Canım Annem,
Bilmeni isterim sen gittikten sonra -senin yokluğun dışında- hiç eksilmedim ben. Aksine çoğaldım.
Halen yanımda senin çok iyi bildiğin, tanıdığın dostlarım var. Hepsi ile birlikte büyümenin, çoğalmanın keyfini çıkartmaktayım.
Tabii daha sonra edindiğim ve senin hiç tanışma fırsatını bulamadığın olağanüstü insanlarla da tanışarak çoğaldım ben. Çağlayan misali. Tamamlandım onlarla da adeta.
Bugün onlar içindeki en ömür ve benim içinde tesadüfi olamayacak kadar önemli rollere bürünerek bana ilham kaynağı olmuş bir dostum ile tanıştırmak istiyorum seni.
Bu satırları okurken bu ömür dostum; 44. yaşını kutluyor olacak. Ve 44. yaşında yakın dostlarından tek bir şey istedi. Kendi anne ve babalarımızın hoşuna gidecek bir hediye vermemizi istedi.
Ben de seninle O'nu tanıştırmak istedim. Biliyorum ki bu senin çok hoşuna giderdi.
Bu ömür dostumun ismi Elif.
İçinde kadının her türlü hali kayıtlı.
Bir kere çok ama çok güzel.
Star ışığı var O'nda.
Zaten bir dönem TV 'de star olmuş ama sonra kendine yakıştırmamış mesleğine yönelmiş. Düşün yani o denli doygun biri.
Meslek demişken mimar. Çok da zevkli.
Hatta okulu 1. bitirmiş.
Hem akıllı hem zevkli hem de makul.
Aslında bir o kadar da bohem.
Tutkulu bohem.
Ama aynı zamanda da çok anaç.
Aklın karıştı değil mi ?
Yani tutkulu, bohem ama makul; aynı zamanda da anaç.
İşte annecim Elif'in ömür olma sanatı burada gizli.
Dedim ya içinde kadın olmanın tüm renkleri gizli.
Hemen çözülecek bir kadın değil kendisi.
Gizemli.
Gizemi eskilere dair.
Ama aynı zamanda da oldukça saf.
Şuursuz bile denilebilir kimi zaman.
Ama şuurlu öfkeli olunca da kaçmayı bilmesin yanından.
Ben değil.
Ama mesela kocası ve çocukları.
Yollarımız daha evlenmeden kesişti.
O evlenmeye hevesli ben ise aldığım teklifi bile bekletecek kadar mesafeli.
Sonuç; Önce ben; 1 sene sonra da O evlendi.
Hemen çocuk dedi durdu. Ben daha dururken. İyi oldu. O deyip durdukça ben de çocuk sahibi oldum. Durduğum yerden adeta. 3 ay arayla. Yoksa ben durmaya devam ederdim. Allah razı olsun. Ela'yı Elif' e borçluyum annecim.
Sonrası da çorap söküğü gibi geldi annecim.
Elif'e borçlu olduğum konular da günler de arttı.
Akıl vermeyi sevmez.
Kendi haline bırakır sanırsın.
Ama adeta beyin yıkar.
Takmıyor gözüksem de akıl yıkaması sayesinde; normal doğum, illaki emzirme, şimşir kaşık derken hayatımın çok büyük çoğunluğunda etkisi var desem az söylemiş bile olurum.
Çok pürüzsüz değil tabii her şey. Beni de tanırsın. Almayı da vermeyi de kendi kurallarımla yaşarım.
Yaşardım.
Elif'e kadar.
Elif dünyamı alt üst etti.
Vericiliği ile önce çok kavga ettim. Bildiğin kavga.
2 defa çok büyük kavga ettik.
1 tanesi 10. evlilik günümüzde Çağlar'ın bana özel bir süpriz yapmadığını öğrendiğinde gitti dünyayı aldı hediye etti bana. Tabiiki kabul etmedim diye kavga ettik.
İkincisi ise evlerindeki yılbaşı gecesinin düzenine karışıp ; hepimizin olan bitene yardım etme/paylaşma bölüşme teklifime çok sinirlendi. Nasıl olur da O'nun düzenine karışırmışım diye.
Anla annecim ikimizde hafif tutkulu ve asabi.
Ben vermeyi halen öğrenemedim belki ama almaya daha yatkın oldum annecim.
Elif sayesinde pek tabi.
En son geçen sene bildiğin üzere 40. yaşımı kutladım.
