18 Mayıs 2020 Pazartesi

Yazabilmek

Aşağıdaki yazımı bundan tam tamına 6 sene önce yazmışım yine bu blogda. 

20 Mayıs 2014'de. 

Kim için yazdığımı, hangi duygunun beni yazmaya teşvik ettiğini inanın hatırlayamadım. Ama yazma sebebimi hatırlamasam da bugün yazacak olsam aynı duyguları, aynı yoğunlukla dile dökerdim.

İşte bu yüzden bile günlük tutmayı seviyorum. Duygularımı ve düşüncelerimi 6 sene bile geçse üzerinden gözden geçirmeme, iyi ki dememe sebep oluyor.

Her bir cümlemim altına imza atarım, kucaklar , sarılım. 

İyi ki yazabiliyorum. 

Yazmak ve yazabilmek arasındaki ince ipte iyi ki yürüyebiliyor, dile getirebiliyorum.





SÖZÜN BİTTİĞİ AN'LAR

Şu son zamanlarda yaşadığımız toplumsal travmaların yanısıra bireysel olarak da üst üste; sevdiğim, dokunduğum, geçmişimde veya güncel zamanda kıymetli an'lar yarattığım sevdiklerimin, kimilerinin hastalık kimilerinin ise kayıp haberleri ile sarsıldım maalesef.

Böyle zamanlarda yaşanmış an'lar sözün bittiği an'lara bırakıyor kendini maalesef. 

Ateş önce düştüğü yeri yakıyor malum. Ama sonra o ateşin sıcaklığını bir şekilde hissetmiş olanlar da nasibini alıyor bu yokluktan. Hatta bu ateşi hiç hissedememiş bile olsan hissedebiliyorsun yokluğun yokluğunu çekenleri. Bireysel veya toplumsal fark etmeksizin.

Şu son zamanlarda hep aynı soruyorum aslında ''Kim için üzülüyorum ? Giden için mi yoksa geride kalanlar için mi ?'' 

Sadece kendime sormuyorum aslında bu soruyu. Çok sevdiğinin ardından gözyaşı döken herkese yöneltiyorum...

Ne de olsa gidenin gittiği yerin nasıl bir yer olduğunu bilmiyoruz. Daha iyisini yaşıyorsa üzülmek boşuna. Öyleyse kendi yoksunluğumuz, noksanlığımız, özlemimiz  için üzülüyoruz çoğu zaman. Peki bu bencillik mi ? o zaman diye deşmeye devam ederken buluyorum kimi zaman.

Her defasında ; hayatın bu sarsıcı ama bir o kadar da gerçekliği karşısında kendimi, taleplerimi, mutluluklarımı, yersiz endişelerimi bir nebze daha hizalarken buluyorum. 

Hani çocukların dişlerine ortodontik sorunlar yüzünden tel takılır ve belli aşamalarda o tellerin sıkılığı dişleri aynı hizaya getirmek için biraz daha sıkılır ya işte aynen öyle yapıyorum ben de kendime, taleplerime...

Yaş aldıkça biraz daha bırakıyorum sanal dertlerimi; sıkılan tel misali. Hizalıyorum gerçek taleplerimi, isteklerimi. İhtiraslar ilk elden hemen eleniyor. Yersiz endişeler de. Çoluk çocuğa dair egosal talepler bile o denli sırıtıyor ki bu zamanda...Hemen üstü cart diye çiziliyor. Gelip geçici değil kalıcı bir şekilde üstü çizildikçe samimi oluyor. O zaman gerçek hizalanma vuku buluyor. 
Yoksa cart diye yapan çok ama samimi olan yok. Yani lafta kalan, her kayıpta sarf edilen, samimi olmayan mış'ları yaparak mış 'ca yaşayan çok.

Ateş düştüğü yeri yakıyor.

Ama sende eğer o ateşten bir şekilde nasibini aldıysan çok daha kolay yapabiliyorsun bu hizalanmayı.

Basiti daha iyi anlıyorsun. 

Basit yaşamayı da.

Basiti yaratmayı da.

Gelecekten de basiti bekliyorsun.

Basitin gelecek olduğunu biliyorsun belki de.

Görmüş geçirmişliklerin yolunu öyle bir aydınlatıyor ki ''farkındalığın'' sayesinde yanlış yola sapma ihtimalin her geçen gün azalıyor.

Huzuru daha kolay buluyorsun böylelikle.

Hizalanarak.

Aşağıdaki fotoğrafı ilk gördüğümden beri kendime çok yakıştırdım. Sadece nasıl bir yazıda akıtacağımı bilememiştim.

Her geçen gün basiti daha fazla arayarak yaş almak ve neleri yapabilmek istediğime dair çok güzel bir imge oldu benim için.

Yüzündeki huzur da cabası.

Bu dünyadan başka diyarlara doğru yola çıkan herkesin de böyle ''huzurla '' ve '' ışıkla'' gidebilmesi dileğiyle,

Yolları ışık olsun; ışıkla ve huzurla dolsun...






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hoş geldim!

Yeni yılın ertesi, annemin başka diyarlara intikal edişinin tam göbeği, oğlumun yeni yaşının hemen öncesi bir zamanlardan merhaba! Uzun bir ...