ve ilişkileri için hüngür hüngür ağlıyor olması, O'na doyamamış olması, özlemi, hasreti, isyanı,  2 eşini de kaybetmiş , yaşama tutunmaya çalışan babam ve  biz sevdikleri için pek sıradan, kolay sindirilecek bir olay değildi maalesef. 

Ve babam bu kadar iyi eğitimli, çalışkan, üretken haliyle hayatta herseyi kendisi için düşünmüş ama 2 eş kaybını yaşayarak, yine, yeni, yeniden  önce 50 yaşında sonra da  80 yaşında dul kalarak yaşamına devam edeceğini düşlememişti herhalde...

Ama hep dediğim üzere hayat işte...

Dolayısıyla pandemiden hepimiz farklı ölçülerde nasibimizi almış olsak da babam ve babam gibi yalnız yaşayanları daha başka etkiledi bu vurucu salgın.

Babam için oldukça üzgün ve tedirgindim pandemi başladığında. Ta ki yazın birlikte yazlığımızda vakit geçirene kadar. Bu zaman zarfında babam uzunca bir süre bize geldi gitti. Dolayısıyla babamı bu pandemi döneminde hem yalnız bırakmadığıma sevindim hem de babamı 80'ine yakın tekrar keşfetmenin haklı gururunu yaşadım.

Bu yaza kadar her yaz babam ve eşi birlikte bize gelir, biz de kendilerini odağa koyarak  gezme tozma planları yapardık. 

Bu sefer  ise babam bizim programlarımıza katıldı, evimize gelen arkadaşlarımızla arkadaşlık yaptı, bizimle birlikte başka arkadaşlarımızın evine misafirliğe gitti.

Dolayısıyla kendi sosyal plan ve programlarımızın merkezindeydi babam. Eve gelen her arkadaş grubumuzla konuşabileceği konuları çok rahatlıkla ve güncel olarak konuşabildi(k).

Ekonomi, temel bilimler, spor ( her dalı ama başta basketbol ve futbol ) mühendislik, bankacılık , magazin :) ve aklıma şu an gelmeyen her bir konuyu enine boyuna ve son derece güncel bir şekilde dile getirip tartışabildi(k)

Newyork 'da yaşayan Belçikalı bir arkadaşlarımız geldiğinde kendileri ile son derece akıcı bir ingilizce konuşup, ABD 'de yaşadığı dönemi, Belçika 'da yapmış olduğu staj günlerini anlatınca benim de bilmediğim bir sürü kıymetli anıyı öğrenmiş olduk. Yani diyeceğim o ki, her ortamda misafirlerim değil babam başrol oyuncusu idi. Ama hakkını veren bir başrol oyuncusu oldu. Zaten Al Pacino ve Robert de Niro karışımı olan havası ve karizması ile yaşının ve yaşadıklarının ötesinde bir performans sergiledi. 

Tam 1 sene önce yaşadığı kayba, pandemiye , yalnızlığına ve  herkesin birbirinden korkarak iletişimi en aza indirdiği bir dönemde arkadaşsızlığa rağmen  babam son derece güncel, yarın iş hayatına atılıp karar alacakmış  gibi bilgili ve sağduyulu, hayatta yapması gereken herşeyi layığıyla yapabildiğine olan inancı ve dolayısıyla huzuru , bizlere olan sevgisi ve gözlerinden okunan  gururu sayesinde,  bunca yaşadığı kadersel olaylara rağmen hayatın ANLAMInı bulabildiğini tüm hücrelerime  kadar hissettirdi.

Son 2 aydır ise evde yardımcısız olsa da  18 sene sonra tekrar ev işlerini yapıyor olmaktan bir anlamda mutlu. Kendini,  yatılı yardımcısı olduğu dönemde fazla tembelliğe alıştırdığını düşünerek , şimdi spor yapamadığı ve özgürce sokaklarda dolaşamadığı bir zaman diliminde,  ev temizliğine ve yemek yapmaya vermiş durumda. Önceleri altını yaktığı yemekleri olmuşsa olsa da, şu an elinin ayarı gelip yemeklerin lezzeti yerine gelince babama da bir güven, yeterlilik , şükür ve ağız tadı geldi haliyle...

Hayat hep derim ki ağız tadı ile gelsin, ağız tadı versin. 

Hayatın hakkını , hayatın anlamını bularak veren, kuyruğunu çoğu zaman dik tutan , sadece 2020'nin değil 46 yıllık kahramanım olan babamın,  kalan ömründe de hep ağız tadıyla yaşaması en büyük dileğim ve isteğimdir.

Bu bağlamda bir sene önce okuduğum ve çok beğendiğim Victor Frankl'ın '' İnsanın anlam arayışı '' kitabında altını çizerek ve çok severek okuduğum kitaptan bazı yerlerini babam adına  için paylaşmak istedim...

 ''İnsan, tamamen koşullandırılmış ve belirlenmiş değildir, daha çok, ister koşullara boyun eğsin, ister karşı gelsin, kendini belirlemektedir. Başka bir deyişle, insan nihai anlamda kendini belirleyen bir varlıktır.İnsan varolmakla yetinmez,bunun yerine her zaman için varoluşunun kaderine , bir sonraki anda kendisinin ne olacağına karar verir.''

'' İnsan,sıradan bir şey , bir nesne değildir, nesneler birbirini belirler ama insan nihai anlamda kendini belirleyen bir varlıktır.Mevcut yetilerinin ve çevrenin sınırları dahilinde, olduğu kişi neyse onu kendinden yaratmıştır.Örneğin toplama kamplarında, bu yaşayan laboratuarda ve bu sınav alanında, yoldaşlarımızdan bazılarının domuz gibi bazılarının da aziz gibi davrandığına tanık olduk. İnsanın içinde her iki potansiyel de vardır ve hangisinin gerçekleşeceği koşullara değil kararlara bağlıdır ''

'' Görüldüğü üzere öncelik, acı çekmemize neden olan durumu yaratıcı bir şekilde değiştirmekte yatmaktadır.Ama üstünlük gerektiği takdirde '' acı çekmesini bilmektir''..... '' son günlerde en çok saygı duyulan insanların büyük sanatçılar, ünlü bilimciler , büyük devlet adamları ya da sporcular değil yaşadıkları kötü kaderin efendisi olmayı başaran insanlar olduğu göstermiştir.''