Senden bana miras yazılı şeyler dışındaki en kıymetli hediyelerimden bir tanesini hediye etti kendisi.
Kendimi.
Başkalarının gözünden kendimi.
Kimler yok ki.
Babam, Murat, halam, kayınpederim, kocam vs vs .
Ve pek tabii kocaman duygularımın, duyumsamalarımın kendisindeki yansımaları.
Bir döneme ait.
Önemli.
İnan bana annecim kapağını zar zor açabiliyorum.
Kapaktan dışarı taşan enerjiyle başedemiyorum.
Bilirsin bazı şeyleri zamanla içselleştirir, hazmederim.
Bu sefer oldukça uzun sürdü.
Eee kolay olmadı pek tabiiki.
40 seneyi kim bir çırpıda hazmetmiş ki ben edeyim.
1 sene sonra ancak teşekkür edebilecek duruma geldiysem,
Anla.
Şaşkınlığımı ve kocaman çalkantılarımı annecim.
İşte böyle annecim.
Elif bu.
Ömrüme ömür katan
Ömür dostum.
Hem biliyor musun?
Annesinin adı da Ömür!!!
İşte böyle annecim.
Hem seni tanıştırmak istediğim,
Hem O'nun istediğini yapmak istediğim,
Hem de senin huzurunda O'na şükranlarımı sunmak istediğim
Kişiydi.
Elif.
Aşağıda da kendisine ithaf ettiğim bir yazı var.
Tabiki Hz.Mevlana'dan.
Dört dörtlük bir yaşta,
Dört dörtlük bir hayatta,
Dört dörtlük dostluğu için az bile...
Öptüm seni hasretle,
Annecim.
Sevgiyle.
Kızın İpek.
Bilemezsin
Sana verecek bir armağanı
Ne kadar çok aradığımı,
Hiçbir şey içime sinmedi
Altın madenine altın sunmanın ne anlamı var
Ya da okyanusa su...
Düşündüğüm her şey
Doğu'ya baharat götürmek gibiydi.
Kalbimi ve ruhumu vermemin bir yararı yok.
Çünkü Sen zaten bunlara sahipsin.
O yüzden Sana bir ayna getirdim.
Kendine bak ve beni hatırla!
Hz Mevlana
17 Şubat 2015 Salı
11 Şubat 2015 Çarşamba
Ton farkı
ton (II) isim, müzik Fransızca ton |
---|
1. isim, müzik İnsan veya çalgı sesinin yükseklik, alçaklık derecesi |
2. Konuşmada sesin duyguları belirtecek biçimde çıkması "Bunun farkında olmadan, üstelik de hiç istemeden içli bir tonla söylemiş olacağım." - H. Taner |
3. Bir rengin koyuluk veya açıklık derecesi "Siyah ve beyazın tonlarını son derece hünerle kaynaştırır." - Y. Z. Ortaç |
4. dil bilgisi Ses titreşimlerinin yükselip alçalması, titrem |
Günlük hayatımızda çok kullandığımız kelime olan '' ton''u böyle tariflemiş Türk Dil Kurumu.
Doğanın yeşilinin, mavisinin, kahverengisinin tonu,
Saçımızın, cildimizin tonu,
Dinlediğimiz müziğin tonu,
İletişimdeki ses tonu,
Kitap ve sinemadaki ''Grinin 50 tonu''
Duygularımızın tonu...
Ne kadar farklı anlamlarda yer bulmuş ton kelimesi hayatımızda.
Bir de insanı insandan ayıran ton farkı var ki kişileri birbirinden benzersiz kılan.
Yukarıdaki ilk tanımda açıklandığı üzere;
İnsan veya çalgı sesinin yükseklik, alçaklık derecesi.
Cümledeki kelimeleri azaltarak şöyle devam ettiğimizde;
İnsanın yükseklik, alçaklık derecesi...
İşte benim için kişileri birbirinden ayıran ton aynen budur.
Neyi yaptığınız değil.
Neyi başardığınız hiç değil.
Neyi bildiğiniz hiç ama hiç değildir.
Neyi nasıl yaptığınızdır.
Hangi niyetle yaptığınızdır.
İletişimdeki nasıldır.
Bir şeyi nasıl ilettiğinizdir.
Hangi duygu ile taşıdığınızdır.
Her şeyin ötesinde hangi enerjiyi yaydığınızdır.
