Bundan 7-8 sene önce geniş katılımlı bir iş toplantısında Acar Baltaş konuşmacı olarak aramızda idi...Bizlere bir takım sorular yönelttikten sonra bizi tanımak için içimizde ki 1-2 arkadaşımızdan kendisini tanıtmasını istemişti..
Bir arkadaşımız da kendisini tanıtırken ;
-2 çocuklu bir anneyim
-Şu departmanda bu işlerden sorumluyum
-Bu şirkette şu kadar zamandır çalışıyorum dedi.
Acar Baltaş o zaman hiç unutamayacağım bir cevap verdi.Dedi ki ''Sen bize kendini tanıtmadın sadece hayattaki rollerini anlattın''
Bugün anneler günü...Her yerde annelere ithaf edilmiş yazılar var.Herkes kendi gözlüğünden annesini anlatıyor..Annelerin ''anneliği'' yüceltiliyor...O'nun gibisini bulamamaktan, O'nun yemeklerini başka kimsenin elinden yiyememekten, O'nun sevgisini başka kimseden görememekten yakınıyor çoğu zaman köşe yazılarındaki muhtelif isimler...
Bütün bu yazıları okurken 22 sene önce kaybettiğim annem geldi aklıma...Annemin anneliği değil ama kendisi geldi aklıma... Hiç aklımdan çıkmayan anneme sormak istediklerim vardı.Duymak ve öğrenmek istediklerim. Anne rolünden sıyrılıp kadın olarak cevaplamasını istediklerim vardı...Hani Acar Baltaş'ın dediği gibi...Kendi olduğu gibi...
-İlk ne zaman ilk aşık olmuştu ?
-Neden babamı seçmişti ? Nasıl tavlamıştı babam O'nu ?
-Hayatındaki en büyük pişmanlığı ne idi acaba?
-Başka bir imkan geçseydi eline nasıl yaşardı acaba hayatının geri kalanını?
-Ajda dışında kıskandığı olmuş muydu acaba ? Neden kıskanmıştı o kişiyi acaba?
-Hayatının en güzel dönemi hangisiydi?
-Peki ya hayalleri ?
-Evlenmemiş olsaydı nasıl bir hayat yaşamak isterdi?
-O zarif stilini nasıl belirlemişti ? Yılların getirdiği miydi hep mi böyleydi?
-Kadın olarak en çok neresini beğenirdi ? ( Gerçi bunun cevabını biliyorum bacakları idi!! Yıllar sonra MS olduğunda demişti ki ''nazar değdi bacaklarıma '')
-Beni nasıl buluyordu acaba ? Kadınlığımı,kişiliğimi,değer yargılarımı,dostlarımı, hayata bakış açımı..?
-Her 10 senelik yaş dönemimde bana ne nasihatlar verirdi? Karnem nasıl olurdu acaba?
17 yaşında bunları düşünmüyor insan.. Sadece ama sadece kendisini düşünüyor..Peri masalının ise sonsuzluğuna inanıyor...Annesine bir şey olmaz, bu masalın sonu da böyle olamaz diye düşünüyor.
Anne olduktan sonra anladım gerçek yokluğunu...Hem anneliğini hem de kadın olarak kendisini...
Düşündüm ki eğer hayatta olsaydı ondan çok şey isterdim ;
-Hayatımızda bizi mutlu eden /üzen konular hakkında birbirimize el yazısı ile mektup yazmayı isterdim..O el yazısı ile dile getirilmişler şeyler var ya..) Fotoğraf kadar kıymetli.Söz uçar yazı kalır misali.
-Her yılbaşı videoya çekip kendimizi o seneki hayallerimizi anlatmasını isterdim...Sene sonu geldiğinde ise o videoyu izlediğimizdeki yüz ifadelerimizi tekrar çekebilmeyi isterdim.
-Kadın olarak bana kendisini anlatmasını isterdim. Duygularını bilmek, isyanlarını öğrenmek isterdim.Yukarıdaki sorularıma her 10 sene başkalarını eklerdim.
-Anne kız olarak herkesi geride bırakıp sehayate gitmeyi isterdim. Elimizde içkilerimiz güneşi batırmayı arzu ederdim...Kendimize odaklanarak, diğer herşeyi unutarak...
-İki zevkli kadın olarak bol bol alışverişe çıkmayı isterdim...Olmayan kilosunu yine de şımarıkça eleştirmeyi isterdim.Kapris misali.
-Kızıma beni anlatmasını isterdim.Çocuk, ergen, yetişkin hallerindeki kendimi. Zorluklarımı, hatalarımı, başarılarımı, benzerliklerimi..Kızıma her ikimizin de ( annemin ve benim ) yapamadığımız şeyleri yapmasına cesaret vermesini isterdim.
-Oğluma ise ikimizinde ( annem ve benim ) hayallerindeki ortak erkek figürünü anlatmasını isterdim.Kadın ruhunu anlamasını için önce kendi ruhunu nasıl beslemesi gerektiğini anlatmasını isterdim.
-Birlikte spor yapmak isterdim.Gururla yanında olmak isterdim.
-Her sene başında özel fotoğraflar çektirirdim..Profesyonel fotoğrafçıya.Yüzümüzün güldüğü.Ümidin, umudun olduğu, şükran duyulduğu...
Ben yapamadım.Sadece istedim.İmkansızı.
İmkanınız varsa, siz o şanslılardansanız halen; durmayın,yapın.Sorun, öğrenin, yüceltin.
İçinizden gelen geçeni paylaşın...
Yaşayın ..Sadece anneliğini değil annenizin kendisini !!
12 Mayıs 2013 Pazar
10 Mayıs 2013 Cuma
Işık İşçileri
Hani hep aklımızı kurcalayan bir şeyler vardır... Çoğu zaman adlandıramadığımız, kimi zaman dışa vurduğumuz...Nefes alıp verdiğimiz müddetçe hep içimizde barındırdığımız; barındırmak istediğimiz...
Etkileşim içerisinde olduğumuz kişilere çok rahatlıkla hissettirebildiğimiz.Yüreklerimizde taşıyıp arada bir kendimize '' belki de benim misyonum bu! '' dediğimiz.
Yüreklerimizden taştığı zaman ise nereye, nasıl akıtabileceğimizi bilemediğimiz...
Ama sonra bir an gelir, farkına varırız, emin oluruz ve bir yolunu bulup çağlarız gürül gürül. Kimi zaman yazarak, kimi zaman bir objeyi yaratarak, kimi zaman içten gelen herhangi bir arzuyu güçlü ve istikrarlı bir şekilde paylaşarak...
Tüm bu aktivitelerin ortak paydası; paylaşmak, etkileşim içerisinde bulunarak iyi hissettirmektir.Ama kendimizi ama karşımızdakini. Önemli kelime; enerji alışverişidir.
İçimdekini dışıma çıkartabildiğim ve karşılığında da olağanüstü enerji alıp verdiğim bu blogumun bana kattığı gibi..Kendimi akıtabildiğim için çok mutlu olduğum gibi... Aşağıdaki yazıyı okuduğumda ''evreka'' dediğim gibi...
Eskisi gibi tanımlara takılı kalmayı sevmesemde kendime yakın hissettiklerimi özenle seçiyorum.
Sizlerin de kendi yaşam amacınızı yüreklerinizden çıkartıp akıtabilmeniz dileğiyle; sevgiyle paylaşın...
Yaşam Amacı
Yaşam derslerinin dışında, bir de bu yaşama yapmak üzere geldiğimiz bir iş var. Yaşam amacımız, biz bu dünyaya gelirken yüksek benliğimizle; Allah’la, meleklerimizle birlikte belirlediğimiz, yaşam boyu da ana hatlarıyla sabit kalan ‘hayatımızın işi’dir.
Yaşam amacımız bizi en mutlu eden, içimize en fazla coşku veren, o işi yaptığımızda bizi en çok dolduran iştir. Enerjimizi en çok yükselten, ışığımızı en çok arttıran iştir yaşam amacımız.
Yaşam amacıyla ilgili en güzel haber de şu: Hepimiz yaşam amacımızla ilgili yeteneklere doğuştan sahibiz. En kolay yaptığımız iştir yaşam amacımız aslında. Zaten yeteneklerimizin olduğu alandadır yaşam amacımız. Bazen bu yeteneklerimizi açığa çıkarmak veya hatırlamak için bir-iki eğitim almamız gerekebilir ama istisnasız hepimiz, yaşam amacımız her ne ise onu muhteşem bir şekilde yapabilecek hazinelerle donatılarak geldik bu dünyaya.
Ve bu konudaki asıl hazinemiz içimizdedir.