'' Yaşlıların gelecekte hiçbir fırsatı, olasılığı olmadığı doğrudur. Ama onlar bundan fazlasına sahiptir.Gelecekteki olasılıklar yerine, geçmişin gerçeklikleri- gerçekleştirdikleri potansiyeller , buldukları anlamlar, değerler var ve hiç kimse ve hiçbir şey bu değerleri geçmişten koparamaz ''



14 Aralık 2020 Pazartesi

Geçmiş

2020 senesinde geleceğimi düşlemek ve yaratmak konusunda ne kadar az başarılı gördüysem kendimi , geçmişime dair ilişkim ile  gurur duydum bu zor dönemde. 

Bildiğiniz üzere bu mekan, şu sıralar 8. senesini geride bırakıyor. Sadece bu mekana akıttığım duygu ve düşüncelerim, irdelemelerim, deşmelerim, tercihlerim, bilinçli sadeleşmelerim sayesinde ben,  uzunca bir zamandır geçmişimi geçmiş olarak görmeyip, koluma takıp onu orası senin burası benim gezdirmekteydim.

Geçmiş dediğim sepete koyduğum herşeye çok uzun süredir şükretmekteydim. Farkındalıklı bir şükür ile.

Başıma gelen iyi, kötü, haksızlıklar, kadersel olaylar,  bilinçli istismarlar, hepsini ama hepsini zaman içerisinde kabul edip bağrıma bastım. İyi ki dedim kendilerine. Başıma gelen en güzel şey, çok isteyipte başıma gelmeyenler olmuş dedim. İyi ki bu kadar çeşitli ve beklenmedik şeyler yaşamışım deyip bağrıma bastım. Bağrıma bastıkça  kabullendim. Kabullendikçe hafifledim ve sakinledim. Netleştim.

O yüzden ben 2020 'nin bu canhıraş yangınına  çok uzun süredir hazırlanıyormuşum gibi hissettim. Oldukça sakin, hazır ve nettim. Geçmişimden getirdiğim hiçbir yüküm yoktu sırt çantamda. Ne zihnimde ne yüreğimde bir uğultu, vızıltı, bağırış çağırış olmadı. 

2020 her anıyla akışta olduğum, kabullendiğim ve  kolaylıkla ilerlediğim bir sene hatta milat oldu benim için. 

Birkaç senedir yazılarıma da yansıttığım üzere; kendim ve ailem için en büyük dileğim; kolaylıkla akabilmek idi. Bir şeyi oldurtmaya çalışmak için kendi performansımın ve seviyenin üstünde bir güç ve efor sarfederek, yıpranmak, yıpratmak  yerine, olanla akabilmek, uyumlanabilmek, olanı kabullenerek keyif alabilmek idi en kalpten dileğim.

2020 senesi bu dileğimi gerçekleştirebildiğime, sözde değil özde de uygulayabildiğim için kendimle gurur duyduğum bir sene olarak kayıtlara geçebilir.

Hazırım 2021 seninle de elele verip akmaya, coşmaya, yolumu bulmaya...


13 Aralık 2020 Pazar

20 de 20...2020

Oturdum düşünmeye. Baktım içimden geçenlere. Aldım elime kalemi. Bekledim bekledim akmadı bir türlü. 

Nasıl bir sene idi bu 2020 diye. Böyle bir zamana denk gelmek, deneyimlemek.

Düşünmesi zor, idraki zor olan bir zamanı kolay anlatamayacağım sanırım. Kolay anlatamayacağımı anlayınca zamanı bölmeye başladım. Neler konuştuğuma kulak kesildim. Aylara döndüm, mekanları taradım ve aşağı yukarı bir şeyler akmaya başladı.

Senenin bitmesine aşağı yukarı 20 gün kaldığı bugünden itibaren her gün, bu geçmiş zamana dair bir deneyimimi aktarsam ancak bu olağanüstü zamanın hakkını verebilirim. 

O yüzden de başlığım 2020 senesinde 20 de 20...Aşağıya akıttıklarım bu sene ağzımdan çokça çıktığını düşündüğüm kelimeler , kavramlar...Unuttuklarım kesin vardır, yazıp deşerken kendimi, kesin saçılırlar ortaya haklarını ararlar zannımca.

20 günde 20 de 20 'yi anlamlandırarak 2020 senesini kavramaya hazırım sanırım. Sıralama henüz yapmıyorum ama yaza yaza bakalım kafamda bir sıralama doğaçlama olacak mı ? Onu da en son yazımda anlarım.

  • Empati
  • İçimizdeki çocuk
  • Aylaklık
  • Sadelik
  • Aile
  • Yüz güldürmek, yürek ferahlatmak
  • Keşfetmek
  • Geçmiş 
  • Gelecek 
  • Hareket 
  • İletişim
  • Akış 
  • Şükretmek
  • Annelik 
  • Kuyruğu dik tutmak 
  • Denge
  • Engellerden fırsatlara
  • Anlam
  • Gönülden gönüllülük
  • Dostluk
Fazla vaktim kalmadığı için hemen yazmaya başlamak istedim. İçlerinden bir tanesini çektim çıkardım ; gelecek çıktı...

GELECEK 

2020'de beni en çok şaşırtan gerçeğim hiç hayal kurmayışım oldu. Bunu fark ettiğim andan itibaren kendimi hayal kurmaya ittiysem de  her seferinde '' du bakalım sırası değil şimdi '' dediğimi duydum kendime. 

Geleceği düşünmenin ve hayal kurmanın sırası olmadığını , hatta ayıp olduğunu düşündürttü bana 2020. 

Kendimi sadece şu zamana hapsettim, çerçevelerimi kalınca çizdim, pencerelerimi sıkıca kapadım, kendimi ve enerjimi korumaya aldım. Sahip olduklarım başıma gelen en güzel şeymiş, hayal kurmak sadece daha fazlasını istemekmiş gibi geldi. Daha fazlasını istemek ise şu zamanın en büyük günahıymış gibi hissettirdi.

