Bir gün çok entresan bir şey oldu. Zihnimde bu konudaki endişeleri okumuş olduğunu düşündüğüm genç antrenör bana geldi ve dedi ki;
'' Biz burada çok mutsuzsuz. Başımıza bir Rus antrenör geldi ve yapımızı çok değiştirdi. Bizim çok kıymetli bir antrenörümüz var Serkan hoca; mili takım antrenörü idi. Çok yeni Levent Tenis Klubüne geçti ve orada alt yapı takımını kuracak. Siz oraya gidin bence '' dedi.
Ve genç antrenörün bizi yönlendirmesi ile -o zamanlar spordan çok briç vs gibi kağıt oynayanlarla dolu olan Levent Tenis klubünün - daha doğrusu Serkan Hoca 'nın- o klupteki ilk öğrencilerinden oldu Ela...
Serkan hoca, daha önceleri defaeten Milli Takım Kız takımının baş antrenörlüğünü yapmış, çok kıymetli bir antrenör. Bizim içinki kıymeti ise O'nun olgunluk dönemine denk gelmiş olmamız. Bütün deneme yanılmalarını, hırslarını, egosunu, erken yaşta gelen zorlama ve baskının nasıl geri teptiğini genç ergenlerde deneyimlemiş bir antrenör Serkan Hoca. Hayatın çok uzun bir zaman dilimine yayıldığını, hiç bir şeyin planlandığı ve umulduğu gibi gitmediğini, umulmadık taşların çok baş yardığını ise
( performans beklemedikleri sporcuların hiç beklenmedik bir zamanda onları nasıl olumlu anlamda şaşırttıklarını ) her daim anlatır.
Başarı için en temel koşulun sadece '' yaptığı ve emek verdiği şeyi sevmesinin '' yeterli olduğunu ve bunu nasıl defaten yine genç ergenlerde deneyimlediğini paylaşır.
Zorla güzellik olmaz der.
Baskı ise bir başarının en büyük düşmanıdır der.
Antreman için zorlamaz, turnuva için şart koşmaz, sadece yönlendirir, tavsiye verir.
Maç sonucunda bağırmaz, kızmaz çok ama çok sakin konuşur.
Geribildirim vermek istediği zaman öğrencisini göz teması kurmaya zorlamaz, öğrenci o konuşurken sağa sola baktığında bile söylenenleri pek ala kayıt altına aldığını söyler bize.
Ela'nın şu an farkında olmadığı, ama bizim farkında olarak başımıza gelen en güzel şeydir Serkan Hoca ve O'nun kurmuş olduğu ekibi.
Hiç pedagoga gitmedim ama Ela'ya ve gelişimine dair çok kıymetli 2 kişiden şu ana kadar görüş aldım ve almaktayım; bir tanesi drama öğretmeninden öbürü de Serkan Hoca 'dan.
Haftada 5 gün gittiği, her fırsatta turnuvalara katılan Ela için bir tutku mudur tenis ?
Doğrusu bilmiyorum. Ama şahsi fikrim zannetmiyorum!
Ama ciddiye aldığını ve emek vermekten keyif aldığını biliyorum.
Disiplinin hayatına olumlu katkısı olduğunu gördüğünü, tenisten çok farklı arkadaşlıklar kurduğunu, tenisin kendisine- kendisini sevmesi ve güvenmesi -konusunda çok olumlu katkısı olduğunun farkında olduğunu bildiğim gibi.
En yakın ama en yakın arkadaşının teniste O' ndan daha iyi olduğunun kendisinin de farkında olduğu gibi.
Hatta bir turnuvada karşılıklı oynadıkları maçta; kendine güvenmeyip maçı hemen verdiği gerçeği gibi.
En yakın arkadaşına ''sen teniste benden daha iyisin ama ben de senden matematikte daha iyiyim'' diye bir ödev icabı yazdığı mektuptaki gibi.
Herşeyin ama herşeyin farkında aslında Ela. Diğer tüm çocuklar gibi. Sadece sormak lazım. Doğru soruları sormak lazım.
