3. senem bitmekte yazmaya dair.
Hayatımı ele almak için yazmaya başlamıştım ama sanki ülke gündemini yazmaya oturmuşum gibi oldu.
Bu son 3 sene.
Bu blogda da kayıt altına aldığım bir not vardı. Bir astroloji sitesinden. 2012 senesine dair.
Diyordu ki; ''Maya takvimine göre 21 Aralık 2012 'den itibaren doğru bildiklerimiz yanlış, yanlış bildiklerimiz doğru olacak. Bugüne kadar yeteri hazırlık yapanlar bu süreçten çok daha iyi çıkacaklar ama maalesef geniş bir kitle, farkındalığı çok düşük olan bu geniş kitle, zor zamanlar geçirecek''
Çok zor bir 3 sene geçirdik. Hem milletimizi hem de global dengeleri düşünürsek. Bireysel zorluklarımız bu sıkıntıların yanında devede kulak kaldı.
O kadar çok gerildik ki topraklanmayı unuttuk.
O kadar çok sıkıldık ki çıplak ayak doğada olmayı, toprağa basmayı bilemedik.
O kadar çok ümitsizliğe kapıldık ki bu topraklardan gitmeyi konuşur olduk, belki de gittik.
Kimi madenci toprağın altında, kimi asker toprağın üstünde, kimimiz ise toprağa karışarak canını verdi.
O kadar çok üzüldük ki bu topraklar için canını verenlere, iki elimiz başımızda ah vah deyip durduk.
Demem o ki bu topraklar bizden, biz de bu topraklardan çok çektik.
Yeni yıl arifesinde tüm yurtta şiddetli kar yağışı bekleniyor.Ben böylesine kötü geçen senelerin sonunda tam da yılbaşında -önünde ve sonrasında- her yerde eş zamanlı kar yağacağına çok sevindim.
Ne de olsa kar demek ;
Beyazlık demek, Aydınlık demek, Naiflik demek, Basitlik demek, Neşe demek, Gökten sürpriz demek, Düştüğü yerde kusur örtmek demek, Evde miskin miskin otururken harekete geçmek demek, Yenilik demek, Değişim demek, Tekrar o toprakların mahsül vereceğini bilmek demek, Döngü demek, Bereket demek, Topraklanmak demek, Toprak demek, Toprağa karışanları yadetmek demek,
Kar demek ÜMİT demek.
Bu topraklarla tekrar barışabileceğimize dair bir UMUT demek.
Siz ne dilerseniz o demek.
Yeter ki gönülden olsun,
Yeter ki ağız tadı ile olsun.
Yaşınız kaç olursa olsun, insan annesini, babasını sesinden, teninin kokusundan, duruşundan, gülüşünden, el ve kol hareketlerinden, onca insan arasında bile, her yerde her zaman tanır ve bilir.
Aynı şey anne ve babalarının kendi çocukları için geçerlidir.
Ne entresan bir bağdır değil mi?
Babam; 3 kişilik bir ailenin tek erkek çocuğu olarak hep el üstünde tutulmuş birisi. Ailesinde, rahmetli babaannem sadece dul kaldığında değil çocukları olduğu andan itibaren ailenin direği, fedakarı, beceriklisi, rasyoneli, eli maşalısı...
Rahmetli 98 yaşında öldüğünde bile öyleydi. Başı dik, kimseye muhtaç olmadan, kafası halen çalışırken, vücut fonksiyonları iflas ettiği için vefat etti. Bu denli güçlü bir kişi idi.
Benim hiç tanımadığım 1904 doğumlu, babamın babası ise yani dedem ise , toparlayabildiğim kadarıyla, ailenin romantiği, en gönlü zengini, ailenin en cömerti, en muhabbetlisi, en sosyali...
Babaannem Cumhuriyet'in ilk ilkokul öğretmenlerinden. Edirne'li. Dedemle aşık oluyorlar, ailesinin karşı çıkmasına rağmen evleniyorlar. Babaannem dedemi İstanbul 'a gidip Diş Hekimliğini bitirmesine ikna ediyor. Babaannem Edirne 'de yalnız kalıyor; kocasını İstanbul 'da okutuyor.
Sonra da dedem Edirne 'ye döndüğünde diş hekimliğini çok kısa bir süre yaptıktan sonra '' ben başkalarının ağız kokusunu çekmek istemiyorum '' diyerek çok sevdiği edebiyata, sohbete ve hitabet sanatına yönelerek; lise edebiyat öğretmeni oluyor, gazetede köşe yazıları yazıyor.
Güçlü hitabet yetkinliği sayesinde etrafındaki irili ufaklı grupları etkileyen ve Edirne'de çok sevilen bir kişi oluyor. Ama oldukça genç bir yaşta 57 yaşında vefat ediyor. Ve maalesef babaannem çok genç yaşlarda 3 çocukla başbaşa kalarak hepsinin tahsilini en üst düzeyde tamamlamaları için canla başla çalışıyor.
Lafı çok uzattım. Kusura bakmayın.
16 sene İzmir'in Aliağa İlçesinde yaşayıp her İzmir 'e gidip gelirken geçtiğim Menemen; benim için 3 şeyle özdeşleşmiştir.
Çanak çömlek, ayran ve Devrim Şehidi Kubilay'ın infazı.
2 gün önce.
Sözcü Gazetesinde Uğur Dündar Devrim Şehidi Kubilay'ın ölüm yıldönümünde bir yazı yazıyor.
( Yazının tümü aşağıda )
Yazısındaki Kubilay'ın yedek subaylığı sırasında çekilmiş ve gün ışığına hiç çıkmamış 2 fotoğraf yayınlıyor.
O sabah Ankara 'da yaşayan ve gençliğinde Marilyn Monroe'e benzetilen büyük halam sabah Sözcü gazetesini eline alıyor.
Köşe yazısını okuyup fotoğraflara bakarken, birden donup kalıyor.
İmkansız olan bir şey gerçekleşiyor. Zira 2 fotoğrafta da, Kubilay ile birlikte bulunan bir kişi O'na gülümsüyor.
O kişinin onca yüz arasından babası olduğunu hemen anlıyor.
Hiç görmediği bir fotoğrafta, hiç bilmediği insanların arasında rahmetli babasının olduğu haberini kardeşlerine haber veriyor.
Babamla dün telefonda bu konuyu konuşuyorum. Babam temkinli. Diyor ki ''o fotoğraftaki kişi % 99 babam. Ama insan insana benzermiş olmaya dabilir ''
''Baba'' diyorum. ''Ben dedemi hiç görmedim. Ama insanın bir duruşu, havası ve bazen de güçlü aurası, hiç görmediğin halde o kişinin senin kanından olduğunu çok güçlü bir şekilde hissettirir. Ben, seni ve duruşunu nasıl biliyorsam; bugün o fotoğraftaki kişinin dedem olduğuna ben %100 emin olabiliyorum. Bazı şeylerin izahı yok, ama ben biliyorum ki o kişi; sadece duruşlarınızdan bile ötürü senin baban diyorum ''
Yıllar sonra ben de ilk defa, yıllar yılı babaannemin tam bir kopyası olduğumu düşünürken - rasyonellikten eli maşalılığa kadar geniş yelpazede benzerliklerim varken - her geçen gün tutku haline gelmiş yazı yazmaya olan hevesim, yaptığım işin özünde bile bulan hitabet sanatı, sosyal becerilerimle birlikte sohbete olan düşkünlüğüm ile kendimi, hiç tanımadığım ve bu benzerliği kimsenin yapamayacak kadar acısını halen derin yaşadığı, bu dünyadan erken göçmüş dedem ile kendimi çok yakın hissediyorum. Neden olmasın ? diye de kendime soruyorum.
Duruş meselesine gelince.
Armut dibine düşmüş.
Babam da babasına, gerek vücut dili ve duruşu gerek de aurası ile çok benzemiş.
Sizin de bana katılacağınızı düşünüyorum.
Cumhuriyet sevdalısı olup bu uğurda ister fiziksel ister düşüncesel, kendini feda etmiş herkesin toprağı bol olsun.
Allah gani gani rahmet eylesin.
Kubilay, babaannem, dedem başta olmak üzere tüm yitirdiklerimizin toprağı bol olsun.
Mekanları cennet olsun.
AMİN.
FOTO: SÖZCÜ Kubilay en sağda ayakta duruyor. Sadık Ongan orta sıranın sağ başında oturuyor.
Benim dedem ise en arkada soldan 3.'cüsü.
FOTO: SÖZCÜ Kubilay en önde üçlü grubun ortasında oturuyor.
Benim dedem ayakta duranlardan sağ baştan 2.cisi.
Aşağıdaki yazı 23 Aralık 2015 'te Uğur Dündar tarafından Sözcü gazetesinde yayınlanmıştır.