Halbuki çocukluğumdan itibaren güçlü hayalleri, istekleri olan birisiydim. Hatta yarattığım hayaller, inandıklarım bu yaşıma kadar anlatacağım komik tesadüflere, hikayelere dönüşmüşken şimdi neden geleceğimi düşünmekten, düşlemekten kaçınıyordum ? 

Gelecek sadece bu dönemde  çocuklarıma aittir dedim. Onların hayalleri olabilir, ben de ancak onların hayallerine ulaşmasına yardımcı olabilirim diye kendimi inandırdım. 

Hayal kurmak fazlasını istemek miydi sahiden ? Nefes almak bile çok kıymete dönüşmüşken arsızlık mıydı ? 

Bilge kişilerin dediği gibi yaşam andan ibaret idi.  2020  ise sadece anlardan oluşuyordu ve içinde gelecek yoktu benim için. En sabırsız halimle sabırlı olmayı, geçeceğini sabırla beklediğim, anda kaldığım ama kesinlikle geleceği düşünmediğim bir zaman dilimiydi.

Sanki bir oyundayız ve başka bir aşamaya geçiyoruz da tüm enerjimizi aşama  atlamaya vermiş geride başka bir enerjimiz kalmamış gibiyiz. Hele bir deyip duruyoruz sanki. Hele bir...  

Peki  bu pandemi denilen sıradışı zamanın geçeceğini dilemek ve  beklemek , geleceği düşünmek değil miydi ? 

Gelecek pasif de beklenebilir miydi ? Yoksa gelecek diye beklediğin, kurduğun hayaller içerisinde hep aktif bir rol almak mı zorundaydık ? Kendimizin farklı versiyonlarını, sürekli devinirken hayal etmek miydi geleceği düşlemek ? Yoksa sabır da geleceği düşünmenin , yaratmanın, beklemenin  bir unsuru muydu ? 

Cevabını halen bilmiyorum. Ama tasarıma ve tasarlamaya olan merakım ve inancımı kaybetmemek adına kendi kendime şunları yazarken buldum kendimi.

Sabır . 
Gelecek. 
Gelecek sabırla gelecek. 

Hele bi 2020 'yi uğurlayalım...





9 Kasım 2020 Pazartesi

Hiç tanışmadığım büyükbabamın kaleminden 10 Kasım...

 


Ailemizde yazar yok ama kalem tutan çok. Ama özellikle diş hekimi olupta kendisini kürsülerden seslenerek, yerel gazetelere yazarak ifade etmiş bir büyükbabam var. İnsanların ağız kokusunu çekmek yerine edebiyat öğretmeni olmuş, yaptığı hoş sohbetlerle herkesin gönlünü kazanmış, anlaşıldığından emin olmadan bu dünyadan erken gitmiş bir eş ve bir baba olan büyükbabam... 


Hiç tanımadığım Atatürk'e hiç tanımadığım büyükbabam , 1 tanesini Atatürk'ün ölümünden sadece 2 gün sonra, diğerini ise 2 hafta sonra olmak üzere,  Edirne yerel gazetesinde böyle seslenmiş.( aşağıda ) 

Yazdığı yazılardaki türkçenin duruluğu, Atatürk'e hayranlığı, duruşu, gönlünün güzelliği, bilgeliği üzerinden 82 sene geçmiş olmasına rağmen halen çok güncel, çarpıcı ve  çok kıymetli. Pek tabii ki  benim için.

O'nun Atatürk için yazdığı gibi  ben de hiç tanımadığım büyükbabamı, kimbilir  belki de  kutupyıldızı veya  çoban yıldızında, gözlerimle arayarak, içimde O'nu buldukça yol, yön  alacağım.


Belki de sadece bu yüzden yazmaya daha fazla vakit ayırmalı, kendimi yeterince ifade ettiğime emin olmadan bu dünyadan gitmemeliyim.

Hiç tanımadığım bu iki özel insana bitmeyecek minnet , sevgi ve hasretle...

Mekanları cennet olsun, Allah gani gani rahmet eylesin...











11 Haziran 2020 Perşembe

Sesleniş

''Deniz gibi günler…bazen çekiliyor, bazen dalgalarla yükseliyor, ara sıra kayalara çarpıyor. Garip bir hüzün çöküyor üzerime zaman zaman. Dolunayda durgun sular gibi oluyorum. Özlediklerim var… cafelerde oturmak, alışveriş yapmak değil onlar. Daha önce hayatımda var olmayan şeyleri özlüyorum. Doğanın içinde sessizce yürümeyi özlüyorum. Uzun uzun yolları yürüyerek, usul usul aşmayı özlüyorum mesela. Çimlere uzanıp gökyüzüne, geçen bulutlara bakmayı özlüyorum. Bazen de neyi özlediğimi bilmeden özlüyorum bir şeyleri. Oğlumu özlüyorum. 

Sheila Bender, dostum, mentorum. Onunla son 6 haftadır Zoom’da buluşuyoruz. O Amerika’nın batısında ben Istanbul’da, aramızda 10 saat, bir kıta, okyanus ve milyonlarca insan var. Yine de her Salı akşamı Istanbul saatiyle 8’de sadece ikimiz varız bir ekranda. Kederi yazmak üzerine yaptığı atölyeleri sanal ortama taşımak için video hazırlıyoruz. O anlatıyor, ben dinliyorum. Sonra videoları hazırlıyorum. Atölyenin her bölümünü mutlaka en az 8 defa dinlemiş oluyorum. Her defasında yeniden dinler gibi. Bir şiir okuyor Sheila, “Sesleniyorum..” diye başlıyor. 20 sene önce ölen oğlunu ondan alan dağlara sesleniyor, kara, ağaçlara sesleniyor, hastane odasındaki makinelere sesleniyor. Seslenmek, çağırmak yaşananları. Alıştırma güzel ama çok derine götürmez beni diye düşünüyorum. Sonra “otur yap” diyorum kendime. En basit gördüğüm alıştırmaların bana nasıl tokat attığını, nasıl iyi geldiğini, ruhumun bilmediğim kuytularından nasıl hatırlamadığım anıları çekip çıkarttığını, nefes aldırdığını ve doğru olmasına takılmadan ne kadar güzel yazdırdığını biliyorum aslında. 