Geçen gün bir tenis turnuvasında Ela 2.sette 4-0 yenik.
İlk seti nasılsa almıştı! ( Genellikle Ela ilk seti verir, sonra tiebreak'e taşır maçı. Maçlara genellikle geç ısınır ve asılır )
Rakibinin babası '' uzayacak maç '' dedi ve dışarı çıktı.
Tie break ' e gideceklerini kast etti.
Maçı uzaktan izleyen ben oyun sonuçlarına hakim değilim ama oyununu, kurgusunu ve mücadelesini uzaktan izliyorum.
Tam 1.5 saat sürdü maçı.
Düşündüm de bir tenisi maçı ama adeta hayatın kendisi sanki dedim. Kısa bir karesi ama kendisi. Aynen hayatta yaşadığımız tüm duyguları, heyecanları, hezeyanları, geriye düşsen de çaba göstermeye devam etme zorunluluğunu, yılmamayı, karar alma yetisini, herşeyden tek başına sorumlu olma duygusunu ve ne yaparsan yap herkesin ( seyircilerin ) gözünün üzerinde olma stresini ve herşeyden öte tek başınalığı yaşıyorsun bir tenis maçında da...
12 yaşındaki bir çocuğun aslında hayatının mücadelesini, karakterini nasıl ortaya koyduğunu izliyorsun tenis maçında. Bir tenis maçı ama hayatını nasıl ele alacağının bir parçasını izliyorsun aslında.
Özellikle de Serkan hoca'nın belirttiği gibi;'' kolaysa çık da sen oyna '' dediği zorlukları tek tek göğüslüyorsun.
Maç bitti. Arabayla dönüyoruz. Sormak istedim maç esnasında neler hissettiğini, hangi anlarda nasıl düşündüğünü...
''Hani başkaları kendine çok kızar ya; ben öyle hissetmiyorum, yapamadığım zaman, alamadığım zaman sayıyı '' dedi. '' O kadar da önemli olmuyor benim için yenilmek'' dedi. Hep bildim ve söyledim ki Ela kendini çok sevdi. Ailede sevdiği kişileri sayarken hep kendisinden başlardı saymaya.
'' Yenmek ve yenilmekte değil ama; 4-0 'dan 4-4 yaptığım zaman maçı çok ama çok mutlu oluyorum '' dedi.
Babanın dediği doğru çıktı. Maç uzadı. Ama tiebreak'e gidildiği için değil. Ela 4-0 yenik olduğu seti 7-5 kazandığı için:) Sonuçta 2-0 aldı Ela maçı.
Sadece ama sadece 1,5 saatlik bir tenis maçı mücadelesi bile Ela'nın hayattaki duruşuna dair birçok ipuçları vermekteydi.
Son olarak da dedi ki '' Sen de hiç oturmadın ''
Tribünler O'nun maç yaptığı korta uzaktı, ben de oturmadan ayakta izledim bir köşede.
Ben O'nu izlerken O'da beni izlemiş belli ki. Kimi zamanda belki güç almak için, kimi zaman izlenildiğinden emin olmak için. Kimbilir.
Profesyonel bir tenisçi olmayacağını düşünüyorum.
Ama hayat boyu tenisi amatörce de olsa çok iyi oynacağını biliyorum.
Spordan ve sporcu arkadaşlarından çok şey öğreneceğini bildiğim gibi.
Ergenlik arifesinde sporun hayatımızda çok önemli bir rolü olacağını bildiğim gibi.
Daha yaşayacağımız nice bilmediklerimin olduğu gibi.
Tek bildiğimin çocuklara ve çabalarına güvenmemiz gerçeği.
Onlar her daim hayatlarına dair ipucu veriyorlar bize.
Hangi kesitten baktığımız önemli hayat penceresine...
4-0'daki an'dan mı yoksa 4-4 'lük an'dan mı yoksa 2-0 maç sonucundan mı bakıyor ve değerlendiriyoruz bu hayatı ?
İşte tüm mesele de bu bence !!!!!!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder