Bekledim olan bitenin bitmesini, bitmedi. Bitemedi.
Seçimdi, ümittir, umuttur, dur şu da bitsin, öyle dökeyim hislerimi dedim ama olamadı. Tam 3 aydır bekledim. Sonra bir yerde gördüğüm şu söz hislerime tercüman oldu;
ne mutlağım ne muğlak...
İşte tam bu haldeyim.
Siyahları beyazları çoktan bıraktım grinin tonlarında gezinmekteyim.
Hem de çok uzun bir süredir.
Net değilim.
Kimi zaman asılıyım,
Havada.
Kimi zaman yüzer gezer bir haldeyim,
Karada.
Çok fazlaca, yaşamaya kafayı takmış bir haldeyim.
İnsanca yaşamayı unutmaya ramak kaldığı bir ortamda,
Savaşın kıyısında, insanlık dramının ortasında, pervasızlığın göbeğinde, bencilliğin dayanılmaz hafifliğinde,
Yaşamaya odaklanmış haldeyim.
Kendi adıma değil.
İnsanlık namına.
5duyumun da ötesindeki duyumsamalarımla kıvranmaktayım.
Yolumu bulma çabalarında, misyonumun tam da bu noktada ne olması gerektiğini bulma yollarındayım.
Zira hani yabancı ülke metrolarında, sokaklarında denildiği sözleri;
''mind the gap '' ( Londra metronun kapısı ile kaldırımın arasındaki boşluğa düşülmesini önlemek amacıyla '' boşluğa dikkat !'' uyarısı yapılır )
'' park at your own risk'' ( ABD 'de arabanızı park etmeye çalıştığınız herhangi bir yerde hırsızlık ve diğer kazalara karşı riskin sürücüye dair olduğunu anlatan uyarılar görürsünüz )
bizim coğrafyamızda, kendi ülkemizin koşullarında, vatandaşların devlet karşısındaki acizliğine, olan biten tüm korkunç ve her geçen gün sıradanlaşan sıradışı olaylar için bizler kendi kendimize söylediğimizde ise ortaya çok acı ve kinayeli bir durum çıkmakta...
'' mind the gap ''
''live at your own risk'' ( park yerine live dediğimizde !)
Ne kadar dayanabileceğiz bilmiyorum ama bizler aktif sorumluluk almadan, küçük büyük, az çok fark etmeksizin misyon edinmeden, destek olmadan, çaba göstermeden hiç bir şey DEĞİŞMEYECEK.
Bulmalıyız o her neyse. Önce kendimiz için. Kendimizi özgürleştirip tekrar hayal kurabilmeye başlayacak hale gelene kadar aramalı ve bulmalıyız misyonumuzu.
Karamsarlığın ve huzursuzluğun bulaşıcı halini başka türlü gidermeliyiz.
Yenmeliyiz demiyorum belki de bu huzursuzluk bizi ve koşullarımızı değiştirtecek.
Kendi adıma daha çekip gitme zamanı değil. Ama konfor alanından çıkma zamanı!
Para kazandığım işim, annelik ve eşlik görevlerinden çıkarak başka roller almaya hazır olduğum bir zaman...
Ben ancak o zaman ne mutlak ne de muğlak bir ruh halinden çıkıp kendim olabileceğim.
2-3 ay içerisinde paylaşmak ümidiyle,
Net olmanız ve net kalabilmeniz dileğiyle,
Sevgiler
------------------------------------------------------------------------------------------------------
Diyorum ya bu 3 ay zarfında ne mutlağım ne muğlak.
Tahtarevellinin üstünde gibiyim.
Bazen aşağıda bazen yukarıda.
Neredeyse 2 sene önce tanışmış ve sadece 2 saat sohbet ettiğim ama kısa tanışıklığımıza rağmen gönül gözünü ve inandığı yolda yaydığı enerjiyi çoğu zaman anlattığım sıradışı kadın Afet Erengezgin'i yaklaşık 3 hafta önce kaybettik. Uykusunda, hiç bir sağlık sıkıntısı yokken. Nefesi buraya kadarmış.
Aşağıda 2 sene önce kendisine dair yazdığım yazıyı, aynı yazıda Afet hn 'ın kendi elinden yazmış olduğu yazıyı, en sonda ise kocası Çelik bey'in kaybı üzerine Afet hn 'a dair yayınladığı yazıyı GÖNÜL GÖZÜNÜZLE okumanızı isterim...
Bir defa daha tesadüflerin olmadığını, karşılaşmamız gereken kişilerle, 5duyumuzun ötesini kavrayabilmemiz, farkına varabilmemiz için tanışmamız gerektiğini kavradım.Bir sohbet, bir kelime, bir selam, bir gülümsemenin bile bizi başka bir farkındalık seviyesine taşıyabileceğini bir defa daha deneyimledim.
Bunun için müteşekkirim.
Size de Çelik bey ve Afet hn...
Gerçek sevgiyi bizzat görebilmemi sağladığınız ve buna izin verdiğiniz için...
Yolunuz ışık olsun, ruhunuz şad olsun.
Sevgiyle,
İpek
http://5duyum.blogspot.com.tr/2013/11/yurek-ve-sevgi-uzerine.html
Sevgili gönül dostlarımız,
“Anda” yaşamayı ve “iki beden, tek yürek” olmayı öğreten, yani; “bana beni !” anlatan, göğsündeki suretime, gönlündeki sevgime; elli yıldır yer açan, yaratılanı, yaratandan ötürü sevmeyi, sevgiyi ve bilgiyi karşılıksız vermeyi, hepimize belleten Âfet’imizi, 27 Temmuz Pazartesi günü, Tirilye’deki Fatih Camiinde, ikindi namazından sonra yaratana emanet edeceğiz.. Yani gönlünün seçtiği yerde, hakka yürüyecek !..
O güzel sesini artık; yüreğimizle dinleyeceğiz. O güzel yüzünü görmek için; gözlere gerek kalmayacak.. Ne mutlu, Afet’imin emanetine; yani bedelsiz bilgiye ve koşulsuz sevgiye sahip çıkacak değerli dostlarımıza !..
En büyük yanlışımız; “bir” olanda buluşmayı, “ayrılmak !” sanmak.. En zor işimiz ise, bu gerçeği gönlümüze anlatmak !.. Mutlaka bir gün ve dönmeyeceğini düşünerek, sevdiğimizi uğurlamak ise yazgımız, kavuşacağımızı “bilerek” o günü beklemek, mükâfatımız olacaktır !..
“Âfet’imle birlikte !”, sevgilerimizle...