Sevgili okurlarım, Bugün, Devrim Şehidi Mustafa Fehmi Kubilay’ın yobazlar tarafından hunharca katledilişinin 85’inci yılındaki anma etkinliklerine katılmak için Menemen’deyim.
Biliyorsunuz, İzmir Valiliği bu yıl aldığı kararla, törende Belediye Başkanı Tahir Şahin’in Menemenlileri temsilen konuşma yapmasını yasakladı.Belli ki başkanın daha önceki yıllarda yaptığı konuşmalar AKP iktidarını rahatsız etmiş. O nedenle Valilik de susturma kararı almış!.. Genelkurmay Başkanlığı ise 85 yıl sonra ilk kez basına akreditasyon uygulaması getirdi. Buna göre Kubilay anıtının bulunduğu askeri bölgedeki töreni, sadece iktidar borazanı TRT ve Anadolu Ajansı izleyecek.
Belediye Başkanı Tahir Şahin kendisine getirilen konuşma yasağına ve akreditasyona tepkisini “Kubilay unutturulmaya çalışılıyor” diyerek gösteriyor.
* * *
Ancak bu çabalar, şanlı devrim tarihimizde kara bir leke olarak kalacağı gibi,Teğmen Mustafa Fehmi Kubilay’ın başını verme pahasına yaktığı meşale, Cumhuriyetimizle birlikte karanlıkları sonsuza dek aydınlatacak. Devrimleri korumak uğruna canlarını feda eden kahraman Türk evlatlarının adları her geçen yıl daha da yücelecek… 85. yıl anma etkinlikleri kapsamında Atatürkçü Düşünce Derneği’nce organize edilen Menemen’deki panelde değerli bilim adamı dostum Prof. Ergün Aybars’la birlikte konuşmacı olarak yer alacağız.
* * *
Sevgili okurlarım,
Belki de ilk kez gördüğünüz fotoğrafların hüzün verici öyküsü var.
Arkadaşım Mete Ongan, bu fotoğraflara nasıl sahip olduğunu anlatırken şunları söylüyor: “Babamız merhum Kıdemli Binbaşı Sadık Ongan tüm aile büyüklerini Balkan ve Birinci Dünya Savaşı’nda kaybettiği için Darüleytam’da (kimsesizler yurdu) büyümüş. Öğretmen okulunu bitirdikten sonra bir süre köy öğretmenliği yapmış. Ardından Halkalı Ziraat Okulu’ndan mezun olmuş. Yedek subaylığı sırasında tezkere bırakıp, büyük bir kısmı Doğu Anadolu’da geçen askerlik yaşamında kıdemli binbaşılığa kadar terfi etmiş. Babacığım, Kubilay’la yedek subaylığı sırasında sınıf ve silah arkadaşlığı yapmış bir Cumhuriyet sevdalısıydı. Kendisinin şehit Kubilay’la birlikte olduğu bu iki fotoğraf karesi, bizlere bıraktığı en değerli mirastır. Bu kahraman Türk devrimcisinin, mertliğini, ataklığını ve yakışıklılığını anlatan, hem öğretmenlikten meslektaşı, hem de asker arkadaşı olmakla sonsuz gurur duyduğunu söyleyen babam, iyi ki bugünleri, anma törenine getirilen yasakları ve kısıtlamaları görmedi.
Fotoğraflar, Kubilay Ailesi’nde ve akrabalarında var mıdır, bilemiyorum. Ancak Atatürk ve devrimlerinin milyonlarca sevdalısının, hepsi çok zor şartlarda yetişmiş ve kendi çapında birer kahraman olan bu yiğit vatan evlatlarının fotoğraflarına baktıkça, Cumhuriyet’i onlara borçlu olduğumuzu bir kez daha hatırlayacaklarından hiç kuşku duymuyorum…”
* * *
İstanbul Kocamustafapaşa’dan mahalle arkadaşım sevgili Mete’nin bu fotoğraflara sahip olduğunu Star Televizyonu’nda Haber Merkezi Yöneticiliği yaparken öğrenmiş ve Kubilay’ı andığımız bir yıldönümünde ekrana getirmiştik.
Yazılı basında ise bildiğim kadarıyla ilk kez yayımlanıyor. Ayrıca Mete Ongan, fotoğrafların telif hakkını da gazeteniz SÖZCÜ ile Menemen Belediyesi’ne armağan ediyor.