Işık İşçileri
Herkesin bir yaşam amacı vardır. Bazılarımızınki sadece mutlu olmak…
Fakat ışık işçileri dediğimiz bir grup insan var ki, onların yaşam amacı biraz farklı. Yüreğinde kendileri veya yakın çevrelerinin dışında herhangi bir şekilde hizmet etme isteği duyan insanlara ışık işçisi diyoruz. Bu, resim veya müzikle dünyamızı güzelleştirerek insanların enerjisini yükseltmek de olabilir, tıp doktorluğu yaparak hayat kurtarmak da. Veya sadece doğru zamanda doğru yerde bulunup, karşılaştığı insanlara duyması gereken sözleri söyleyerek onları rahatlatmak…
Etkileşim içerisinde olduğumuz kişilere çok rahatlıkla hissettirebildiğimiz.Yüreklerimizde taşıyıp arada bir kendimize '' belki de benim misyonum bu! '' dediğimiz.
Yüreklerimizden taştığı zaman ise nereye, nasıl akıtabileceğimizi bilemediğimiz...
Ama sonra bir an gelir, farkına varırız, emin oluruz ve bir yolunu bulup çağlarız gürül gürül. Kimi zaman yazarak, kimi zaman bir objeyi yaratarak, kimi zaman içten gelen herhangi bir arzuyu güçlü ve istikrarlı bir şekilde paylaşarak...
Tüm bu aktivitelerin ortak paydası; paylaşmak, etkileşim içerisinde bulunarak iyi hissettirmektir.Ama kendimizi ama karşımızdakini. Önemli kelime; enerji alışverişidir.
İçimdekini dışıma çıkartabildiğim ve karşılığında da olağanüstü enerji alıp verdiğim bu blogumun bana kattığı gibi..Kendimi akıtabildiğim için çok mutlu olduğum gibi... Aşağıdaki yazıyı okuduğumda ''evreka'' dediğim gibi...
Eskisi gibi tanımlara takılı kalmayı sevmesemde kendime yakın hissettiklerimi özenle seçiyorum.
Sizlerin de kendi yaşam amacınızı yüreklerinizden çıkartıp akıtabilmeniz dileğiyle; sevgiyle paylaşın...
Yaşam Amacı
Yaşam derslerinin dışında, bir de bu yaşama yapmak üzere geldiğimiz bir iş var. Yaşam amacımız, biz bu dünyaya gelirken yüksek benliğimizle; Allah’la, meleklerimizle birlikte belirlediğimiz, yaşam boyu da ana hatlarıyla sabit kalan ‘hayatımızın işi’dir.
Yaşam amacımız bizi en mutlu eden, içimize en fazla coşku veren, o işi yaptığımızda bizi en çok dolduran iştir. Enerjimizi en çok yükselten, ışığımızı en çok arttıran iştir yaşam amacımız.
Yaşam amacıyla ilgili en güzel haber de şu: Hepimiz yaşam amacımızla ilgili yeteneklere doğuştan sahibiz. En kolay yaptığımız iştir yaşam amacımız aslında. Zaten yeteneklerimizin olduğu alandadır yaşam amacımız. Bazen bu yeteneklerimizi açığa çıkarmak veya hatırlamak için bir-iki eğitim almamız gerekebilir ama istisnasız hepimiz, yaşam amacımız her ne ise onu muhteşem bir şekilde yapabilecek hazinelerle donatılarak geldik bu dünyaya.
Ve bu konudaki asıl hazinemiz içimizdedir.
Işık İşçileri
Herkesin bir yaşam amacı vardır. Bazılarımızınki sadece mutlu olmak…
Fakat ışık işçileri dediğimiz bir grup insan var ki, onların yaşam amacı biraz farklı. Yüreğinde kendileri veya yakın çevrelerinin dışında herhangi bir şekilde hizmet etme isteği duyan insanlara ışık işçisi diyoruz. Bu, resim veya müzikle dünyamızı güzelleştirerek insanların enerjisini yükseltmek de olabilir, tıp doktorluğu yaparak hayat kurtarmak da. Veya sadece doğru zamanda doğru yerde bulunup, karşılaştığı insanlara duyması gereken sözleri söyleyerek onları rahatlatmak…
26 Nisan 2013 Cuma
Yaşamak zamanı
Ölüm hakkında ne
düşünürsünüz bilmem...Kimileri korkar ölümden yitip gitmekten; kimileri hiç
düşünmez; benim gibiler ise ne korkar ne de düşünmemezlikten gelir. Zira
gideceği yerde sevdiği çok insanın onu beklediğini bilir.Kendine üzülmez geride
bırakacaklarına üzülür sadece.
Şu sıralar etrafımda
sevdiklerinin sağlık sorunu ile uğraşan çok dostum olduğu gibi maalesef
kendisini zamansız kaybettiğimiz dostumuz,tanıdığımız oldu.Belki de sormamız
gereken ''zamanında giden var mı?'' bu dünyadan..Herkesin kaybı kendisi için de
sevdikleri için de zamansız olmuyor mu çoğu zaman..
Fark ettim ki eskiden
görevden gittiğim cenazelere bile yürekten gidiyorum artık ben. Giden kişiye
helallik verebilmenin huzuru kaplıyor içimi cami avlularında.
Büyümek demek bu demek galiba.Yaşamdan
alacağın sorumluluk paydasınında artması demek. Yaşam esnasında daha fazla
çeşitlilik ile tanışmak demek.Her boyutta. Büyümek biraz da değişmek demek.Ama
ne olursa olsun yaşamak demek.Yaşanmadıktan sonra koskoca bir ömür;cami
avlusunda giden kişiyle yeterince anı biriktiremedikten sonra, söylemedikten
sonra içinden geçenleri, yaşatacağın onca güzellikleri esirgedikten sonra
kıymeti yoktur aslında hiçbir şeyin..İşte o zaman '' keşke''ler gelir
bulur seni..
O zaman dersin işte keşke
başka türlü yaşasaydım şu hayatı...Hayat dediğin kimileri için 2 perdelik bir
oyun kimlleri için ise uzun metrajlı film. Önemli olan- oyun olsun film olsun-
karakterler sağlamsa, senaryo güçlü,metinler samimi ise o zaman bu korku niye
??
Keşke dememek için sarılın
hayatınıza, sahip çıkın..Can Yücel'in de dediği gibi silkelenin; zaman yaşamak
zamanı...
YAŞAMAK ZAMANI
Yemek de boş içmek de,
Hatta yeri gelmeden
sevişmek de.
Tam zamanında öpmelisin
mesela güzel gözlünü,
Tam zamanında söylemelisin
sevdiğini
Gözlerinin içine baka baka.
Bisikletinin gidonunu
Tam zamanında çevirmelisin
Düşmemek için;
Tam zamanında frene
basmalı,
Tam zamanında yola
koyulmalısın.
Tam zamanında okşamalısın
basını
O üzüm gözlü çocuğun
Hıçkırıklar tam dizilmişken
boğazına,
Tam ağlamak üzereyken.
Tam zamanında koymalısın
elini omzuna
En sevdiğin dostunun babası
öldüğünde.
Tam zamanında tutmalısın
düşerken
Üç yaşındaki sehpaya
tutunan çocuğu.
Tam zamanında acımalı
yüreğin
Afyon'da Hasan Ağabey' in
evi yıkılınca başına
Evsiz kalınca çoluk çocuk
Ki uzatasın elini bir
parça.
Tam zamanında açmalısın
kapını
Hayatına girmek
isteyenlere.
Tam zamanında çıkarmalısın
Sevginden şımarmaya
başlayanları.
Tam zamanında affetmelisin
kardeşini
Biliyorsan yüreğinde
kötülük olmadığını
Seni gecenin üçünde arayıp
da
Kafasının iyi olduğunu
söylediğinde.
Tam zamanında öğretmelisin
oğluna
Gerekiyorsa yumruk atmayı
Tam burnunun üstüne
Tiksinmeden pisliğinden,
Yukarı mahallenin sümüklü
bebesi
Misketlerini zorla almaya
çalışırsa.
Tam zamanında bağırmalısın
Acıyınca bir yerin.
Tam zamanında gülmelisin
Kemal Sunal küfür edince
filmin bir yerinde.
Tam zamanında yatmalısın
Yola çıkacaksan ertesi gün
Ve arabayı kullanan sensen
Sana emanetse çoluk çocuk
Ve kendin.
Tam zamanında bırakmalısın
içmeyi
Son kadeh bozacaksa seni
Ve üzeceksen birilerini
Ertesi gün
hatırlamayacaksan.
Tam zamanında ayrılmalısın
misafirliklerden.
Tam zamanında konuşmalı
Tam zamanında şarkı
söylemeli
Tam zamanında susmalısın.
Tam zamanında terk
etmelisin gerekiyorsa
Annenin babanın evini,
Tam zamanında başka bir
şehre gidip
Ayaklarının üzerinde
durmaya çalışmalısın.