Defteri açıp yazıyorum…

Sesleniyorum…mavi
bir hastane odasına
polonyalı doktor kadına
annemin terliklerine

Sesleniyorum…duvarda
suluboya renkleriyle asılı 
duran Masai savaşçısına
Annemin yasına

Sesleniyorum…öfkemize
hiç duymadığım çığlıklara
hiç görmediğim hüzne
Nijerya’da nerede olduğunu
bilmediğim o ufak 
mezara

Sonraki günlerde hep yazıyorum. Hep sesleniyorum, hep çağırıyorum. Çağırdıkça deniz duruluyor, dalgası usul usul sahile akıyor. 

Yazmak nerede, ne zaman, nasıl bıraktığımızı bilmediğimiz parçalarımıza seslenmek, geri çağırmaktır. Yaralarımızla, öfkelerimizle, coşkularımızla, kaygılarımızla, gidenlerimizle gelenlerimizle buluşmak, parçaları toparlamak, her halimizle tam olmaktır. Ruhunuzun biriktirdiği hikayelerin kapılarını açın, denizin sesini, kendi sesinizi duyun. ''

----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Bu sabah gözümü bu yazıyla açtım. Geçen sene 1 sene boyunca devam ettiğim yaratıcı yazarlık atölyesindeki pek değerli Yeşim Cimcoz 'un seslenmesi idi bu ... Yazmaya olan ihtiyacı, yazarak durulabilmesi, usul usul akabilmesi, kuytu köşelerine bakabilme cüreti , kelimeleri, vurgusu, tonu, yalınlığı, yitip gidenlere olan özlemi benim de yazma sebebimin ta kendisi. 

Umarım kendime seslenişim hiç bitmez, kendi sesimi duymaya olan açlığım da hiç tükenmez...

Umarım:)


Yazmaya dair tutkunuz için https://sanalyazievi.com 

Bu yazı için https://sanalyazievi.com/dolunayda-durgun-deniz/?ck_subscriber_id=111965315


18 Mayıs 2020 Pazartesi

Yazabilmek

Aşağıdaki yazımı bundan tam tamına 6 sene önce yazmışım yine bu blogda. 

20 Mayıs 2014'de. 

Kim için yazdığımı, hangi duygunun beni yazmaya teşvik ettiğini inanın hatırlayamadım. Ama yazma sebebimi hatırlamasam da bugün yazacak olsam aynı duyguları, aynı yoğunlukla dile dökerdim.

İşte bu yüzden bile günlük tutmayı seviyorum. Duygularımı ve düşüncelerimi 6 sene bile geçse üzerinden gözden geçirmeme, iyi ki dememe sebep oluyor.

Her bir cümlemim altına imza atarım, kucaklar , sarılım. 

İyi ki yazabiliyorum. 

Yazmak ve yazabilmek arasındaki ince ipte iyi ki yürüyebiliyor, dile getirebiliyorum.





SÖZÜN BİTTİĞİ AN'LAR

Şu son zamanlarda yaşadığımız toplumsal travmaların yanısıra bireysel olarak da üst üste; sevdiğim, dokunduğum, geçmişimde veya güncel zamanda kıymetli an'lar yarattığım sevdiklerimin, kimilerinin hastalık kimilerinin ise kayıp haberleri ile sarsıldım maalesef.

Böyle zamanlarda yaşanmış an'lar sözün bittiği an'lara bırakıyor kendini maalesef. 

Ateş önce düştüğü yeri yakıyor malum. Ama sonra o ateşin sıcaklığını bir şekilde hissetmiş olanlar da nasibini alıyor bu yokluktan. Hatta bu ateşi hiç hissedememiş bile olsan hissedebiliyorsun yokluğun yokluğunu çekenleri. Bireysel veya toplumsal fark etmeksizin.

Şu son zamanlarda hep aynı soruyorum aslında ''Kim için üzülüyorum ? Giden için mi yoksa geride kalanlar için mi ?'' 

Sadece kendime sormuyorum aslında bu soruyu. Çok sevdiğinin ardından gözyaşı döken herkese yöneltiyorum...

Ne de olsa gidenin gittiği yerin nasıl bir yer olduğunu bilmiyoruz. Daha iyisini yaşıyorsa üzülmek boşuna. Öyleyse kendi yoksunluğumuz, noksanlığımız, özlemimiz  için üzülüyoruz çoğu zaman. Peki bu bencillik mi ? o zaman diye deşmeye devam ederken buluyorum kimi zaman.

Her defasında ; hayatın bu sarsıcı ama bir o kadar da gerçekliği karşısında kendimi, taleplerimi, mutluluklarımı, yersiz endişelerimi bir nebze daha hizalarken buluyorum. 

Hani çocukların dişlerine ortodontik sorunlar yüzünden tel takılır ve belli aşamalarda o tellerin sıkılığı dişleri aynı hizaya getirmek için biraz daha sıkılır ya işte aynen öyle yapıyorum ben de kendime, taleplerime...

Yaş aldıkça biraz daha bırakıyorum sanal dertlerimi; sıkılan tel misali. Hizalıyorum gerçek taleplerimi, isteklerimi. İhtiraslar ilk elden hemen eleniyor. Yersiz endişeler de. Çoluk çocuğa dair egosal talepler bile o denli sırıtıyor ki bu zamanda...Hemen üstü cart diye çiziliyor. Gelip geçici değil kalıcı bir şekilde üstü çizildikçe samimi oluyor. O zaman gerçek hizalanma vuku buluyor. 
Yoksa cart diye yapan çok ama samimi olan yok. Yani lafta kalan, her kayıpta sarf edilen, samimi olmayan mış'ları yaparak mış 'ca yaşayan çok.

Ateş düştüğü yeri yakıyor.

Ama sende eğer o ateşten bir şekilde nasibini aldıysan çok daha kolay yapabiliyorsun bu hizalanmayı.

Basiti daha iyi anlıyorsun. 

Basit yaşamayı da.

Basiti yaratmayı da.

Gelecekten de basiti bekliyorsun.

Basitin gelecek olduğunu biliyorsun belki de.