* * *
Sevgili okurlarım,
İstedikleri kadar unutturmaya çalışsınlar. Fena halde beyhude bu çabalar Devrim Şehidi Mustafa Fehmi Kubilay’ı unutturmak bir yana, onun aziz hatırasına, Büyük Önder Atatürk’ün devrimlerine ve bizlere en büyük armağanı olan Cumhuriyet’e daha sıkı sıkıya sarılmamıza neden oluyor.
Yaş 24- 25. Kendimizi kurumsal kariyer ile var ettiğimiz bir dönem. İkimizde de siyah kalın gözlük çerçeveleri. İkimizinde 2. işi.Tesadüfün böylesi buluşuyoruz mavi kapaklı bir krem etrafında. Aynı anda birçok deli kadınla.
Çok disiplinlisin. Çok da çalışkan. Deneyimin, aklın ve çalışkanlığınla hemen müdürümüz Elvan 'ın gözdesi oluyorsun. Ne zaman atlara akrobasi yaptırılacak, ne zaman Alman büyüklere sunum, yeni kolonya, saç jölesi lanse edilecek filan Elvan 'ın sağkolu, sağduyusu filan oluyorsun. Hem sol hem sağ beyinsin yani. Bir sağdan bir soldan çakıyorsun. Tüm beyinliliğin o günlerden miras meğerse.:)
Neyse zaman çok da geçmiyor, new PM semineri için Hamburg'a gidiyoruz. Anam bir de ne göreyim, bizim aklı başında, örnek, bütünsel insan meğersem az cilveli değilmiş. Bir ispanyol ağbimize bir ilgi bir alaka:) Xavier miydi ismi ne bak halen hatırlıyorum. Çok şaşırıyorum bildiğin gibi değil. Türkiye'ye dönüyoruz. Ağzına içki filan koymuyor ama nargilecilerden de çıkmıyorsun. Tabii işin içinde bu sefer Türk erkekleri...
Bildiğin entresan bir kız bu Bahar diyorum. Hem manyak, hem manyak akıllı, sorumluluk sahibi, erkeğini -pardon ekmeğini - taştan çıkaran bir kız bu diyorum. Dil, ırk, din gözetmeyen :) Bravooo Bahar bravooo diyorum.
Çok çalışıyoruz, sen daha da fazla. Sabah en erken gelen, akşam en geç çıkan, her cumartesi ofise gelen sen oluyorsun. Ben kendimi filan sorguluyorum senin performansını görünce...Ben de yapmaya, çok çalışmaya çabalıyorum ama bir yere kadar deyip pes ediyorum.
Yavaş yavaş sağ beynim ile ben de gözdesi oluyorum müdürümüz Elvan'ın.(Elvan öyleydim de mi ?) Ama sadece sağ tarafla. Sol tarafta arada aksaklık filan olabiliyor. Amaan o kadar da analitik olunmuyor be anacım diyorum.
Hayat hızla geçiyor, manyak bir çalışma temposu, acı tatlı bir stres, ben evleniyorum o ara.
Bahar ise sessiz sedasız 1 seneliğine Hamburg 'a gidiyor. Asmalı Konak zamanı. Çanak anteni var. Hamburg'a gidip geldikçe ayaklarımızı altına kıvırıp, çekirdek çitleyerek, Asmalı Konak izliyoruz.
Herşeyi bu denli kolay kıvırabilince, uyum sağlayıp, üstüne üstlük manyakça Almanca konuşmaya da başlayınca yine Bravooo Bahar bravoo diyorum.
Sonra ben hamile kalıyorum, sen evleniyorsun, efsane müdürümüz Elvan pat dananak ayrılmaya karar veriyor, sonra sen hamile kalıp doğuruyorsun, hamilelik izninden dönmeden '' gelme bu ofise, git kendine başka bir fırsat yarat'' diyorum.
Başka bir işe geçiyorsun, orada da çok çalışkan ve başarılı oluyorsun. Ama birşeyler farklılaşıyor.
Hayatı sorgulamaya ilk defa başlıyor(uz)sun. Hayat bu denli stresli olmamalı, başka yollarda olmalı, denenmeli, yaşanmalı diyoruz. Hayat bu diyor(uz)sun.
Önce sen sonra da ben; alıyoruz riskleri sırtımıza, düşüyoruz yeni yollara.
Sorumluluk sahibi, çalışkan, akıllı, uslu, sürprizlere daha kapalı olan Bahar önce kendini sonra da herkesi böyle şaşırtarak 1. chapteri kapatıyor ve diyor ki ;
'' Eyyyy sürprizler; gelin teker teker korkmuyorum sizden, aksine kucaklamaya hazırım ''
Ve böylece 2. chapter YAŞAM başlıyor.