Tam zamanında dönmelisin
memleketine.
Tam zamanında için
titremeli,
Tam zamanında âşık olmalı
Deli gibi sevmelisin güzel
gözlünü.
Tam zamanında toplamalısın
oltanı
Belki de seni şampiyon
yapacak
En büyük balığı kaçırmadan.
Tam zamanında yaşlandığını
hissetmeli
Tam zamanında ölmelisin
Iskalamak istemiyorsan
hayatı.
Haydi, şimdi kalk bakalım
Silkin şöyle bir
At üzerinden hayatın
yorgunluğunu,
Vakit zannettiğinden daha
az
Haydi, kalk bakalım,
Şimdi YAŞAMAK ZAMANI
CAN YÜCEL
25 Nisan 2013 Perşembe
Şundan bundan
Bünyem kaldırmadı artık daha fazlasını ve isyan etti... Ama benim gibi inat bir insana yakışır bir şekilde yaptı bu isyanını...İnsan içine hemen kaçamayayım, spora hemen atmayayım, tez canlılıkla işe girişmeyeyim diye beni bu yaşımda su çiçeği yaptı. Ki her yerim kabarsın beni gören kaçsın diye. Ne yapalım ben de zorunlu istirahatten dolayı oturdum uzun zamandır aklımda olanları dökmeye ...
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Nedendir bilinmez ama biz millet olarak bazı şeylerde çok ilerideysek bazı şeylerde de o kadar geriyiz.. Mesela her yerde bangır bangır facebook ve internet kullanımında ne kadar ileride olduğumuz yazılır çizilir ama bir alışveriş merkezinde yürüyen merdivene binmekte zorlanırız...Dikkat edin yürüyen merdivenlerde kuyruk olur. İnsanlar hangi ayakla hangi basamağa bineceklerini planlamaktan binemezler yürüyen merdivene. Neden acaba ?
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Hazır evde iken başucumda bulunan 4-5 adet kitabı okurum nasılsa dedim... Kitaplardan bir tanesi nice zamandır orada duran '' Bad mother's hand book ''
Kızım bu kitabı görür görmez '' Ben sana kötü davrandığım için kendini kötü hissedip mi bu kitabı okumaya başladın?'' dedi.
Epey güldüm...Sonuç derseniz tüm başucu kitaplarımı bir kenara koyup Elif Şafak'ın ''Aşk '' kitabını tekrar ve yeniden okumaya başladım. Tam güzel bir bahar havasına layık.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
O kadar güzel bir hava varki dışarıda; içeride hasta olsam bile dışarıdaki güzel havayı içimde, taa iliklerimde hissediyorum...Enerji taa derinlerime kadar işleyebiliyor...Bugünkü ay tutulmasından mı bilinmez...Sadece keyfini çıkartıyorum. Su keseciklerime rağmen...Müzikte ise şu sıra olmazsa olmazım Katie Melua...Çoğu şarkısını çok beğenmekle birlikte şu şarkısını şu sıralar çok dinliyorum;
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Nedendir bilinmez ama biz millet olarak bazı şeylerde çok ilerideysek bazı şeylerde de o kadar geriyiz.. Mesela her yerde bangır bangır facebook ve internet kullanımında ne kadar ileride olduğumuz yazılır çizilir ama bir alışveriş merkezinde yürüyen merdivene binmekte zorlanırız...Dikkat edin yürüyen merdivenlerde kuyruk olur. İnsanlar hangi ayakla hangi basamağa bineceklerini planlamaktan binemezler yürüyen merdivene. Neden acaba ?
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Hazır evde iken başucumda bulunan 4-5 adet kitabı okurum nasılsa dedim... Kitaplardan bir tanesi nice zamandır orada duran '' Bad mother's hand book ''
Kızım bu kitabı görür görmez '' Ben sana kötü davrandığım için kendini kötü hissedip mi bu kitabı okumaya başladın?'' dedi.
Epey güldüm...Sonuç derseniz tüm başucu kitaplarımı bir kenara koyup Elif Şafak'ın ''Aşk '' kitabını tekrar ve yeniden okumaya başladım. Tam güzel bir bahar havasına layık.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
O kadar güzel bir hava varki dışarıda; içeride hasta olsam bile dışarıdaki güzel havayı içimde, taa iliklerimde hissediyorum...Enerji taa derinlerime kadar işleyebiliyor...Bugünkü ay tutulmasından mı bilinmez...Sadece keyfini çıkartıyorum. Su keseciklerime rağmen...Müzikte ise şu sıra olmazsa olmazım Katie Melua...Çoğu şarkısını çok beğenmekle birlikte şu şarkısını şu sıralar çok dinliyorum;
16 Nisan 2013 Salı
Git-Gel'ler
Seviyorum git-gel'leri ben... Hem fiziksel olarak hem de düşüncesel olarak gitmeleri gelmeleri...
Hem yeni, keşfedilmemiş diyarlara doğru hem de eski, beni ben yapan kişilere veya yerlere doğru gidip gelirim sık sık...
Her yaşanmışlığın hakkını vermeyi severim...Yüceltmeyi de bilirim...Anmasını ve an'ı tekrar yaşamayı da...
İster hatırşinazlık deyin ister geçmişe özlem deyin... Ben ise ''Ben ''i ''Ben '' yapan herşeye sarılmak derim...
Hayal kurmasını ise yeni öğrenmekteyim. Planları bıraktığımdan beri... Belki de gönlüm daha çok zenginleştiğinden...Nefes almayı daha çok önemsediğimden belki de..Belki de hayatın sürprizlerine her zamankinden daha fazla açık olmamdan...Kimbilir...Şimdiki zamanın kıymetini ise herşeyden çok bilirim.Buna her gün şükrederim...
Seviyorum zihnimde geleceğe uzanmayı...Bakalım neler yaşayacağız daha demeyi ?Biraz pervasızca biraz akışına bırakıp hani.
Tüm bu düşüncelerin hepsi dün İzmir 'de bir otele girerken canlandı bende teker teker...Önce düşünceler sonrasında ise anılar canlandı. Sırasıyla... An be an gözümün önüne gelerek selamladılar beni.
Otelin ismi değişmiş, dekorasyonu değişmiş fark etmedi...Dekorlardan bağımsız; birer birer ruhları canlandı yaşanan anıların... Beni gülümsetti '' vay be '' dedirtti. Geleceğe dair ''Kimbilir başka neler yaşayacağız?'' dedirtti. Herşeyden önemlisi ''iyi ki yaşamışım'' dedirtti.
21 sene sonra, dün bir iş için ayak bastığım otel; eskinin Efes oteli idi..Hani şimdinin Swiss oteli. İzmir için izlerin ve ilklerin oteli idi adeta... Benim için de aynen öyle olmuş içeri girer girmez iz'ler bana kendini dün gibi hatırlatmıştı nitekim.
İlk hatırladığım anım ortaokul 2 olduğum bir yaşta okulu kırarak, koyu bir FB'li olarak otelde kalan efsane kaleci Tony Schumacher 'i görmek ve imza almak içindi...Hem cüret etmenin hem de sabretmenin karşılığını aldığım küçük ama büyük mutluluklardan bir tanesiydi o an...
2. anım ise Lise son mezuniyetimi kutladığımız akşama aitti..O gece geldi aklıma.. Kıyafetim, saçım, o korkunç gözlüklerim vs de aklıma geldi ama en çok aklıma gelen ''karmakarışık hislerimdi''...
Genç olmak, bilinmezliğe doğru yol almak, sınav stresi, hayatın en büyük darbelerinden bir tanesini yeni yemiş olmak ama her şeye rağmen çok kıymetli arkadaşlarımın arasında olmak...Dediğim gibi o '' karmakarışık hislerim '' geldi aklıma...Buruk bir anı oldu kendisi neticede...Sahip çıktım tabiki yine de kendisine.
Kendisini hatırlatan en son anım ise üniversite 1.sınıftaki ben'e dair oldu.İlk ciddi ilişkim, pek aşık olduğumu bildiğim, karmakarışık hislerin en nihayetinde akacak bir kanal bulduğu bir zamana ait olan zamandan. En deli dolu olduğum zamanlara ait olan...
Üniversitede sömestr tatili olmuş, ben İzmir'e gelmiş; erkek arkadaşım ise Ankara 'da kalmıştı. Bu 3 haftalık ayrılığa nasıl dayanacağımızı bilemezken babası bize bir jest yapmış ve oğlunu da koluna takarak iş gezisine İzmir 'e getirmişti..Bir gece yemeğinde otelde bir araya gelmiştik. O yemeğe nasıl giyindiğimi de,hazırlandığımı da, stresini de unutmamışım. Sürprizleri çok sevdiğimi ilk hissettiğim bir yaşta olduğum; sabretmenin ise eskisi kadar kolay olmadığını anladığım zamanlardan...