Tdk'nin dil bilgisine göre ''titreşim '' dediği ton; aslında ''enerji''dir.
İster şarkıdaki, ister sözdeki, ister de davranıştaki tonlardan bahsedilsin, siz siz olsun sizi farklı kılacak tonunuza özen gösterin.
Zira yaydığınız enerji; kalplerde yol açtığınız titreşimlerdir sizi diğerlerinden farklı kılacak olan ''ton '' farklarınız...
Zira insan dediğimiz,
Her türlü ton farklarını algılayan,
Hisseden,
Duyumsayan
Ve hatta kayıt altına alan
Enerji varlıklarıdır.
2 Şubat 2015 Pazartesi
Canım oğluma mektup- 6.yaş
Canım oğlum,
Tarihler çok önemlidir derler. Hele de doğduğumuz saat ve tarih.
6.yaşını 9 Ocak'ta doldurduğun halde ben sana yeni yaş mektubunu neredeyse 1 ay gecikmeli olarak yazabiliyorum. Kusura bakma. Ama kayıt altına alınması gerek ki ben seni 09.01.2009 'da saat 11.35 de kollarıma aldım. Bu böyle biline.
Canım Emir'im,
Bu sene çok ama çok büyüdün. Geçen mektubumda; seni 5,5 yaşında ilkokul 1 'e göndereceğim için özür dilerken inanılmaz bir şey oldu.Yasa değişti ve sen gitmekten; ben de vicdan azabı çekmekten kurtuldum.Ne inanılmaz şey şu zaman değil mi? Halbuki tam 1 sene önce nelerden konuşuyorduk...
Seni halen yakın çevren, öğretmenlerin ve aile dostlarımız inanılmaz uyumlu, mülayım, ağzı var dili yok gibi görse de bu sene emin oldum ki aşağıdaki resmin gibi ve aslında tam da yine aşağıda resmini göreceğin annen gibi çift kişiliklisin.
Hele bir damarına basılsın, sınır ihlali olsun, sana söylenen bir çift laf hasbelkader ikiletilsin; nedense herkesten hatta belki de benden bile fazla bulunan gururun hemen nişan alıp ateş etmeye başlıyor. O zaman yanından hızla uzaklaşmak lazım geliyor. Normal halinle kedi iken bu zamanlarda yırtıcı bir kaplana dönüşüyorsun.Tabii bunu en iyi anlayan ben hızla yanından uzaklaşıp,ufka bakar hale geliyorum ki; kazara gözlerinden çıkan alev ve burnundan çıkan dumandan nasibimi almayayım diye.
Öte yandan çok fazla sosyal olduğunu, arkadaşsız yapamadığın için her gün ya bizim evde ya da başka birisinin evinde arkadaşlarınla programlar yaptığını da belirtmem gerek.Ben sadece isteklerini organize ediyorum. Ama yine de kendi kendine güzel oyun oynadığını söylemeden geçemeyeceğim.Kıyaslama yapmayı sevmesem de; kendi kendine vakit geçirmede ve oyun kurmakta Ela'dan daha başarılısın. Daha az seçici olman da çok daha kolay arkadaş edinmene sebep oluyor. ( Yine bir kıyas geldi pardon :)
Memory card oyununda senden daha iyisi yok. Bu konuda inanılmazsın. Hepimizi yeniyorsun.
Spor en başarılı alanlarından. Şu zamanki en büyük isteğin Kick boks yapmak ve dövme yaptırmak.Şimdilik yüzme ve tenise gidiyorsun. O da haftada 1 defa. Fazlasına hiç gerek yok dedik. Biz demesek bile sen bize öyle sınırlar çiziyorsun ki ancak gak veya guk edebiliyoruz.
Ayakların inanılmaz hızlı; futbolda gelecek vaat etsende benim gönlüm ata sporumuz olan basketbolda. Gerçi bugün gittiğimiz çocuk Dr.'un %75 yüzdelik dilimde olduğunu, boyunun ortalama 1.80 olacağını söyleyip beni hayal kırıklığına uğratsa da yine de ''kimbilir'' demekten kendimi alamıyorum. Allah 'tan ümid kesilmez misali.
Bu sene paten yapmayı öğrendin, surfun üstünde kalmaya çabaladın, kayakta 3.seneyi tamamladın; çeşitlilik ve devamlılıkta sorun yok ama ileriki yıllarda daha odaklanman gerekecektir. İşte o zaman kimden etkileneceksin, nasıl karar vereceksin merak ediyorum.Zira biz istedik diye olmayacak hiçbir şey; şimdiden belli.