Sadece O'nun ki başlamıyor tabiki paralel bir dünyada benim için de başlıyor.
2007-2010 YAŞAM
Hayat ve Yaşam arasındaki en büyük fark; daha dingin, daha ne istediğimizi bilen, daha farkında olmamız. Hayatı gelişine güzel yaşamamaya kararlıyız. İsteyerek ve tercih ederek yaşamak istiyoruz.
Yaşlar 35 'e yakın.
Önce sen ve Elvan istifa ediyorsunuz kurumsal hayattan ve bir hayalin peşine ortak oluyorsunuz. Beni de aranıza katmaya çalışıyorsunuz ama işi kurunca sabah kahvesini içip de işe geç gelme lüksü kimin olacak diye kavga çıkıyor ve ben vazgeçiyorum. Ben halen çalışma odaklıyım, kahve içmeye işi kuracaksak hiç olmasın daha iyi diyorum. Manyaklığın son demleri.
Sizler her sabah beni arıyorsunuz ''Aaa biz yürüyüşteyiz yoksa sen ofiste misin ? '' şakaları kabak tadı verince ben de basıyorum istifayı. Ama bir 3 ay daha takılıyorum ofiste. Tam ayrılacağım işten; harika bir sürpriz oluyor ve ben Emir'e hamile kaldığımı öğrenince ne iş görüyor gözüm ne de başka bir şey.
Ortaklığınız pek güzel gidiyor, Bahar 2.doğuruyor, 2008 ekonomik krizi patlak veriyor, Elvan kurumsal hayat sinyalleri veriyor, Alper ( Bahar'ın kocası ) işten ayrılıyor ama Bahar tevekkül sahibi. Sakin ve dingin. Sıvarız kolları gireriz işe halim Allah modunda. Yılmak nedir bilmiyor. Sadece ne istemediğini biliyor. Hayatına giren sürprizlerden çok memnun. Bahar 'ı geri isteyen en son ki iş yeri ile Elvan 'ı tanıştırınca Elvan 1 gecede genel müdür oluyor.
Bravooo Bahar bravoooo diyorum yine. Ortağını kendi eliyle iş hayatına GM olarak yerleştiriyor; benim halim ne olacak diye hiç sormadan.
İşte o an hayatına; superman, pardon superwoman olarak gene ben giriyorum ( burada tevazu yapamayacağım, benim olayım budur; gülmek ve kahkaha atmak serbesttir )
Tutkulu bir kadın, sürprizlere açık bir başka kadın ile birlikte kendi hikayelerini yazmaya yola çıkıyorlar.
Bu defa Hayat 'ta yaptıkları yanlışları ; Yaşam'da yapmamaya kararlılar.
Çok eğlenmeli Çok değil ama verimli ve keyifli çalışıp üretmeli, Ne olursa olsun mutlu olmalı, Tatile yaz harici de çıkılabilmeli, Arada sırada işi kırılabilmeli, Sabahları yoga/spor yapılabilmeli, Arada iş için buluşup, iş konuşmaktan öte herşeyi ama mutlaka ''iç'' hallerimizi konuşabilmeli, iş unutulabilmeli, Keşke dememek için ise her anın kıymetini bilmeli diyorlar şirketin yazılı olmayan vizyon ve misyonunda. Zaten hiç bir şey yazılı değil ama pratiğe dönüşmüş bir halde. Kurumsal hayatta yazılı olan herşeye rağmen hayata geçmeyen pratiklere KARŞIN bizim hikayemizde hiç bir şey yazılı değil ama pratikte, hislerde ve teslim edilen işlerde vuk'u buluyor. Bravoooooo bize bravooooo oluyor.
2010-2015 UMUT
İki memur çocuğu, 2 Anadolu liseli, 2 ODTÜ'lü ; girişimci olunca biraz komik oluyor ama fena da olmuyor. Ticaret yapmıyoruz, ürün satmıyoruz, elle tutulur, 5 duyuyla hisssedilir hiç bir işimiz yok. Tam tersine elimizdeki herşey soyut.
Elimizde tuttuğumuz bir tek şey '' Umut ''.
Atlayıp Chicago 'ya gidiyoruz. Yaratıcı ve yenilikçi düşünme becerileri ve inovasyon teknikleri için.