Dün sabah gittim İzmir 'e aynı gün içerisinde geldim tekrar İstanbul 'a... Bir otele girdim aklıma neler geldi.. Yürümek istedim sokaklarda daha fazla iliklerimde hissedeyim bazı şeyleri diye ama şimdiki zamandaki şükrettiklerim çağırmakta idi beni...
Gitmeler gelmeler de olmasa hayat çok sıkıcı olurdu diye düşündüm.. 1 günlük iş gezisi bile beni mutlu etti en nihayetinde...Gitmeleri gelmeleri farklı kılacak olan tek şeyin şimdiki zamanda yaşayacağım kıymetli anların olduğunu tekrar hatırladım.Zamanıma, yaşıma, sağlığıma, sahip olduklarıma tekrar kıymet bildim.
Ve 10 sene sonra nerede, nasıl hissedeceğimi düşünmeye gidip gelmeye doğru yola çıktım...
24 Mart 2013 Pazar
39
Bugün yaşgünüm... Kendimi çok iyi hissettiğim bir yaşta olduğum bir gün..
İçimin dışımın çok daha bütünsel ve ahenk içerisinde hareket ettiği, kendimi her zamankinden daha fazla sevdiğim bir zam ''an '' da olduğum bir gün...
Etrafımda ki herkesi; her canlıyı, doğayı daha fazla önemsediğim bir gün...
Basiti yücelttiğim, abartıdan kaçındığım, yapmacık olamayacak kadar ustalaştığım bir yaşta olduğum bir gün...
Zamanla herkesi daha fazla severken; bazılarını kalbimde çok farklı yerlere koyduğumu açıkça söylemekten yüksünmediğim bir gün..
Daha fazla esnemeye; duvarlarımı yıkmaya çaba sarf ettiğim ; dogma düşüncelerden; önyargılardan çok daha fazla kaçındığım bir gün...
Kendimi sonuna kadar dişi hissettiğim, kadınlığımdan; akıllı olduğum kadar gurur duyduğum bir gün...
Keşke'lerimin sonuna geldiğim bir gün...
Sürprizlerin kendiliğinden gelmediğini, sürprizleri yaratabildiğimi idrak ettiğimi bir gün...
Hayatı iyisiyle kötüsüyle; getirisi götürüsüyle; hataları sevapları ile çok daha fazla sevdiğim; yaşama ve yaşamaya doyamadığım bir gün...
Dostlarıma, aileme, çocuklarıma; beni ben yapan herkese teşekkürü borç bildiğim bir gün...
Sahip olduğum herşeye şükrettiğim bir gün...
Gelen yıllardan korkmadığım aksine adeta içime sokacakmışım gibi kucakladığım bir gün...
Varsın gelsin öyle ise yıllar; ardı ardına...Ümit ve umut oldukça... Böyle günler çoğaldıkça..
Bekliyorum seni 40))
İçimin dışımın çok daha bütünsel ve ahenk içerisinde hareket ettiği, kendimi her zamankinden daha fazla sevdiğim bir zam ''an '' da olduğum bir gün...
Etrafımda ki herkesi; her canlıyı, doğayı daha fazla önemsediğim bir gün...
Basiti yücelttiğim, abartıdan kaçındığım, yapmacık olamayacak kadar ustalaştığım bir yaşta olduğum bir gün...
Zamanla herkesi daha fazla severken; bazılarını kalbimde çok farklı yerlere koyduğumu açıkça söylemekten yüksünmediğim bir gün..
Daha fazla esnemeye; duvarlarımı yıkmaya çaba sarf ettiğim ; dogma düşüncelerden; önyargılardan çok daha fazla kaçındığım bir gün...
Kendimi sonuna kadar dişi hissettiğim, kadınlığımdan; akıllı olduğum kadar gurur duyduğum bir gün...
Keşke'lerimin sonuna geldiğim bir gün...
Sürprizlerin kendiliğinden gelmediğini, sürprizleri yaratabildiğimi idrak ettiğimi bir gün...
Hayatı iyisiyle kötüsüyle; getirisi götürüsüyle; hataları sevapları ile çok daha fazla sevdiğim; yaşama ve yaşamaya doyamadığım bir gün...
Dostlarıma, aileme, çocuklarıma; beni ben yapan herkese teşekkürü borç bildiğim bir gün...
Sahip olduğum herşeye şükrettiğim bir gün...
Gelen yıllardan korkmadığım aksine adeta içime sokacakmışım gibi kucakladığım bir gün...
Varsın gelsin öyle ise yıllar; ardı ardına...Ümit ve umut oldukça... Böyle günler çoğaldıkça..
Bekliyorum seni 40))
17 Mart 2013 Pazar
Ümit Ünal
Biliyorum ihmal ettim...Biraz isteksizlik, biraz rahatsızlık, biraz iş güç, çoğunlukla yorgunluk idi beni yazmaktan alıkoyan.Belki de baharın etkisi idi.Yok yok ;kesin baharın etkisi idi. Papatyaları ve gelincikleri gördüğümden beri dağıldım. Biraz da yaşlandığımı hissettim. Hislendim. Ne de güzel şeymiş yaşamak dedim..Yaş almak dedim..
Zira Mart ayının başından beri ufak tefek seyahatler, işler ile ilgili birbirinden farklı insanlar, sohbetler ve ilham veren dialoglar ile yine,yeni,yeniden kendime geldim..Enerji ile doldum.Baharı ne kadar çok sevdiğimi tekrar hatırladım..
İlham veren dialoglar demişken çok yakın bir zaman önce tanıştığım tasarımcı Ümit Ünal'dan çok etkilendim.Bir insan bu kadar güzel mi kendini dinletir, söylediklerini bu kadar mı üstüne yakıştırır bilemedim...Tasarımcılığın yanısıra bir şair, edebiyatçı ve sanatçı kimliklerini de barındırmasına hayran oldum.. İşine aşık olmasına daha da çok bayıldım. Saygı duydum, heves ettim, hemen bi koşu gidip tasarladıklarına sahip olmak istedim.Tarzının ''androjen '' olduğunu öğrendim. Bu aşamada biraz tereddüt ettim. Zira şu sıralar, bu yaşlarımda '' feminen ''liğini keşfeden bir kadın olarak androjen tarza yakın hissetmedim.
Beni geçtim çok başarılı olmasını arzu ettim.Yürekten diledim.
Tekrar görüşüp belki ortak projelerde yer alacağımız için heyecanlanarak ayrıldım kendisinden...
Bilgi;Tasarımlarını daha çok yurtdışı pazarlarına sunan Ümit Ünal şu an için yurtiçinde satış noktası yok. http://www.umitunal.com
Zira Mart ayının başından beri ufak tefek seyahatler, işler ile ilgili birbirinden farklı insanlar, sohbetler ve ilham veren dialoglar ile yine,yeni,yeniden kendime geldim..Enerji ile doldum.Baharı ne kadar çok sevdiğimi tekrar hatırladım..
İlham veren dialoglar demişken çok yakın bir zaman önce tanıştığım tasarımcı Ümit Ünal'dan çok etkilendim.Bir insan bu kadar güzel mi kendini dinletir, söylediklerini bu kadar mı üstüne yakıştırır bilemedim...Tasarımcılığın yanısıra bir şair, edebiyatçı ve sanatçı kimliklerini de barındırmasına hayran oldum.. İşine aşık olmasına daha da çok bayıldım. Saygı duydum, heves ettim, hemen bi koşu gidip tasarladıklarına sahip olmak istedim.Tarzının ''androjen '' olduğunu öğrendim. Bu aşamada biraz tereddüt ettim. Zira şu sıralar, bu yaşlarımda '' feminen ''liğini keşfeden bir kadın olarak androjen tarza yakın hissetmedim.
Beni geçtim çok başarılı olmasını arzu ettim.Yürekten diledim.
Tekrar görüşüp belki ortak projelerde yer alacağımız için heyecanlanarak ayrıldım kendisinden...
Bilgi;Tasarımlarını daha çok yurtdışı pazarlarına sunan Ümit Ünal şu an için yurtiçinde satış noktası yok. http://www.umitunal.com
14 Şubat 2013 Perşembe
Reklamlar...
Uzun süredir TV 'de reklam kuşağına denk gelmemiştim..Dün akşam sağolsun Kuzey-Güney sayesinde izlemediğim kadar çok reklamı hem de birbirinin yıllarca aynısı olan reklamları izleyince içim bir sıkıldı bir sıkıldı taa ki......