Spor dışında; aklı başında, az hovarda, ne istediğini her daim bilen, muhtar kadar meraklı, kararlı, uykuya düşkün, görev adamı olarak aile DNA'sına uygun ilerliyorsun. Şaşırtıcı bir taraf var mı yok mu diye düşünürken; utangaç olabildiğini anımsadım birden. İşte bu konuda beni inanılmaz şaşırtıyorsun. Ne ben ne de babanın utanıp sıkılacağı bir ortam ve/veya durum ol(a)mazken bu yönünle bizi çok fazla şaşırtıyorsun.Şimdilik tabiiki.
Müziğe de yatkınsın. Gitar ve bateri eline çok yakışıyor. Kendini rock starlardan en çok Queen'e benzetiyorsun.( Tabii ki sonun benzemesin!! )
Ben de senin hep olgun bir ruhun olduğunu düşündüğüm için Justin Bieber'e benzemek istemenden daha anlamlı buluyorum Queen 'e benzemek istemeni:)
Hiçbir şeyi ama hiçbir şeyi unutmuyorsun. Gidilen yerleri,geçtiğimiz yolları, verilen sözleri, sana söylenenleri. Çok ama çok dikkatlisin.
Ailemizin en dokunmayı ve öpmeyi seveni sensin. En çok ablanı öpüyorsun. Hem de yerli yersiz. Seyahate çıkıp onunla aynı yatakta yatmaya bayılıyorsun. En çok O'nu geçmek istiyor, rekabet ediyorsun. En çok babanın sözünü dinliyor, O'nun gibi olmak istiyorsun. En çok da bana kızıyor veya naz yapıyorsun.
Duyarlılığın çok yüksek. ''İçime doğmuştu'' yu tariflemeye çalışıyorsun.
En çok kullandığın cümle '' Sabırsız mısın anne!! Biraz sabırlı ol''
En bayıldığın insan herkes gibi Orhan Deden. Ama Murat dayına ayrı bir sevgin var. Ela ise gerçekten ama gerçekten en sevdiğin. Zaten sorulduğunda da böyle cevap veriyorsun.
Kıyafetlerini kendin seçiyorsun, kendin giyiniyor ve yakıştırıyorun.Ayakkabılara ayrı bir düşkünlüğün var. En giyinmeyi sevdiğin şey '' gömlek ''.
Kısacası daha bu yaşında -hem de bir erkek olarak- bayağı seçici bir zevkin var. Bu konuda Bilim dedene ve Murat dayına çekmişsin.
Yorulduğum, yıldığım anlarda sana ardarda verdiğim komutlar içerisindeki tüm tutarsızlıkları bir çırpıda '' İyi de anlamadım.Az önce böyle yap diyordun şimdi böyle diyorsun. Kafam karıştı'' diyecek kadar da analitik olabiliyorsun.Hem de sakin ve de tane tane konuşarak.
Canımın içi, yüreğimin prensi;
6 yıllık karnen aşağı yukarı böyle. Eskilerin deyimiyle hal, tavır ve gidişat pekiyi. Hatta olağanüstü.
Sen benim için çok özelsin. Nasıl olmayasın ki ? Seni,rahmime düştüğün an hissettim. Duyarlılığın o günlerden sana miras.
Ela; koşullarım gereği savaşçı olmak durumunda idi. O yüzden dirayetli ve savaşçı bir kişilikle geldi bu dünyaya. Engel tanımayan, düştüğünde kalkmasını bilecek olan.
Senin zamanında ise evren doğman için tüm koşulları hazır etti. 2008 'de dünyada ekonomik kriz çıktı, krizden şans eseri, 1 ay önce, 12 senelik kurumsal kariyerimden vazgeçtim; dünyada yer yerinden oynadı ama sen o denli içsel bir huzurun içinde meydana geldin ki ; bugünkü senin yansıman o günlerden belli idi.
Biliyorum senin için her zaman sıradışı bir anne olacağım.
Sporundan hiç vazgeçmeyen, kendi zamanına önem veren, haftasonları sabah uykusunu çok seven, mutfağı ise pek de sevmeyen.
Ama herşeyi en alasıyla organize edebilen. Yorulmak pek bilmeyen.Yapılamayanı yapılabilir kılmaya çalışan.