Şans bize yardım ediyor. Kendimizi bir anda kitlelerin önünde buluyoruz. Kitleleri geçiniz kelli felli şirket yöneticilerin de önünde bulunca anlıyoruz ki umuttan öte katma değerli bir şey sunabiliyoruz.
Bahar şirketin sol beyni ben de sağ. Bahar süprizlere açık dediysek de benden gelen süprizlere karşı son derece temkinli!!!
Sabah sunum var; ben yogadayım, ertesi güne yetişmesi gereken çok önemli bir iş var, işin kendisi daha ortada yokken ben gece gezmelerindeyim derken Bahar bu kadar yaratıcı ve yenilikçi de olmamıza da gerek yok aslında diyor.
Diyor da kime diyor?
Zira asansöre binildiğinde yukarı kata çıkarken, inilecek katın ne olduğuna bakacak kadar bile temkinli aslında Bahar.
Zannımca O'nun hayattaki en önemli sınavı benim. Tutkularım ve ben.Cır cır konuşmalarım, konulardan konulara atlayışım, farklı tezlerim, illaki sorgulamalarım, hatta ateşli sorgulamalarım ile ben Bahar'ın başlı başına en büyük sınavıyım.
Sınavı olduğunu keşfedince ben, o andan itibaren O 'na daha büyük saygı duyup, her gün yetmez her an '' Bravoooo Bahar bravooooo ''der hale dönüşüyorum. Eeee ne de olsa kolay bir şey değil benimle başetmek !
Müşteri önünde, büyük bir sunumun ardından, daha müşteri bile bize yorum yapmamışken, 200 kişiye hitap ettiğimiz bir sahnede, ODTÜ 'de öğrencilerin önünde, eski patronlarımızın yanında, senin kocanın ve benim kocamın yanında hep aynı cümle dökülmeye başlıyor ağzımdan;
'' Bravooo Bahar bravoooooo '' İçten, samimi, inanarak, saygı duyarak.
Yaşamımızın bu döneminde sayısız yaratıcı projeye, sayısız seyahate, sayısız komik toplantıya, sayısız stresli anlara, sayısız tartışmaya, sayısız çocuk ve koca çekiştirmeye birlikte imza atmışızdır.
Her birisinin tadı halen damağımda...Her birisi için ama istisnasız her birisi için sana teşekkürü borç bilir ve ; Bravoo Bahar bravooo demek isterim tüm kalbimle.
2015- VEDA
Pek sevgili sol beynim, dostum, iş ortağım, manyak ve bir o kadar da komik, içinde cevher olan arkadaşım,
Hayatlarımızın farklı bir dönemine geldiğimiz şu günler adeta senin bana hediye ettiğin Ayşe Kulin romanları;
Hayat-Yaşam-Umut- Veda...gibi oldu.
Tek farkla biz birbirimize veda etmiyoruz.
Geçmişten getirdiğimiz ve birbirimize kattığımız herşeyimizle '' whole brainer '' olarak hayattaki yeni sürprizlere, daha donanımlı, daha keyifli ve daha bilgece yaklaşıyoruz o kadar.
Ben biliyorum ve eminim ki sen dantel oyası işler gibi ele aldığın yeni yaşamında- bensiz dahi !!!- herşey ama herşey çok eğlenceli olacak.
Eğlencenin yanısıra bol keşifli, bol keyifli, bol ağız tadlı, seneler boyu anlatılacak bol malzemelerle dolu olacak.
Yaşamın ta kendisi olacak önündeki yol.
Arada inişler olacağı kadar çıkışların da olacağı,
Gönlünün ve yüreğinin daha hafif,
Boynundaki gönül gözünün daha açık,
Gözünün ise hep güzeli göreceği günler olacak önünde.
Müzikal olarak eğer biraz eksik edersen kendini aklına beni getir yeter.
O zaman paylaştığımız tüm an'lara dair aklımıza, ağzımıza, kalbimize kazınmış müzikleri çalarım sana.
Uzaktan da olsa,
Biraz gülümsetebilirsem seni,
Okyanus girse de aramıza,
Ne ala.
Sensiz ben neler mi dinleyeceğim? Biraz melonkolik olsa da Adele'in yeni albumünün en gözdesi şu an benim için bu ...
Milyon yıl sürmüş ve sürecek dostluğumuz için ...
Nasıl dinleyeceğini biliyorsun pek tabiii.
Ses sonuna kadar açılacak, avaz avaz söylenilecek !!
Günde 10 doz yeter.