Önce Ariel için beyazlar giymiş bir kadın , yılların aynı yöntemi olan hangi deterjandan daha iyi sonuç alındığını gösteren kıyaslamalı bir demo yaparak tüm kadınları Ariel kullanma konusunda ikna ettiğini zannetti.Ama Allah için şu an aklımda sanki cenneteymişim gibi sadece beyaz çağrışımlar kaldı..
Sonra da yılların Ipana'sı ,yıllardır aynı diş doktoru ile çalışıyormuşcasına, yine kendisine de beyaz giyindirerek, sıkıcı diş gerçeklerini biraz daha teknolojik bir demo ile taçlandırarak hepimizi İpana kullanma konusunda ikna ettiğini zannetti.Ürünün ambalajınından ve reklamından bayağı sıkılmışım ki bayağı bir off'ladım...
Taaki hemen bu reklamların ardından Biscolata reklamı çıkana kadar..
Hemen bir gülümseme geldi.. )) Tamam dikkat çekici unsur!! kullanmışlar, ortam şahane, ürünle bir alaka kuramıyorsun vs vs ama mesela o çikolatayı ince ince doğradığı demo sahnesi bayağı güzel ve akılda kalıcı bir uygulama olmuş..)
Hele de o sıkıcı, bildik reklamların ardından ezber bozan bir reklam/ concept/ uygulama görmek beni bir mutlu etti bir mutlu etti..
Hemen Biscolata'nın ardından ise bebeklerin yerine kazık kadar çocukların!! pişik sorunu ele alan o korkunç Popolin reklamı ise gülmekten öldürdü.
Sen kullan Popolin pişik kremini Biscolata erkeklerinde sonra gör bakalım satışlar nasıl artıyor ...
Einstein 'ında dediği gibi;Hep aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar beklemek ''aptallıktır ''.
Bütün bunlar ise aklıma neredeyse 11 sene öncesinde bizim çektiğimiz reklam filmimizdeki absurd'lukleri getirdi aklıma.
Sorumlu olduğum markanın bebek şampuanı için bir reklam filmi çekilecekti ve her yaştaki bebek için uygunluğunu anlatmak üzere bir konsepti vardı.
Reklam ajansı Türkiye yerine Belçika 'da yabancı bir direktör ile çekilmesini uygun gördü. ) Biz de bir ses etmedik.
Filmde 3 bebek kullanılmalıydı.Koca Belçika'da 1 yaşında uygun bebek kast bulunamadı, bebek İngiltere'den Belçika'ya geldi, diğer 2 çocuk ise birisi 2 yaşında birisi 4 yaşında Belçikalılardı.
Belçika'dan olan da birisi Flemenk bölgesinden olduğu için Felemenkçe diğeri ise Valon olduğu için Fransızca konuşuyordu.Dolayısıyla birbirini anlamıyorlardı. İşleri nasıl basit halden karışık /komplike hale getirdiğimizin bence en iyi örneğidir bu deneyimim..
Müşteri:Türk. Direktör : Yabancı ama Belçika'lı da değildi sanırım.. Çekim : Sebepsiz Belçika.
Kast birbirinin dilinden anlamayan 3 çocuk..Ürün:Basit bir göz yakmayan bebek şampuanı...Maliyet:Gereğinden fazla.
Ezber bozan bir taraf ise deneyimin kendisi oldu..) Ürün ve reklam değildi yoksa..
''Ezber bozmak '' lafını/ mottosunu ise ayrıca seviyorum.. Bu da başka bir yazı konusu olsun..
Önce Ariel için beyazlar giymiş bir kadın , yılların aynı yöntemi olan hangi deterjandan daha iyi sonuç alındığını gösteren kıyaslamalı bir demo yaparak tüm kadınları Ariel kullanma konusunda ikna ettiğini zannetti.Ama Allah için şu an aklımda sanki cenneteymişim gibi sadece beyaz çağrışımlar kaldı..
Sonra da yılların Ipana'sı ,yıllardır aynı diş doktoru ile çalışıyormuşcasına, yine kendisine de beyaz giyindirerek, sıkıcı diş gerçeklerini biraz daha teknolojik bir demo ile taçlandırarak hepimizi İpana kullanma konusunda ikna ettiğini zannetti.Ürünün ambalajınından ve reklamından bayağı sıkılmışım ki bayağı bir off'ladım...
Taaki hemen bu reklamların ardından Biscolata reklamı çıkana kadar..
Hemen bir gülümseme geldi.. )) Tamam dikkat çekici unsur!! kullanmışlar, ortam şahane, ürünle bir alaka kuramıyorsun vs vs ama mesela o çikolatayı ince ince doğradığı demo sahnesi bayağı güzel ve akılda kalıcı bir uygulama olmuş..)
Hele de o sıkıcı, bildik reklamların ardından ezber bozan bir reklam/ concept/ uygulama görmek beni bir mutlu etti bir mutlu etti..
Hemen Biscolata'nın ardından ise bebeklerin yerine kazık kadar çocukların!! pişik sorunu ele alan o korkunç Popolin reklamı ise gülmekten öldürdü.
Sen kullan Popolin pişik kremini Biscolata erkeklerinde sonra gör bakalım satışlar nasıl artıyor ...
Einstein 'ında dediği gibi;Hep aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar beklemek ''aptallıktır ''.
Bütün bunlar ise aklıma neredeyse 11 sene öncesinde bizim çektiğimiz reklam filmimizdeki absurd'lukleri getirdi aklıma.
Sorumlu olduğum markanın bebek şampuanı için bir reklam filmi çekilecekti ve her yaştaki bebek için uygunluğunu anlatmak üzere bir konsepti vardı.
Reklam ajansı Türkiye yerine Belçika 'da yabancı bir direktör ile çekilmesini uygun gördü. ) Biz de bir ses etmedik.
Filmde 3 bebek kullanılmalıydı.Koca Belçika'da 1 yaşında uygun bebek kast bulunamadı, bebek İngiltere'den Belçika'ya geldi, diğer 2 çocuk ise birisi 2 yaşında birisi 4 yaşında Belçikalılardı.
Belçika'dan olan da birisi Flemenk bölgesinden olduğu için Felemenkçe diğeri ise Valon olduğu için Fransızca konuşuyordu.Dolayısıyla birbirini anlamıyorlardı. İşleri nasıl basit halden karışık /komplike hale getirdiğimizin bence en iyi örneğidir bu deneyimim..
Müşteri:Türk. Direktör : Yabancı ama Belçika'lı da değildi sanırım.. Çekim : Sebepsiz Belçika.
Kast birbirinin dilinden anlamayan 3 çocuk..Ürün:Basit bir göz yakmayan bebek şampuanı...Maliyet:Gereğinden fazla.
Ezber bozan bir taraf ise deneyimin kendisi oldu..) Ürün ve reklam değildi yoksa..
''Ezber bozmak '' lafını/ mottosunu ise ayrıca seviyorum.. Bu da başka bir yazı konusu olsun..
12 Şubat 2013 Salı
'' MY WAY ''
Hayatta -Allah'a çok şükür -çok az şeyi ve/veya kişiyi kıskanmışımdır. Ama nedendir bilinmez çocukluğumdan beri sahneye çıkan kişiler; ister şarkıcı ister tiyatrocu ister dansçı fark etmez bu listenin en üst sırasında kıskanılmışlardır.
Onların sahnede iken hissettikleri, üst düzeye çıkan performansları nedeniyle izleyiciler üzerinde bıraktıklarına emin oldukları bazı izlerin '' anları'' vardır ya hani tüyler ürpeten cinsten. İşte o tarifi zor olan hazzı yaşayan ve yaşatan her kimse O'na her zaman çok büyük bir hayranlık beslemişimdir.
Hiç olmayan keşke'lerim böyle an 'larda hemen zincirlerinden kopup ağzımdan sese dönüşürler; ''Keşke ben de böyle bir hazzın sebebi olabilseydim '' gibisinden...
Bana göre şu fani dünyada '' Eğer cennetin kapısınından geçiyor olsaydın nasıl hissederdin ?'' diye sorarsanız 2 cevabım olurdu;
- Bir annenin çocuğunu doğurması (ve hayatı boyunca gururla yaptıklarına tanık olabilmesi )
- Bir sanatçının sahnede aldığı haz kadar o hazzı izleyicilerine/dinleyicilerine de hissettirebilmesi
benim için bu dünyada eğer cennet olsaydı kapısından geçerken hissedebileceğimi düşündüğüm hislere en yakın olanlar olurdu herhalde.
Ben de bu düşüncelerle cennetin kapısını şu fani dünyada araladığı ''an'' ı yakayabilmiş bir şarkıcının bir konser görüntülerini paylaşmak istedim sizlerle...
Yer: Londra ...