Ne olursa olsun sen ve ben sadece bir şeyi çok iyi biliyor olacağız.
Gözlerimizle konuşmayı.
Gözlerimizle bakışarak hissettiklerimizi hissettirmeyi,
Az laf ile dünyaları duyumsamayı.
İç sesimizi dinlediğimizde '' doğrumuzu '' bulacağımızı.
Canımın içi; iyi ki doğdun, beni seçerek oğlum oldun.
Nice mutlu senelere,
7 Ocak 2015 Çarşamba
Etkileşim; kafayı taktığım, gözünü sevdiğim...
2 sene oldu yazmaya başladığım. Kendimi ve duygularımı açığa çıkartarak kayıt altına aldığım.
Hiçbir zaman saklamadım ne kendimi ne de duygularımı ama ; söz uçar yazı kalır misali kayıt altına alırken de hiç saklamadım kendimi.
Önce niyet ettim sonra da irade göstererek 2 seneyi tamamladım. Benim için önemli bir eşikti, atladım geçtim. Belli oldu ki artık yolum açık. Yazmak benim için önemli, önemliden de öte belki zaruri.
Bu sene kafayı takacağım şey ''etkileşim ''. Zira benim besin kaynağım ''etkileşim'' ve yazmanın sonucunda fark ettiğim; etkileşimin beni asıl büyüttüğü, ilerlettiği ve kendimi bulmamı sağladığı.
Beni her daim gerek paylaştıkları gerek söyledikleri ile düşündürttükleri, hissettiğimi hissettirdikleri, kimi zaman kalbimi titreştirdikleri; kimi zaman da sindirilmesi zaman alan olağanüstü kıymetli hediyeleri bana koşulsuz şartsız verdikleri için teşekkür etmem gerekenler var önümüzdeki dönemde. Sadece teşekkür yetmez şükranlarımı sunmaya diyelim.
Şükranın büyüğü ve küçüğü, sırası ve önemi olmaz. Olsa olsa doğru zamanda, doğru koşulda şükranını sunabilmek ve kimseye şükran borcunu unutmamaktır önemli olan diyelim. Bu denli geç kaldıysam affola; olsa olsa verdiklerinizi kabul etmem, sindirmem ve hazmetmem zaman almıştır. Yoksa kıymet biçmemem değil.
Bahar'cım,
Kıymetli dostum ve ortağım, nazımı niyazımı, kaprisimi en çok çekenim, çoğu zaman en çok etkileştiğim, beni her daim ilerlettiğini hissettirdiğim, iş yapış biçimlerimizle
beni en çok tamamlayanım, sınır ihlali konusunda çok hassas ve duyarlı olan dostum , birlikte büyüdüğümüzü bildiğim, beni her zaman olduğum gibi kabul edenim,
Gerek bana geçen gün gönderdiğin aşağıdaki Ted talk videosu ile gerek de dün bu videoyaya dair konuşurken benimle ilgili son 17 senelik kıymetli görüş ve yakıştırmaların için sana teşekkürü borç bilirim. Kendi yolculuğumu bana bu kadar şeffaf, objektif ve çok yönlü anlatan olamazdı. Biz iş hayatından dost olmuştuk ama o iş hayatı da beni ben yapan en önemli dönüm noktalarındandı. Aşağıdaki videodaki duyguları ve yolculuğu bana yakıştırdığın için ayrıca müteşşekkirim. Söylemeye gerek yok ayna olduk bu dönemde birbirimize. İlerliyoruz birlikte...
Gerek aşağıdaki video gerek de yazı arka arkaya düştüler önüme. Ben de çok hoş izler bıraktılar. Şafak hn'ı şahsen de tanıdım. İnanılmaz güzel ve etkili bir '' hikaye anlatıcısı ''.
Aşağıdaki yazısını facebook'ta paylaştı. Kıymetli yazıları ve düşündürtücü tespitleri var. Takip etmenizi öneririm.
Yeni senede, kendi hayatında yeni sayfalar açmak isteyen herkesin, hikayeler yazmak isteyenlerin, etkileşerek büyümek isteyen herkesin okuması, izlemesi ve etkileşmesi dileğiyle,
İyi seneler dilerim,
ÖZ’ÜNÜZLE BAĞLARINIZ NASIL?
Doç. Dr. Şafak Nakajima
Kendinize olan inancınızla, kendinize duyduğunuz güven arasında çok yakın bir ilişki vardır!