Arada da 1-2 gözyaşı döksen,
Tamamdır bu iş...
Bana da '' Bravooo Bahar Bravooooooo '' demek düşer.
Hayatımda 4 tane önemli adam olduğuna karar verdim. 2'si kocam ve oğlum diğer 2'si ise kayınpederim ve babam. Bu yazımda sadece 2 'sinden -bu sefer- teğet geçerek bahsedeceğim. Ancak özellikle kayınpederim teğet geçilemeyecek kadar esaslı bir adam olduğu için ve bu kadar esaslı bir kişi başlı başına bir yazı konusu olması gerektiği için daha sonra onu başrol yapmaya karar verdim.
Hazır laf kayınpederimden açılmışken biraz girizgah yapayım hakkında.
Kendisi Profesör doktor. Ben cerrahi ustalığını anlatabilecek kadar mesleğinin içinde olan bir insan olmadım. Ama mesleğine, hastalarına duyduğu aşkı ve tutkuyu çok ama çok yakinen yaşadım.
Hayatında doktorluk diye bir bölüm yok. Hayatı bu. 78 yaşında halen hocalık yapan, ameliyatlara giren, hastaları ile yatıp kalkan, müstesna bir insan.
Hayran olduğum birçok özelliğinin yanısıra; kafası elleri kadar hızlı çalışan, tabiri caizse zehir gibi kafası olan birisi. Hani noktaları- sadece 1 noktası verili haldeyken bile- birleştirerek sadece beni değil etrafındaki çoğu insanı her defasında hayrete düşüren bir insan.
Bu haftasonu O'nu ağırladık. Dün akşamda O ve Çağlar ile birlikte evimize yakın bir balıkçıya gittik.
Masamıza yerleşirken yan masamızda, şu an emekli olan, sonrasında ise hayatında farklı bölümler açabilmiş önemli bir üst düzey banka yöneticisini fark ettim. Kayınpederim kendisine hasta olarak gelmiş Zeki Alasya'ya bile '' isminiz çok tanıdık geldi '' diyecek kadar naif bir insan olduğu için hemen kendisine yan masamızda olan üst düzey yöneticiyi ismen ve cismen tanıttım.
Yemek boyunca yan masada oturan 70 yaşlarının başında ama yaşlarını kesinlikle göstermeyen, 2 erkek ve 1 kadın ile birlikte arada birbirimize gülümseyerek, kendi masa sohbetimize devam ettik. Ta ki masalarına, bizi cezbedecek kadar güzel bir balık yahnisi gelinceye kadar. O kadar çok gözümüz kalmış ki bize ikram etmek istediler, biz de nazikçe geri çevirdik. Sonrasında ise nasıl sohbet başladı bilmiyorum ama kayınpederime laf attılar; O da Ankaralı olduğunu , Ankara'dan geldiğini söyledi.
Sonra ben de en sevdiğim yere gelince konu; kayınpederim ismini ve mesleğini söyledim, ihtiyacınız olmaz inşallah ama diyerek. Nitekim kendisi her erkeğin er ya da geç ziyaret edeceği bir işi yapıyordu. Ürologtu.
İçlerindeki eski ama guru üst düzey yönetici '' ben bu ismi tanıyorum '' zaten deyince ortam bir anda daha samimileşti ama herkes o kadar kibar idiki herkes ; yan masayı daha da rahatsız etmeyelim derdinde olduğu için, kısa kesmekteydi.
Belli bir süre daha geçti, artık her iki masa da kahve ve çay faslına geçmişti. Bu sefer yan masadan bize bir telefon ekranı uzatıldı.
'' Hocam biz sizi çaktırmadan araştırdık siz 5 yıldızlı bir Dr. muşsunuz, şeref duyduk'' dediler ve gerçekten de doktorları değerlendiren bir internet sitesinde aslında dedikleri gibi 5 yıldızı alan kayınpederimin ismini gösterince; her iki masada daha derinlemesine sohbete koyuldu. Yan masamızdakilerden; 2 adam aslında kardeş olduklarını, hanımın ise üst düzey yöneticinin ağbisinin hanımı olduğu, hepsinin Ankara Kolej mezunu olduğu , aynı kolejden mezun eşim ile aralarında neredeyse 20 sene olduğu kahkahalarla paylaşıldı.
Erkeklerin ayrıca ODTÜ'lü, hele içlerinden üst düzey yöneticisinin İşletme 'den olduğunu öğrenince ise bu sefer sohbette sıra -aynı fakülteden mezun olmuş- bana gelmişti, sene farkı ise gittikçe açılıyordu...