Tarz ve yer :Kesinlikle alt alta üstüste, izdiham yaşanan bir stadyumda değil çok tarihi ve akustik bir yer olan Royal Albert Hall 'da..Hani taa 1871 'lerde yapılan ve en ünlü müzisyenlere ev sahipliği yapan görkemli tarihi yerde. Her adım attığını da '' Ruhu şad olsun '' diye anımsayacağınız kişilere ev sahipliği yapmış olan yerde...
Seyirciler: Klasik konser dinleyicisi yerine smokinli beyler, tuvalet giymiş kadınlarla dolu olağanüstü şık bir ambians...
Sahnede : Robbie Williams... Hani ne söylesek az gelecek olan, şarkı söylerken boyu ve posu da devleşen ama en çok bakışları belirginleşen, sesi ile kanımızı titreten ...
Şarkı: Hayatının sonuna geldiğinde '' hangi şarkı seni anlatsın istersin ?'' diye sorsanız, veya hadi olumlu bakalım '' hangi şarkı sözünü örnek alarak yaşamak istersin ? diye sorsanız bu şarkı ile kendimi anlatmak istediğim, şarkının ilk sahibine de ölesiye bir hayranlık beslediğim, her dinlediğimde ''duygular 100 sene öncede benzer imiş 100 sene sonra da benzer olacak, insan var olduğu sürece '' diye şaşırdığım, ruhumu besleyen MY WAY şarkısı..
Buyrun izleyin, hislenin, tüylerinizi ürpertin..Robbie Williams'ın hangi an'ını, hangi hazzını en çok kıskandığınızı ve/veya -sizler için daha yumuşatarak ifade edeyim- imrendiğinizi düşünün..
O sandalye üstünde gururla şarkıya başladığı an'ımı, yoksa seyircilerin ilk ayağa kalkıp alkışlamaya başladığı an'ı mı,yoksa şarkının ortasında '' everybody ''diyerek herkesi şarkıya ortak edip çok zarifçe yaşadığı mutlululuğu bir kuğu gibi dansa dönüştürdüğü an'ımı,yoksa en son ''I did it my way '' derken merdivenlerde yumruğunu havaya kaldırdığı ve yaşadığı ve yaşattığı o olağanüstü güzelliğe sebep olmanın hazzını göz yaşı olarak ifade ettiği an 'ımı, yoksa en son karede dinleyicilere fırlattığı bakışlardaki haklı gururlandığı an'ımı...
Ben kendi adıma sadece o ortama, o an'lara tanık olabilmek için neleri vermezdim diye düşündüm..)) Zira baştan sona benim için sıradışı hisler şöleni oldu bu konser kaydı...
Belki biliyorsunuz bu yaz Haziran sonu-Temmuz başı Robbie Williams gene Londra'da 4-5 akşam konser veriyor olacak..Ben başka bir seyahat sebebiyle orada olamayacağım ama imkanınız varsa stadyum konseri de olsa böyle bir fırsatı kaçırmayın derim..
Ne de olsa yaşadıklarımız ''an''lardan ve bu an'ların da ANI'lara dönüşmesiyle kıymetli hale geliyor değil mi ?
Hani rutini bozup, aldığımız NEFES için şükrettiğimiz, güzellikleri daha fazla görüp kıymet bildiğimiz sıradışı an'lardan...
Onların sahnede iken hissettikleri, üst düzeye çıkan performansları nedeniyle izleyiciler üzerinde bıraktıklarına emin oldukları bazı izlerin '' anları'' vardır ya hani tüyler ürpeten cinsten. İşte o tarifi zor olan hazzı yaşayan ve yaşatan her kimse O'na her zaman çok büyük bir hayranlık beslemişimdir.
Hiç olmayan keşke'lerim böyle an 'larda hemen zincirlerinden kopup ağzımdan sese dönüşürler; ''Keşke ben de böyle bir hazzın sebebi olabilseydim '' gibisinden...
Bana göre şu fani dünyada '' Eğer cennetin kapısınından geçiyor olsaydın nasıl hissederdin ?'' diye sorarsanız 2 cevabım olurdu;
- Bir annenin çocuğunu doğurması (ve hayatı boyunca gururla yaptıklarına tanık olabilmesi )
- Bir sanatçının sahnede aldığı haz kadar o hazzı izleyicilerine/dinleyicilerine de hissettirebilmesi
benim için bu dünyada eğer cennet olsaydı kapısından geçerken hissedebileceğimi düşündüğüm hislere en yakın olanlar olurdu herhalde.
Ben de bu düşüncelerle cennetin kapısını şu fani dünyada araladığı ''an'' ı yakayabilmiş bir şarkıcının bir konser görüntülerini paylaşmak istedim sizlerle...
Yer: Londra ...
Tarz ve yer :Kesinlikle alt alta üstüste, izdiham yaşanan bir stadyumda değil çok tarihi ve akustik bir yer olan Royal Albert Hall 'da..Hani taa 1871 'lerde yapılan ve en ünlü müzisyenlere ev sahipliği yapan görkemli tarihi yerde. Her adım attığını da '' Ruhu şad olsun '' diye anımsayacağınız kişilere ev sahipliği yapmış olan yerde...
Seyirciler: Klasik konser dinleyicisi yerine smokinli beyler, tuvalet giymiş kadınlarla dolu olağanüstü şık bir ambians...
Sahnede : Robbie Williams... Hani ne söylesek az gelecek olan, şarkı söylerken boyu ve posu da devleşen ama en çok bakışları belirginleşen, sesi ile kanımızı titreten ...
Şarkı: Hayatının sonuna geldiğinde '' hangi şarkı seni anlatsın istersin ?'' diye sorsanız, veya hadi olumlu bakalım '' hangi şarkı sözünü örnek alarak yaşamak istersin ? diye sorsanız bu şarkı ile kendimi anlatmak istediğim, şarkının ilk sahibine de ölesiye bir hayranlık beslediğim, her dinlediğimde ''duygular 100 sene öncede benzer imiş 100 sene sonra da benzer olacak, insan var olduğu sürece '' diye şaşırdığım, ruhumu besleyen MY WAY şarkısı..
Buyrun izleyin, hislenin, tüylerinizi ürpertin..Robbie Williams'ın hangi an'ını, hangi hazzını en çok kıskandığınızı ve/veya -sizler için daha yumuşatarak ifade edeyim- imrendiğinizi düşünün..
O sandalye üstünde gururla şarkıya başladığı an'ımı, yoksa seyircilerin ilk ayağa kalkıp alkışlamaya başladığı an'ı mı,yoksa şarkının ortasında '' everybody ''diyerek herkesi şarkıya ortak edip çok zarifçe yaşadığı mutlululuğu bir kuğu gibi dansa dönüştürdüğü an'ımı,yoksa en son ''I did it my way '' derken merdivenlerde yumruğunu havaya kaldırdığı ve yaşadığı ve yaşattığı o olağanüstü güzelliğe sebep olmanın hazzını göz yaşı olarak ifade ettiği an 'ımı, yoksa en son karede dinleyicilere fırlattığı bakışlardaki haklı gururlandığı an'ımı...
Ben kendi adıma sadece o ortama, o an'lara tanık olabilmek için neleri vermezdim diye düşündüm..)) Zira baştan sona benim için sıradışı hisler şöleni oldu bu konser kaydı...
Belki biliyorsunuz bu yaz Haziran sonu-Temmuz başı Robbie Williams gene Londra'da 4-5 akşam konser veriyor olacak..Ben başka bir seyahat sebebiyle orada olamayacağım ama imkanınız varsa stadyum konseri de olsa böyle bir fırsatı kaçırmayın derim..
Ne de olsa yaşadıklarımız ''an''lardan ve bu an'ların da ANI'lara dönüşmesiyle kıymetli hale geliyor değil mi ?
Hani rutini bozup, aldığımız NEFES için şükrettiğimiz, güzellikleri daha fazla görüp kıymet bildiğimiz sıradışı an'lardan...
25 Ocak 2013 Cuma
Kayak tatili
14 veya 15 sene önce... Tam tarihini hatırlayamadım. Kızlı erkekli bir grup sporcu genç olarak kayak programı yaptık. Kızlar ortalama 25 yaşında erkekler ise ortalama 28 'dı herhalde. Aramızda sadece bir evli çift var, geri kalan bizler ise çıkmaktayız. ( Bu sırada çıkmak kelimesi de ne komiktir değil mi ? )
İstikamet Avusturya...St Anton. Hiçbirimiz daha önce Avrupa'da kayağa gitmemişiz..Hele de ben.. Ankara'da üniversite okuyan bir İzmirli olarak ilk kayağımı Kartalkaya'da 20 yaşında ayağıma takmış birisi olarak Avusturya 'da kayak tecrübesine oldukça uzağım. Ama grupta çok iyi kayakçılar var. Genellikle Uludağ ekolünden. Kotla kayıldığı zamanlardan...))