‘’Kendine inanmak, ne demektir?’’ sorusu gelebilir aklınıza!
Bilginize, yeteneklerinize, doğru karar verebilme kapasitenize, zorluklar karşısında direnme gücünüze, sorumluluk üstlenebilme becerinize inanmak size, yeterli bir birey olduğunuz duygusunu kazandırabilir.
Bu yeterlilik duygusunun adı, özgüvendir.
Ailelerin, eğitim sisteminin ve çalışma yaşamının aşırı yarışmacı olması, yeterlilik duygusu geliştirmeyi çok zorlaştırır.
Böylesi sağlıksız yarışmacı yapılar, sürecin tadına vararak kendini geliştirme, derecesi ne olursa olsun başarının tadına varma imkânını elinizden alırlar.
Koşu bandında gibi hissettirirler insana kendisini; kulağına fısıldarlar: Durma! Durursan düşersin! Yarış!
Ya özsevgi?
Çoğu insan beyninde, kendisini ağır suçlarla itham eden acımasız bir savcı ve vicdanın sesine kulaklarını tıkamış merhametsiz bir hâkim taşır.
Onların görev yaptığı bu iç mahkemede durmadan suçlanan ve yargılanan insan, kendisini olduğu gibi kabul etmeyi ve sevmeyi öğrenemez.
Her şeyin iyi-kötü, doğru-yanlış, sevap-günah gibi siyah-beyaz keskinliğinde sınıflandırıldığı toplumlarda, bu iç mahkemenin gücü büyük olur.
Birey, taşıdığı farklı düşünce ve duygular nedeniyle kendisini yargılar, başkalarının yargılarından korkar, yabancılaşır.
Kendisinden nefret dahi edebilir.
Oysa kendisini olduğu gibi kabul edebilse, hissedeceği duygu özsevgi olacaktır.
Özsevgi, burnu havada bir bencillik ve sorumsuzluk değildir.
İnsanın kendisine sevgiyle yaklaşabilmesi, yanlış veya yetersiz bulduğu şeyleri acımasızca yargılamak yerine, şefkatle düzeltebilmesi demektir.
Özsevgi, özgürlüğün çocuğudur; birey olmanın cesaretlendirildiği, farklılıkların yargılanmadığı ortamlarda boy atar.
Bir de, özdeğer vardır.
Özdeğer, kişinin bu dünyaya gelmiş bir birey olduğu için, salt varlığı nedeniyle kendisini değerli hissedebilmesidir.
Özdeğer sahibi bireylerin yetişmesi, insana değer verilen toplumlarda daha kolay gerçekleşir.
Özdeğer sahibi insanlar kendilerini, başkalarının davranışlarına göre değerli ya da değersiz hissetmezler!
Onlar kendi değerlerinin farkındadırlar.
Ve elbette, kendisine değer veren bireyler, başkalarına da değer vermeyi bilirler.
Özsaygı, Özsevgi ve Özdeğer, aslında birbiriyle iç içe geçen, birbirinden beslenen üç kavramdır.
Birinin eksikliği ya da yokluğu, benlik bütünlüğünü bozar.
Sağlıklı bir benlik sahibi olmanız ancak, yeteneklerinizi tanımanız, kendinizi olduğunuz gibi kabul ederek, yargılamadan anlamaya çalışıp geliştirmeniz, kendinize değer vermenizle mümkündür.
Bu nitelikleri kazanabilmek için, içinde yaşadığımız toplumun çok iyi bir ortam sunduğunu söylemek kolay değil!
Önyargıların, cehaletin, baskının, ağır sosyoekonomik eşitsizliklerin, insan haklarındaki yetersizliklerin kol gezdiği günümüzde, benliği hasta insanların sayısı hızla artmakta, maalesef.
Öfke, şiddet, kabalık, saldırganlık, samimiyetsizlik, sorumsuzluk, gösteriş budalalığı, şekilcilik her yerde karşımıza çıkmakta.
Özsevgi, narsisistik bencillikle; özdeğer, hak edilmemiş üstünlük duygusu ve kibirle; gerçek yeterlilik duygusu olan Özsaygı ise, haksız güç ve zorbalıkla karıştırılıyor.
Öz’üyle sağlıklı bağ kuran, sevgi ve saygı dilini konuşan, içten ve dürüst, sorumluluk ve adalet duygusuna sahip insanlara, giderek ne kadar da az rastlıyoruz!