O sırada kayınpederim 1950 'lerde Ankara 'da ki liseleri saymaya başladı ; ''Kolej, Gazi, Atatürk ve Kız lisesi vardı. Ben Atatürk lisesinden mezun oldum'' derdemez bu sefer onlar da ;
''Bizim annemiz de Kız Lisesinde matematik öğretmeni idi '' dediler.
Kayınpederim bir salise ama gerçek anlamda salise kadar duraksadı, sonra kafasının içerisindeki nöronlar etkileşime geçtiler, ışık hızıyla noktalar birbirine bağlandı ve bir sonuca vardı. Taa daaaa.
'' Yoksa siz ...... hoca hn 'ın çocukları mısınız ? '' deyince herkes sustu. Zira bir isim bile zikredilmeden bu sonuca nasıl ulaşılmıştı kimse bilemedi...
Masada derin bir sessizlikten sonra içlerindeki büyük ağbi ''evet ''diyebildi.
Bunu duyan kayınpederim hemen 2. cümlesini patlattı. ''Yoksa siz ........ ağbinin çocukları mısınız ? ''
Bir boks maçındaki gibi bir sağ kroşe bir sol kroşe yiyen yan masa, yemin ederim konuşamayacak haldeydi.
Hepi topu 2 saat önce yan masalarına tesadüfen oturmuş bu yabancı 3 kişiden 1 tanesi; şu an hayatlarında olmayan pek sevgili anne ve pek sevgili babalarını çok ama çok yakinen tanıyan çıkmıştı.
Bu soruya da evet dedikten sonra herkes şok haldeyken kayınpederim başladı anlatmaya.
Kendisi daha Profesör olmadan, ki 38 yaşında Profesör olmuş, Doçent iken Şarköy 'de aldıkları yazlıktaki komşuları imiş rahmetli anne ve babaları.
Her iki aile kağıt oyununu çok sevdiği için, yaz akşamlarında birbirlerinin evinden çıkmazlarmış. Ama seneler geçmiş, kayınpederlerim Şarköy'den Side 'ye yazlığı taşıyınca bağlar azalmış, eski komşular aracılığıyla haber alınmaya başlanmış. Bir de arada sırada kayınpederimin Ankara 'daki muayanesine uğradıklarında haber almışlar birbirlerinden. Ama 20 seneden fazla bilhabermiş kayınpederim kendilerinden.
Neredeyse kendisiyle yaşıt olan çocuklarını ise zaten hiç tanımamış.
Yan masamızdakiler karışık duygular içerisindeydiler. Ama kısaca tariflemek gerekirse '' ağlamaklı şükran '' duyguları içerisindeydiler. Yıllar sonra hiç tanımadıkları, 5 yıldızlı bir doktor; kendilerine anne ve babalarını anlatmaktaydı zira.
Matematik öğretmeni annelerinin, disiplinli ve sert mizacını, gözlüklerinin ardından gözlerini kaldırıp bakışlarından kolaylıkla anlayabileceğinizi, babalarının ise yumuşak ve keyifli bir adam olduğunu anlattıkça yan masadakiler erimeye başladı. Gerçek anlamda küçülüyor, çocuklaşıyor, biraz daha anlat, lütfen biraz daha anlat der gibi hissettiriyorlardı.
Sohbet bu andan itibaren çok daha özelleşti, samimileşti ve karşılıklı yüceltmelerle devam etti. Eşim ve ben eski üst düzey yöneticiyi yüceltirken, onlar kayınpederimi yüceltiyordu. Yanyana ama mesafe ile başlayan sohbet ise kucaklaşma ile biterken herkes ama herkes çok mutlu idi.
2 yanyana masada oturan 3'er kişi balıkçıya gelip o akşam hayatlarının hoş bir tesadüfi ile karşılaştılar.
İçlerinden sadece bir kişi, o da ben , böyle hoş ve duygulu bir ortamda çıkıp
'' hayat tesadüfleri sever '' diyebildi.
Dün akşam yan masamızdaki eski üst düzey yönetici, Odtü işletme mezunu olan kişi ise Garanti Bankası eski genel müdürü '' Akın Öngör '', ağbisi ve yengesi çıktı.
Siz siz olun yan masanızdakilere dik dik değil; ya bu kişiler anne ve babamı tanıyor çıksalar nasıl olurdu? diye düşünerek, bakarak, fırsat verin.