Görmüş geçirmişliklerin yolunu öyle bir aydınlatıyor ki ''farkındalığın'' sayesinde yanlış yola sapma ihtimalin her geçen gün azalıyor.

Huzuru daha kolay buluyorsun böylelikle.

Hizalanarak.

Aşağıdaki fotoğrafı ilk gördüğümden beri kendime çok yakıştırdım. Sadece nasıl bir yazıda akıtacağımı bilememiştim.

Her geçen gün basiti daha fazla arayarak yaş almak ve neleri yapabilmek istediğime dair çok güzel bir imge oldu benim için.

Yüzündeki huzur da cabası.

Bu dünyadan başka diyarlara doğru yola çıkan herkesin de böyle ''huzurla '' ve '' ışıkla'' gidebilmesi dileğiyle,

Yolları ışık olsun; ışıkla ve huzurla dolsun...






10 Mayıs 2020 Pazar

Anneliğime dair karnem ...


Bugün anneler günü. Benim de anneliğimi değerlendirdiğim bir gün...

Geçen sene okuduğum, eski First Lady Michelle Obama'nın yazdığı ve benim de bir solukta okuduğum '' Becoming '' kitabı uzun süredir okuduğum en güzel kitaplardan biriydi. İngilizcesini okuduğum için aklımda kalan en vurucu cümle olan, yazarın da her farklı tecrübesi esnasında sorduğu soru  '' Am I good enough ? '' sorusu  oldu.

Benim şu ana kadar ki annelik karneme de baktığımda uzun süre en çok bu soruyu kendime sorduğumu söyleyebilirim. Özellikle de en tecrübesiz dönemimde ...

Yeterince iyi miyim acaba?

Artık küçük çocuğum yok. Kızım 17 oğlum 11 yaşında. Karnemi her fırsatta yüzüme vuruyorlar evelallah .

Burası benim günlüğüm. Ama bu günlüğümü yaratmamdaki tek ve en önemli neden ileride çocuklarımın beni sadece anne kimliğimle değil de bir kadın, arkadaş, eş, çocuk kimliklerimle de tanımalarına yardımcı olmaktı. Beni tanımalarını, benim de  kendimi keşfetme süreçlerime tanıklık etmelerini sağlamaktı. O yüzden bu günlük daha çok kendimi, duygularımı , düşüncelerimi ifade ettiğim  daha az anne-çocuk ilişkimizi konu ettiğim bir dışavurum yerine dönüştü.

Ama bugün ilk defa kendi anneliğimi çocuklarımın gözünden değerlendirmek istedim.

Varsayımlarımla birlikte çocuklarımın kendi ifadeleri, eleştirileri, duygularından yola çıktığımı söyleyebilirim. 


Önce kızımın gözünden karnem;

Annem ; 

👏Benim kadar titiz olmadığı için beni gıcık eder. 
👏Sosyal olarak gezmemi destekler. Elinden gelen  desteği de verir. Getirir götürür, gece dışarı çıkmışsam  geç bile olsa gelir alır. Üşenmesi yoktur, arada söylenir o kadar. Söylenmesine de gıcık olurum.
👏 Ama aklına yatmayan bir planla gelirsem genellikle hayırı hayırdır. Ama genellikle istediğimi alabilirim.
👏Derslerimi önemser. Kesinlikle takip eder. Beklentisini esirgemez, vasat sevmez. Bu konuda çoğu zaman kendisine gıcık olurum..Beni kendi halime bırakmayışını sevmem. 
👏 Arkadaşlarımı sever, iletişimi güçlüdür. Çoğu zaman  okul hayatlarını. özel hayatlarını ve ilişkilerini sorar, merak eder.
👏Giyim kuşam tarzımı beğenir, destekler, karışmaz. 
👏 Makyajdan çok anlamaz. Çok da düşkün değildir. O'na arada sırada makyaj yapmak hoşuma gider
👏  Erkek arkadaşlarımı -olduğunda- paylaşabilir, tanıştırabilirim. Bu konuda anlayışlıdır.
👏 Hareketlidir. Dansı sever, güzel dans eder, arabada bağıra çağıra güzel müzik dinler. 
👏Hiç bir şeyi ertelemez. Aklına koyduğunu mutlaka yapar. 
👏Kıyafetlerini arada alıp giyebilirim. Tek kızdığı şey giydikten sonra hemen '' yıkamaya '' atmam olacaktır.  (Doğru okudunuz, yıkamamam değil hemen yıkamama çok kızar. )
👏Güzel takıları vardır. Takı taktığımı gördüğünde hemen iltifat eder. Takılarını da takmamdan hoşlanır.
👏 Annem kendi arkadaşları ile iletişim halinde olmamdan hoşlanır, teşvik eder.
👏Benden kesinlikle daha sabırsızdır. Daha da hırslıdır. Bazen O'nun hayatta daha yoğun çalışma hayatının olmasını ve bizimle uğraşamayacak kadar yoğun olmasını dilerim.
👏Annemden bir şey istersem - okula dair bir iş vs - kesinlikle gözüm arkada kalmaz. 
👏 Spor yapmamdan çok hoşlanır. Hele ki  düzenli yapmamdan. Hatta empoze eder. 
👏 Bazen çok felsefik ve soyut konuşur ve ben anlamam. 
👏 Sürekli dik durmayışımı kızar, eleştirir.
👏 Geç yatışıma acaip laf eder, en çok tartıştığımız konudur . 