Depresyon, panik atak, endişe bozukluğu adlarıyla etiketlenip ilaçlarla tedavi edilmeye kalkışılan çoğu ruhsal fırtınanın arkasında, öz ile sağlıklı bağlar kurmayı bilememenin yattığını göremiyoruz.
Ama artık, doğru çözümleri bulmak için fazla bekleyecek zamanımız yok!
Hem bireysel hem de toplumsal sorunlarımızın çözümünde, ruhsal ve bireysel gelişimimizi öncelikli kılmak zorundayız.
Hepimizin Özsaygı, Özsevgi ve Özdeğer sahibi olmaya ihtiyacı var!
Kendimizi bilmek, acil amacımız olmalı!
Bunu başardığımızda ancak, sağlıklı toplumlar, uygar kentler kurabilecek; yaşamlarımızı kara kuyulardan çıkarıp, gökyüzünde yıldızlaştırabileceğiz!
3 Ocak 2015 Cumartesi
1.1.1992
Canım Annem,
Nerden başlasam bilmiyorum. Neden bu zamanı seçtik onu da bilmiyorum.
Aramızdaki sessiz ama çok özel olan ve halen sürdürdüğümüz ilişkimizi neden bu zamanda herkese açmaya karar verdik bilmiyorum.
Belki de sadece artık kızın olarak değil de 40 yaşını geçkin bir kadın olduğum için, senin gidişini bir kayıp olarak algılamaktan çok öteye; gidişinle birlikte beni ben yapan herşeye ; başta dirayet ve farkındalık, kıymet ve şükür kavramlarını dibine vurduğum şu dönemi bilerek sen seçtin.
İçime girdin ve tarifi olmayacak bir şekilde yad edilmek istedin.
O kadar çok istedin ki; 23 senedir içimde sakladığım hazine sandığını herkese şu an açabildim.
Kendime, sadece kendime sakladığım seni ancak şu an herkesle paylaşabildim.
Seni o kadar iyi tanısınlar istedim ki geceler günler sana hazırlandım.
Aslında bir de fark ettim ki ; ben hiçbir şey yapmamışım bu hazırlık sürecinde bile.
Her şeyi ama her şeyi yaşadığın kısacık hayatta bile benim için bizim için sen en ince detayına kadar düşünmüşsün.
Kah yazılı kayıt altına alarak, kah 45 seneye sığdırdın hayatının izlerini fotoğraflar aracılığıyla bize ayna tutarak.
Yoksa nasıl anlatırdım başka türlü senin zerafetini, her daim iyimserliğini, üzerinden 40 sene geçse de fotoğraflardan çıkan ''halen ben aranızdayım dedirten '' enerjini, halen arkadaşların üzerindeki tesirini, arkadaşların için çok kıymetli oluşunu, babamla aranızdaki Hollywood starlarını andıran çekim gücünü, birbirinize yakışmanızı...
Bu sene idi sanırım Bahar'a alakasız bir günde alakasız bir an'da ''Ben annemin ardından hiç neden ben demedim; iyiki böyle acı yaşamaşım da erken yaşta; herşeye ama herşeye karşı dirayetli, ''derdimiz bu olsun '' bakış açısını öğrenebilmişim'' dedim. Bahar cevap vermekte zorlandı ama sadece şöyleyebildi '' Bunu da, bu farkındalıkla ancak sen söyleyebilirdin ''
Ben hep şanslı olduğumu bildim.Annemin de yanımda olamasa da hep şansım olmaya devam ettiğini bildiğim gibi.
Annemin sahip olmak istediği herşeye benim sahip olduğumu bildiğim gibi.
Ben çok şanslıyım.
Annem gitmeden önce herşeyi düşünmüş, çabalamış.İnanılmaz ağrıları varken bile dayanmış.
Sadece benim için .
Haber vermeden, benimle son bir kez görüşmeden, benden söz almadan gitmek istememiş.
31.12.1991.
Ankara Hacettepe Hastanesi.
Annemi tam 40 gün olmuş görmeyeli. Sağlığı hakkında bana bilerek hiç bir şey söylenmemiş. Zira üniversite sınavlarına hazırlanıyorum. Ailenin tüm fertleri babam ve ağbim Ankara 'da O'nun yanında; benim yanımda ise babaaannem.
Dediler ki; gelin Ankara'ya.
Yılbaşını birlikte kutlayalım.
Gittim o gün hastaneye.