Neyse düştük yollara,vardık güle oynaya. Harika bir pansiyon. Sahibesi çok tatlı bir kadın. Hatta o kadar memnun kaldık ki üstüste 2 sene aynı pansiyona gittik.
Kasaba çok güzel. Pistler ondan daha da güzel. Siyah ve kırmızı pist çoğunlukla. Mogullar ise bizim erkeklere layık.
Herkes idealist. Kendini geliştirmeye adamış. Başta ben ve birkaç arkadaşım grup dersine takıldık. Bizim gruptan ayrıldık çoğu zaman. Çok da iyi ettik. Nitekim o grup derslerinin emeği çoktur şimdi ki kayak seviyemde.
Her sabah saat 9.00 kalk borusu ile düşerdik pistlere doğru rap rap. Yolumuzun üstünde ise kayak okuluna sabah sabah bırakılmış minik veretler. Hele o yerden bitme 3-4 yaşında yanakları soğuktan al al olmuş sarı kafalı veletler halen aklımdadır. Sadece ben değil tüm kızlar o veletlerin yanından geçerken '' aayy ne şekerler '' diye sempatik bir şekilde bakardık. Ama sadece sempatik baktığımız yaşlardı. Daha öyle özlem mözlem duymazdık çocuk çoluk işlerine. Uzakta bir hayaldi o zamanlar.
Kasaba Apres-ski de belki de Avrupa'nın en iyisi ve çılgını. İlk gözağrımız ise dağdan kasabaya iniş pistinin tam da solunda Krazy Kanguru.http://www.krazykanguruh.com
İnanılmaz eğlenceli bir yer. Saat 16.00 de içmeye başlıyorsun saat 19.00 veya 20.00 'e kadar içiyorsun sonra da kayakları tekrar takıp aydınlatılmış pistte kasabaya kayarak gidiyorsun..Halen gözümün önündedir hepimizin sarhoş olarak kayması. Cüretkarlık ve gençlik de cabası. Uzun lafın kısası St Anton önemli bir yer etmiştir hayatımızda.Akşam fondüler, partiler...
Kalabalık olarak restaurantlarda yer bulamanın sıkıntısı...
Bazı ilklere de tanık olduğumuz bir yerdir St Anton. Saunaya kadınlı- erkekli birlikte, hatta örtünmeye gerek duyulmadan girildiğinin ilk tecrübe edildiği yerdir St Anton...Gitmedim görmedim...Gidenlerin yalancısıyım diyelim geçelim.
En yakındaki kasaba Lech. Bütün sosyetenin gözbebeği. Gel görki bize uygun değil. Pistler çok düz, sonra tüm kadınlar kürklü. Ama güzel restaurantlar, güzel dükkanlar için arada sırada gidilen bir yer. Ama kayarak ama arabayla.
Yine de en sıcak, karakterli ve sporcu kasaba bizimki. Kayakçılar harbi kayakçı; malzemeden anlayan türden.
Çağlar'ın çok eskimiş bir kayak ayakkabısını yine bir Apres Ski sonrasında bir barın önünde bıraktık. 1 haftanın sonunda o ayakkabı halen orada durmaktaydı..))Anlayın işte herkes o kadar iyi malzeme delisi.
14 seneden bu zamana neler değişti peki...Aynı grup arkadaş birer ikişer sene arayla evlendik. Denk düştü aynı zamanlarda ilk çocuklarımızı kucakladık. Onlar 5 yaşına geldiğinde ise tekrar başladı bizim Alp dağları maceralarımız. Ee malum Alp dağları bu. O kadar büyük ki. Kah orası kah burası derken yolumuz düşmedi St Anton'a bir daha. Ama şimdi hatta yarın yine yollara düşüyoruz. Hem de bu defa yanımızda 2.çocuklarımızla...
En küçükleri 4 en büyükleri 14 yaşında olan. Ağırlıklı ortalamada 10 yaşlarında olan delikanlı ve genç kız adayıyla düşüyoruz yine yollara.
Kafam da bazı sorularla....
Acaba Apres Ski yapabilecekmiyiz ?Sarhoş olup geee kasabaya kayarak gelebilecek miyiz ?
Aynı grup arkadaşlarımla 14 sene sonra birlikte bu defa neleri tadacağız? Neleri tecrübe edeceğiz?
Apres skiye çocuk götürsek ne olur ? Barın üstünde anne -babasına gören çocuk nasıl etkilenir ?
Onları odada bıraksak 14 yaşındaki 4 yaşındakine baksa veya kısa çöp çekerek nöbetçi veli bıraksak otelde ve gitsek yine Krazy'e.. Adına layık bir şekilde eğlensek..
Peki şimdi böyle yazıyorum da çok değil 5-6 sene sonra bizimkiler gitmek isteyecek olurlarsa Apres ski'ye.Birlikte mi gideceğiz?Hayır mı diyeceğiz ?
Off zaman çok mu hızlı geçmektedir nedir ?
Neyse soruları boşveriyorum. Hayırlısı ile gidip gelmeyi diliyorum. Kazası belasız..Oğlumun sarı veletlerle arkadaş olduğunu görmek ve kayaktan zevk aldığını görmeyi ümid ediyorum. Tıpkı ablası gibi...
http://www.stantonamarlberg.com/
İstikamet Avusturya...St Anton. Hiçbirimiz daha önce Avrupa'da kayağa gitmemişiz..Hele de ben.. Ankara'da üniversite okuyan bir İzmirli olarak ilk kayağımı Kartalkaya'da 20 yaşında ayağıma takmış birisi olarak Avusturya 'da kayak tecrübesine oldukça uzağım. Ama grupta çok iyi kayakçılar var. Genellikle Uludağ ekolünden. Kotla kayıldığı zamanlardan...))
Neyse düştük yollara,vardık güle oynaya. Harika bir pansiyon. Sahibesi çok tatlı bir kadın. Hatta o kadar memnun kaldık ki üstüste 2 sene aynı pansiyona gittik.
Kasaba çok güzel. Pistler ondan daha da güzel. Siyah ve kırmızı pist çoğunlukla. Mogullar ise bizim erkeklere layık.
Herkes idealist. Kendini geliştirmeye adamış. Başta ben ve birkaç arkadaşım grup dersine takıldık. Bizim gruptan ayrıldık çoğu zaman. Çok da iyi ettik. Nitekim o grup derslerinin emeği çoktur şimdi ki kayak seviyemde.
Her sabah saat 9.00 kalk borusu ile düşerdik pistlere doğru rap rap. Yolumuzun üstünde ise kayak okuluna sabah sabah bırakılmış minik veretler. Hele o yerden bitme 3-4 yaşında yanakları soğuktan al al olmuş sarı kafalı veletler halen aklımdadır. Sadece ben değil tüm kızlar o veletlerin yanından geçerken '' aayy ne şekerler '' diye sempatik bir şekilde bakardık. Ama sadece sempatik baktığımız yaşlardı. Daha öyle özlem mözlem duymazdık çocuk çoluk işlerine. Uzakta bir hayaldi o zamanlar.
Kasaba Apres-ski de belki de Avrupa'nın en iyisi ve çılgını. İlk gözağrımız ise dağdan kasabaya iniş pistinin tam da solunda Krazy Kanguru.http://www.krazykanguruh.com
İnanılmaz eğlenceli bir yer. Saat 16.00 de içmeye başlıyorsun saat 19.00 veya 20.00 'e kadar içiyorsun sonra da kayakları tekrar takıp aydınlatılmış pistte kasabaya kayarak gidiyorsun..Halen gözümün önündedir hepimizin sarhoş olarak kayması. Cüretkarlık ve gençlik de cabası. Uzun lafın kısası St Anton önemli bir yer etmiştir hayatımızda.Akşam fondüler, partiler...
Kalabalık olarak restaurantlarda yer bulamanın sıkıntısı...
Bazı ilklere de tanık olduğumuz bir yerdir St Anton. Saunaya kadınlı- erkekli birlikte, hatta örtünmeye gerek duyulmadan girildiğinin ilk tecrübe edildiği yerdir St Anton...Gitmedim görmedim...Gidenlerin yalancısıyım diyelim geçelim.
En yakındaki kasaba Lech. Bütün sosyetenin gözbebeği. Gel görki bize uygun değil. Pistler çok düz, sonra tüm kadınlar kürklü. Ama güzel restaurantlar, güzel dükkanlar için arada sırada gidilen bir yer. Ama kayarak ama arabayla.
Yine de en sıcak, karakterli ve sporcu kasaba bizimki. Kayakçılar harbi kayakçı; malzemeden anlayan türden.
Çağlar'ın çok eskimiş bir kayak ayakkabısını yine bir Apres Ski sonrasında bir barın önünde bıraktık. 1 haftanın sonunda o ayakkabı halen orada durmaktaydı..))Anlayın işte herkes o kadar iyi malzeme delisi.