Sonra oğlumun gözünden karnem;

Annem 
👏 Çok çabuk parlar . Sonra hemen sakinler. Ama bu kadar çabuk sinirlenmeye gerek var mı? diye hep sorarım.
👏Beni destekler, özellikle de spor hayatımı.İyi bir taraftardır, izleyicidir. Spordan anlar. 
👏 Beklenmedik spor becerisi vardır. Futbol, basketbol oynarız birlikte. Şaşırtıcı şekilde iyi oynar. Hoşuma gider.
👏Eğlencelidir, komiktir. 
👏Derslerimi , ödevlerimi önemser. Zamanımı iyi yönetmemi ister. Beklentisi yüksektir.
👏Arkadaşlarımla ilgilidir, günceldir, onlarla görüşebilmem için elinden geleni yapar, getirir götürür.
👏Uyku öncesi konuşur, güleriz. Genellikle dedikodu yaparız. 
👏Fikirlerimi merak eder, dinler. Genellikle fikirlerimi önemser, öyle hissettirir.
👏Bazen yaptığım şeyleri abartır. Mesela çok fortnite oynadığımı düşünerek kızar. 
👏Bazen bana çok karışır, özellikle de saçıma...
👏Uyumludur. (Bu arada bu yorum tamamen Emir'in yorumu. Sormadım ne demek istediğini, hoşuma gitti hemen ekledim:) ) 
👏Herkesin içerisinde ''çişin mi geldi ? '' diye yüksek sesle sormasından nefret ederim (artık sormuyorum !!) 

Bu arada Emir'inkileri teyid ettim . Ela 'nınkileri kendi hayal gücümle yayınlamayı tercih ettim:)


Ben ise kendi anneliğimi tam olarak aşağıdaki videodaki Lady Di olarak görüyorum.Her daim zarif bulduğum Lady Di 'sin ama bir yandan da çocuğunun okulundaki bir aktivitede yarışan bir annesin...

Ve o yarışta önce kendin için sonra çocuğun için yarışıyorsun ama herşeyden önce ''kendi içindeki çocuğu korumak '' için varını yoğunu ortaya koyuyorsun. 

 O yüzden bu videodaki Lady Di 'yi görünce gülümsedim. Yakın buldum.

https://www.youtube.com/watch?v=jDXTzM4UbXM

Ben  46 yaşında bir anne olabilirim ama aynı zamanda  içindeki çocukla bağını kopartmak istemeyen bir yetişkinim.

Benim anneliğime dair sorum '' yeterince iyi miyim ? '' yerine bundan sonra
'' yeterince içimdeki çocuğu koruyabiliyor muyum acaba ? olacaktır .

İşte ben bunu yapabildikçe nedense karnemin de her daim iyi geliceğini düşünüyorum. Ama yarıştaki Lady Di gibi beklentisi yüksek bir anne olmaya devam ederek. Gerek kendimden gerek de çocuklarımdan...

Son olarak doğurmuş , doğurmamış içindeki çocuğa iyi ve şefkatli bakabilmiş,  koşulsuz sevgisini çocuklara sunabilmiş, rehberlik edebilmiş herkesin anneler gününü kutlarım.

30 Nisan 2020 Perşembe

Görece işte...



50 yaşındaki arkadaşım, Türkiye dışında yaşadığı ülkedeki Covid sonrası durumu, çalıştığı kurumun web sitesinde değerlendirmiş sonra da ''Büyüklerimizin dediği gibi zaman her şeyin ilacı'' diyerek yazısını bitirmiş.

Okur okumaz gülümsedim. 50 yaşına yaklaştığımız bu zamanlarda, kendimiz hayat denilen zaman yolculuğunda epeyce yol almışken zaman her şeyin ilacı lafının referansını halen büyüklerimize bıraktığımız için gülümsedim.

Kimbilir belki de o kadar büyümemişizdir?
Büyümek hem kime göre neye göre ?
Hayat işte.
Görece işte.

---------------------------------------------------------------------------------------------

Sıradan günler, olağanüstü zamanlar ...Ne tezat bir şey değil mi ?
Zaman olarak olağanüstü durumlar yaşıyoruz ama günlerimiz çok sıradan.
Halbuki gün de bir zaman değil mi ?
O zaman sıradan olan şey aynı zamanda nasıl olağanüstü olabilmekte?

Yıllar önceki bir görüşmemizde, sevdiğim bir Türk tasarımcısı, ''sıradan olmak çok zordur.
Sıradanlığı başarabilen az insan vardır '' demişti.

O zaman için bir anlam ifade etmese de Covid virüsünün sebep olduğu şu zamanda bu konu beni hayli düşündürttü...

Sıradan bir güne uyanmanın kendi içerisindeki mucizelerini görmeme vesile oldu.
Dinlediklerim, izlediklerim, okuduklarım, mutfakta yaptıklarım hep ama hep farklı. Yeni bilgiyi, deneyimi lıkır lıkır içiyorum.
Zamanımı yönetme biçmim bile değişti.
Zamanı yönetmemeyi öğreniyorum.
Zamana teslim olmaya çalışıyorum. Halen teslim olamasam da.
Gün içerisinde bazen dizi bile izliyorum. Bu benim için zamanı verimli kılmaya vargücüyle , oldurtmaya çalışan bir kişi için çılgınlık seviyesinde bir başkaldırı.
Geceleri çok geç başlayan -mesela gece 00.30 gibi -sosyal medyadaki canlı yayınlara katılıyorum. Benimle birlikte bağlanan 50.000 kişi gibi amaçsız ama kollektif yaşanan bir ana tanık oluyorum.
Gece yatışlarım gece 02.00- 02.30 buluyor ki üniversite yıllarında bile gece dışarı çıkmadıysam  geç yatamadım ben. Uykuma yenik düştüm hep.
Sanki evin yetişkini ben değilim de yeniliği deneyimleyen ergeniyim gibi hissediyorum.
Kızıma, oğluma çok geçlere kadar ellerinde telefon oturmamalarını söylüyorum ama onlar görmeden kendi sıradışılıklarımı yaparken yakalıyorum kendimi ...

Sıradan bir günün veya gecenin duyguları da deneyimlettikleri de hiç sıradan olmuyor böylelikle.
Sıradanlığa yüklediğim anlam değişti böylelikle.
Sıradan olabilmenin keyfini çıkartmaya başladım.

Bence bir çoğumuzun mutfağında hamur işi açarken , yaparken de duyduğu his bu...
Biz 21. yüzyıl kadınlarına hep beyin gücüyle yapılabilecek şeyler kodlandı, sıradışılık iş hayatı, meslek hayatı ile ilişkilendirildi.
Sıradanlık mutfaklarından çıkmayan, el becerisi yüksek annelerimiz ile ilişkilendirildi belki de . Ben ve arkadaşlarım gibiler ise aklımızı kullanarak ister evdeki yardımcılarımıza havale ederek  ister dışarıdan sipariş ederek mutfak ile ilişkimizi yapılandırdık.
Mutfağı küçümsedik, başkalarını aklımız ile etkilemeye verdik kendimizi.
Bu bizim sıradanımız oldu.

Şimdi ise mutfağı, hayatın başka kalbini, tadını tuzunu  keşfettiğimizden belki de evreka çığlıkları atıyoruz mutfaklardan.
Sıradan olmayı yüceltiyoruz böylelikle.
Olağanüstü zamanlarda sıradan olmayı öğreniyoruz.
Sıradan olmayı başarmaya çalışıyoruz.

Büyümek, başarmak, sıradan olmak...
Hem kime göre neye göre ?
Hayat işte.
Görece işte.

2 Nisan 2020 Perşembe

Yeni bilgi...


Kaçıncı yazıp yazıp silmem. Aklıma düşenler bile hızlıca gidiyorlar. Arkalarına bile bakmadan. Bende de durdurmaya çalışma hali pek yok. Onlar gidiyor, yeni düşünceler , duygular hızla yerini dolduruyor.

Tam oturuyorum dökmeye içimi ; bir bakıyorum onlar da gitmiş.
İçimde sürekli bir devinim.

Müzik ki dinlemeyi çok severim sakinleştiremiyor zihnimi.
Eski ve bildik şarkılar iyi gelir her zaman. Hizalar beni. Yıllar öncesindeki döngüme götürür bir güzel ama hızla da bugünüme ve anıma geri getirir. Bol şükürle.

Ama şu an bildik ve eski, dinlemeye doyamadığım şarkılar bile dinginleştirmiyor nefesimi.

Nefesim daha hızlanıyor sanki.

Karşıma çıkan şarkılar, aklıma düşenler, kalbimden geçenler hiç nefesimi sakinleştiremiyor.

Nefesimi kesen, sakinleştirenler fark ettim ki hiç şu ana kadar dinlemediklerim. İzlemediklerim. Bilmediklerim.
O zaman dikkat kesiliyorum.
Odaklanıyorum.

Şaşırıyorum. Şaşırmak beni sakinleştiriyor.

Böylesine hiç yaşanmamış bir döneme hiç dinlenmemiş müzikler iyi geliyor.
Şaşırmak da...

Enteresan diziler veya kitaplar okumakta iyi geliyor. İyi gelenlerin ortak özelliği; biyografik veya gerçek hikayeleri aktarmaları. Fantastik geçmekte olan bu dönemde beni topraklıyor gerçek bilgiler.

İnanılmaz hızla öğreniyorum, ilginç bir şekilde odaklanıyorum, merakım ve dikkatim en üst düzeye çıkıyorum.
Eskiye hatta çok eskiye ait ama bana ''yeni bilgi ''olan ve beni şaşırtan her şey bana iyi geliyor.
Geçen akşam yakın bir arkadaşlarımızın önerisi ile zoom üzerinden bilgi yarışması yaptık mesela. İnanılmaz iyi geldi.
Bilmek ve bilebilmek değil ama öğrenmek ve şaşırmak iyi geldi.

Öyle bir dönem ki bize bildirmek istediği kesinlikle ''yeni bilgiler'' var. Yeni tınılar, dinletmek istediği yeni müzikler var.

Biraz sakinleyip, nefesinizi ve zihninizi kontrol etmek isterseniz yeni bilgilerin peşine düşün, kendinizi  şaşırtın.

Yaptıklarınız, denedikleriniz veya öğreneceklerinizle...

Yazının başında, yazının sonunun nereye gideceğini bilmiyordum ve içimden bu çıkarak beni şaşırttı.
Rahatladım.
Ohh be.









29 Mart 2020 Pazar

Yaratma cesareti



https://www.youtube.com/watch?v=iEoXxnE_H04&feature=youtu.be

2 senedir tek bir yazı yazmadığım günlüğüme  neden tekrar aç bir kurt gibi yazmaya başladığımı içgüdüsel  olarak  biliyordum ama videodaki - meşhur varoluşçu olduğunu şu an öğrendiğim- Rollo May 'ın cümlelerinde adeta kendimi buldum...

''Kaygıyı ortadan kaldırılması gereken bir semptom olarak değilde hayatın anlamını keşfetmeye açılan bir kapı olarak görüyorsunuz '' 

'' Kaygı yaratıcılıkla ilgilidir ''

''Neşe, yeteneklerinizi, aklınızı ve tüm varlığınızı yüce amaçlara ulaşma yolunda kullanmaktan aldığınız haz ile ifade eder ''

Keşfedebildiğim kadarıyla ben de, sizlerde de varolduğuna emin olduğum '' cesaret'' ile yaratma isteğimi birleştirip, içimden taşan yaratma cesaretimi yazıya dökmeye çalışıyorum. İçimdeki bu cesareti tetikleyen yegane şey ise  taşıdığım kaygılarım anladığım kadarıyla.

İşte tam da bu günlerde, amatörce günlük yazarken, tutunduğum en önemli ümit dalı ise  nice sıradan olduklarını düşünen yaratıcıların, müzisyenlerin, ressamların, içlerinde  titreşmekte olan yaratma cesaretlerinin,  bir volkan gibi patlayarak adeta dahilik mertebesinde önemli dışavurumlara dönüştürecek olmaları ...

Bu dışavurumların sanat eseri olarak  kabul edilip edilmemesi de bence artık önemli bir unsur olmaktan çıkacak ...

Böylesine dönüştürücü zamanların tek ama tek geçerli akçesi ''yüreğimizi ne kadar titreştirebildiği '' olacak ...

Tıpkı yukarıda dinlediğim ve hayatta olmayan bir bilimadamın kıymetli olan görüşleri kadar, aşağıdaki bir yazarın- kitaplarını okumadım  ama blogunun sıkı bir takipçiyim - dün yazmış olduğu güncel bir yazısının halen yüreğimde yer etmesi gibi.

Yazının satır arasında yer alan '' ölümsüz olduğumuza dair duyduğumuz tuhaf inanç , yanılsama, kibirli, kavgacı ve kıymet bilmez tarafınızı keskinleştiriyor '' cümlesini buraya park ederek bir sonraki yazımda özellikle de  bu dönemdeki hissedilen kibire  dair düşüncelerimi mutlaka yazacağım, zira zor tutuyorum şu an içimde bile ...