14 seneden bu zamana neler değişti peki...Aynı grup arkadaş birer ikişer sene arayla evlendik. Denk düştü aynı zamanlarda ilk çocuklarımızı kucakladık. Onlar 5 yaşına geldiğinde ise tekrar başladı bizim Alp dağları maceralarımız. Ee malum Alp dağları bu. O kadar büyük ki. Kah orası kah burası derken yolumuz düşmedi St Anton'a bir daha. Ama şimdi hatta yarın yine yollara düşüyoruz. Hem de bu defa yanımızda 2.çocuklarımızla...
En küçükleri 4 en büyükleri 14 yaşında olan. Ağırlıklı ortalamada 10 yaşlarında olan delikanlı ve genç kız adayıyla düşüyoruz yine yollara.
Kafam da bazı sorularla....
Acaba Apres Ski yapabilecekmiyiz ?Sarhoş olup geee kasabaya kayarak gelebilecek miyiz ?
Aynı grup arkadaşlarımla 14 sene sonra birlikte bu defa neleri tadacağız? Neleri tecrübe edeceğiz?
Apres skiye çocuk götürsek ne olur ? Barın üstünde anne -babasına gören çocuk nasıl etkilenir ?
Onları odada bıraksak 14 yaşındaki 4 yaşındakine baksa veya kısa çöp çekerek nöbetçi veli bıraksak otelde ve gitsek yine Krazy'e.. Adına layık bir şekilde eğlensek..
Peki şimdi böyle yazıyorum da çok değil 5-6 sene sonra bizimkiler gitmek isteyecek olurlarsa Apres ski'ye.Birlikte mi gideceğiz?Hayır mı diyeceğiz ?
Off zaman çok mu hızlı geçmektedir nedir ?
Neyse soruları boşveriyorum. Hayırlısı ile gidip gelmeyi diliyorum. Kazası belasız..Oğlumun sarı veletlerle arkadaş olduğunu görmek ve kayaktan zevk aldığını görmeyi ümid ediyorum. Tıpkı ablası gibi...
http://www.stantonamarlberg.com/
13 Ocak 2013 Pazar
40
İş konuşmak için toplandığımız günlerden bir tanesinde Bahar ile kendimizi bambaşka konulara dalmış bulduk. Daldığımızın pek tabii farkında idik ama çıkışı bir türlü bilemedik. Sanki 40 yılın başı yaptığımız bir sohbette gibiydik. 40 yıllık bir dostla yapılan samimiyette ve tadda.
Takılı kaldığımız konuların ana konusu hayat ve bize sundukları idi. Yaşımız başımız idi.
Malum Bahar 3 ay sonra 40.yaşına basacaktı. Hani dönüm noktası denilen. İster erkek ister kadın farketmeyen. Hani farkındalıklarımızın arttığı, kendimizi daha iyi keşfettiğimiz, istek ve arzularımızın daha da netleştiği, hatta netleşmekten dolayı daha da keskinleştiği için artık hayatımızda bulunmasını istemediğimiz kişi ve/veya şeylerle daha kolay vedalaşabildiğimiz, geride kalan zamanın daha az ve değerli olduğu varsayımıyla şimdiki ''an''ların daha kıymetli hale geldiği bir dönem. Hani adeta kılı 40 yardığımız bir dönem.
Hayır; daha ben 40 olmadan yaşamakta olduğum o dönüşümü Bahar 'a her gün hissetttirip, şaşırtırken-ama iyi ama kötü- acaba O ne hissediyordu, nasıl hissediyordu? Zira iş geliştirme toplantılarımız hızla kişisel gelişim toplantılarına dönüşmeye başlamıştı.
Bahar bu; ser verip sır vermezdi.Acaba 40 gün 40 gece sürecek olan merak içeren iç bayıcı sorularıma hazır mıydı? Hani Bahar 'ın 40 yıl düşünse aklına gelmeyecek sorularıma?
Cevaplarını bilmediğinden değil kendi deyimi ile '' Basit düşünmek ve yaşamak varken hayatı, neden 40 dereden su getirecekti ki ? ''
Ama O da gayet iyi biliyordu ki bir fincan kahvenin bile 40 yıl hatırı varken, benim bu sorularımı ve sorgulamalarımı da iyi niyetle, elinden geldiğince, sabırla ve olgunlukla göğüsleyecekti. Hani bebeğinin 40'nın çıkmasını sabırla bekleyen bir anne gibi. Sonunda ise belki kendi farkındalığıyla belki de benim zorumla sonunda haykırayacaktı '' Ohh be sonunda benim de 40'ım çıktı diye !!!''
Kimbilir..Yaşayıp görüp buradan da zaman zaman dile getireceğiz.
Sizin de fark ettiğiniz üzere; keramet sadece yaşın 40 olmasında değil keramet 40 sayısının kendisindeymiş aslında..40 sayısı nelere kadirmiş öğrenmek için buyrunuz bakınız ;
http://tr.wikipedia.org/wiki/40_(sayı)
Bahar sayesinde öğrendiğim 'Hayat 40'ında başlar '' şarkısını da bu vesileyle sizlerle paylaşmak istedim..
40'ından sonra gerçekten İYİ ve GÜZEL yaşamınız dileğiyle..
Takılı kaldığımız konuların ana konusu hayat ve bize sundukları idi. Yaşımız başımız idi.
Malum Bahar 3 ay sonra 40.yaşına basacaktı. Hani dönüm noktası denilen. İster erkek ister kadın farketmeyen. Hani farkındalıklarımızın arttığı, kendimizi daha iyi keşfettiğimiz, istek ve arzularımızın daha da netleştiği, hatta netleşmekten dolayı daha da keskinleştiği için artık hayatımızda bulunmasını istemediğimiz kişi ve/veya şeylerle daha kolay vedalaşabildiğimiz, geride kalan zamanın daha az ve değerli olduğu varsayımıyla şimdiki ''an''ların daha kıymetli hale geldiği bir dönem. Hani adeta kılı 40 yardığımız bir dönem.
Hayır; daha ben 40 olmadan yaşamakta olduğum o dönüşümü Bahar 'a her gün hissetttirip, şaşırtırken-ama iyi ama kötü- acaba O ne hissediyordu, nasıl hissediyordu? Zira iş geliştirme toplantılarımız hızla kişisel gelişim toplantılarına dönüşmeye başlamıştı.
Bahar bu; ser verip sır vermezdi.Acaba 40 gün 40 gece sürecek olan merak içeren iç bayıcı sorularıma hazır mıydı? Hani Bahar 'ın 40 yıl düşünse aklına gelmeyecek sorularıma?
Cevaplarını bilmediğinden değil kendi deyimi ile '' Basit düşünmek ve yaşamak varken hayatı, neden 40 dereden su getirecekti ki ? ''
Ama O da gayet iyi biliyordu ki bir fincan kahvenin bile 40 yıl hatırı varken, benim bu sorularımı ve sorgulamalarımı da iyi niyetle, elinden geldiğince, sabırla ve olgunlukla göğüsleyecekti. Hani bebeğinin 40'nın çıkmasını sabırla bekleyen bir anne gibi. Sonunda ise belki kendi farkındalığıyla belki de benim zorumla sonunda haykırayacaktı '' Ohh be sonunda benim de 40'ım çıktı diye !!!''
Kimbilir..Yaşayıp görüp buradan da zaman zaman dile getireceğiz.
Sizin de fark ettiğiniz üzere; keramet sadece yaşın 40 olmasında değil keramet 40 sayısının kendisindeymiş aslında..40 sayısı nelere kadirmiş öğrenmek için buyrunuz bakınız ;
http://tr.wikipedia.org/wiki/40_(sayı)
Bahar sayesinde öğrendiğim 'Hayat 40'ında başlar '' şarkısını da bu vesileyle sizlerle paylaşmak istedim..
40'ından sonra gerçekten İYİ ve GÜZEL yaşamınız dileğiyle..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Hoş geldim!
Yeni yılın ertesi, annemin başka diyarlara intikal edişinin tam göbeği, oğlumun yeni yaşının hemen öncesi bir zamanlardan merhaba! Uzun bir ...
-
Canım oğlum, Tarihler çok önemlidir derler. Hele de doğduğumuz saat ve tarih. 6.yaşını 9 Ocak'ta doldurduğun halde ben sana yeni ...
-
Ben cidden çok şanslı bir insanım. Hayatımda hep çok kıymetli arkadaşlarım oldu, onlar da bana hep en kıymetli hediyelerini verdiler. Kim...
-
Aşağıdaki mektubun biraz daha uzununu neredeyse 3 hafta önce gerçekleşen TEOG sınavları öncesinde kızıma yazıp vermiştim. Kayıtlara geçmes...