Her birimiz bu evrende eşsiz ve çok kıymetli bir yer tutuyoruz  demiş yazar bir cümlesinde.

Biricikliğimizle ortaya çıkartacağımız nice yaratma cesaretine...



https://defnesumanblogs.com/2020/03/28/korona-gunlerinde-olum-uzerine/?fbclid=IwAR260GiFxyPHDDj6L7TIoBhE94ZjxrVhP-99J7W9wzOFi124ZUeZcdE8RwM



Defne Suman 'ın bir sürü duygusuna tanıklık ettiğim yukarıdaki yazısında  MS 'li kocasının durumu kalbimi ayrı bir sızlattı. Rahmetli annemin MS 'li günleri, endişeleri, dizlerinin bağını çözdürüp tüm özgüvenini elinden alan durumlarını gözümün önüne teker teker  getirdi. Neden ben ?  diye zor bir soru sordurtan MS 'in halen çaresinin bulunmamış olması da maalesef çok acı bir gerçek.

25 Mart 2020 Çarşamba

Samimiyet testi

Ölüm gibi bir şey oldu ama kimse ölmedi ...


Bir şarkı dizesi mi şu anki yaşanan ortam mı belli değil.

Ne vurucu bir cümle. Ölüm gibi bir şey oldu ama kimse ölmedi!

Düşündüm de cümlenin sihri bence ''gibi '' de.  İmişcesine diyor TDK, gibi için.

Sonra yine düşündüm. İmişcesine yaptıklarımıza, söylediklerimize, niyet ettiklerimize yakın geçmiş zaman diliminde .

-Haftaya kesin bir kahve içelim'ler 

-Şu sıralar çok yoğunum en kısa zamanda görüşelim'ler

-Sen, ben, bilmem kim mutlaka şuradaki bilmem nereye mutlaka gidelim 'ler

-İlk fırsatta kendim için, başkası için buna, şuna başlayacam'lar 

-Annemi , babama, amcama , yeğenime mutlaka uğrayacağım 'lar 

- Hep aklımdasın inan'lar

- Ben de çok özledim ama işte 'ler 



Niyetten aksiyona geçilemeyen, sözde, hoyratça savrulan kelimeler, cümleler. Enerjiler...

İmişcesine.

Samimiyet testine tabiyiz adeta bu dönemde.

Niyetlerimizle, kalbimizden geçirdiklerimizle, yaptıklarımız ve yapacaklarımızla...

Corona 'dan ölmesek bile samimiyetsizlikten öleceğiz belki de.
Belki de geçeceğiz bu sınavı.

Tek bir şartla.

Samimiyetle.

Ve çok uzak olmadığına inandığım yakın bir zamanda, bir gece, bir barda, kalabalık arasında, sıkış tepiş, dans ederken, kulağımıza;

  '' Ölüm gibi bir şey oldu ama kimse ölmedi ''

tınısı geldiğinde, gözlerimizin taa içine bakıp ne diyeceğimizi çok ama çok merak ediyorum.

Ne yapacağımızı ?
Nasıl hissedeceğimizi ?
Hislerimizi nasıl dile getireceğimizi de ?

Hoyratça mı yoksa samimiyetle mi ?

Yoksa belki de hiç geçemeyeceğiz bu sınavı...

Kim bilir ?






22 Mart 2020 Pazar

Hepiniz hoşgelmişsiniz !

Saçlarımı kestirdim. Eskisi gibi kısacık değil. Mesela düğünümdeki gibi değil ama uzun bir süredir olmadığı kadar kısa oldu.
Kendim oldum tekrar.
Misafirlikten evime dönmüş gibi oldum.


Yarın 46 yaşına basıyorum. Kimisi için bir şey ifade etmeyebilir. Ama mesela annemin, hiç bilmediği, yaşamadığı bir yaş olması benim için önemli bir dönüm noktası. Bu yaşıma kadar annemin fiziksel yokluğuna rağmen genetik mirasıma dair rehber sayılacak yaşanmış yılları vardı bana referans olabilecek olan.
Bundan sonrası ise yok.
Önümdeki yıllara dair defter bomboş.
Ben bu yaşımdan itibaren neler yaşarsam öyle dolacak o genetik defter, kızım ve olası torunlarım için.
Önemli görev olsa da boğazımda bir yumru. İçim buruk.
O'nsuzluğum milyon defa katlandı sanki.


Yazmaya karar verdim tekrar. Rutin oluşturabilmek için. Özellikle böylesine enteresan bir dönemde. Bir şeye kesinlikle dönüşeceğimiz ama neye dönüşeceğimize daha karar veremediğimiz bir dönemde.
Ben çerçeveleri severim.
Çerçeveler  hayata bağlar beni. Amaçsız kalmamamı, hayata asılmamı, annesizliğin üstesinden gelmemi sağlamışlardır uzun yıllar.
Önce çerçevelerin içine girer sonra da çerçeveyi genişletmek, yıkmak, dönüştürmek için vargücümle çalışırım.
Mücadele ederim bir nevi yarattığım çerçevem ile ...
Daha iyisi olabilmek için kimi zaman.
Şu sıralar ise çerçeve yaratmakta zorlanıyorum.
O yüzden yazarak asılmak istedim hayata. Rutinimi, ritmimi bulabilmek, yitip gitmemek için.
Aynısının tıpkısı bile olamayacak kadar gri olan günlere uyanırken.
Kısaca.




Kısa saçlarım, rutinim ve annem.
Beni ben yapan önemli unsurlar.
Müteşekkirim.
Ama en çok ve her zaman anneme...İyi ki doğurmuş beni bu yolculuğa.

Yeni yaşım, yeni rutinlerim, yeni dönüşeceğim benliklerim.
Gri günlere inat.
Hepiniz hoşgelmişsiniz!

Hoş geldim!

Yeni yılın ertesi, annemin başka diyarlara intikal edişinin tam göbeği, oğlumun yeni yaşının hemen öncesi bir zamanlardan merhaba! Uzun bir ...