Annemi gördüm şok içerisindeyim. Aldığı kortizonlardan tanınmayacak kadar şiş her yeri.
Biliyorum ve hemen fark ediyorum ki bu bir veda.
Boğazımda bir yumru, yüreğimde ise daha önce hiç hissetmediğim kadar bir kuvvet.
Annem gideceği için mahcup ama beni görebildiğine dayanabildiği kadar da mutlu.
Hissediyorum bunu iliklerime kadar.
Söz veriyorum bende anneme.
O'nu hiç mahcup etmeyeceğime, çok çalışacağıma, başarılı olacağıma söz veriyorum. Gözü arkada kalmamasını söylüyorum****
Ağlayarak çıkıyorum odadan.
O'nu son görüşüm oluyor.
Beni beklemiş olan annem; hemen ertesi gün huzurla artık gideceği yere gidiyor.
1.1.1992 oluyor tarih.
Ben de İzmir 'i arıyorum. Lerzan'a haber veriyorum annemi kaybettiğimi. İlk anda aklıma gelen ve nedense hep anaç bulduğum arkadaşımı.
1.1.2015. Alaçatı'dayız. Emir hasta olduğu için akşam programımız değişiyor ve evde kalıyoruz.Lerzan ve Berke geliyor bize spontan bir şekilde. 2 hafta önce annem için ; annemin çok istediği, istemekten öte kıvrandığı yad edilmeyi; ruhunu rahatlatmak için yaptığım mevlütü anlatıyorum.Anlatmaktan öte O'nun adına bastırdığım Yasin kitabını ve kendi el yazısı ile yazmış olduğu yemek tariflerini üzatıyorum O'na. Lerzan'a. Teşekkür ediyorum O'na. Ama biliyorum ki o an teşekkür eden Lerzan 'a annem. Tam tamına 23 sene sonra.
17 yaşındaki kızının verdiği acı haberi sırtlanacak bir yükü kaldırabildiği, herkesin kabul edemeyeceği bir sorumluluğu alabildiği için.
Ben de şu an anlıyorum ki o teşekkürü annem yine düşünmüş nasıl edeceğini. O gece evde oturmamız gerekiyormuş tıpkı onlarında spontan bir şekilde bize uğramaları gerektiği gibi.
Canım Annem; aramızdaki sırrı artık herkes biliyor oldu...Ne mutlu bize.
Mevlüt için bir video hazırlarken müzik konusunda çok ama çok kararsız kalmıştım.Vardı kafamda birkaç alternatif; derken yine annem yaptı yapacağını. Hem yaşına; hem dönemine hem de tüm duygularıma tercüman olacak müthiş bir şarkı çıkartt karşıma. Şaşırmadım. Ama mevlütte sordular nasıl bulduğumu, yakıştırdığımı bu şarkıya; anlatamadım.Şimdi öğrenmiş oldunuz sizde bu işin sırrını...
Canım Annem,
Ayla Ertekin,
Mekanın cennet ruhun şad olsun...
Nerden başlasam bilmiyorum. Neden bu zamanı seçtik onu da bilmiyorum.
Aramızdaki sessiz ama çok özel olan ve halen sürdürdüğümüz ilişkimizi neden bu zamanda herkese açmaya karar verdik bilmiyorum.
Belki de sadece artık kızın olarak değil de 40 yaşını geçkin bir kadın olduğum için, senin gidişini bir kayıp olarak algılamaktan çok öteye; gidişinle birlikte beni ben yapan herşeye ; başta dirayet ve farkındalık, kıymet ve şükür kavramlarını dibine vurduğum şu dönemi bilerek sen seçtin.
İçime girdin ve tarifi olmayacak bir şekilde yad edilmek istedin.
O kadar çok istedin ki; 23 senedir içimde sakladığım hazine sandığını herkese şu an açabildim.
Kendime, sadece kendime sakladığım seni ancak şu an herkesle paylaşabildim.
Seni o kadar iyi tanısınlar istedim ki geceler günler sana hazırlandım.
Aslında bir de fark ettim ki ; ben hiçbir şey yapmamışım bu hazırlık sürecinde bile.
Her şeyi ama her şeyi yaşadığın kısacık hayatta bile benim için bizim için sen en ince detayına kadar düşünmüşsün.
Kah yazılı kayıt altına alarak, kah 45 seneye sığdırdın hayatının izlerini fotoğraflar aracılığıyla bize ayna tutarak.
Yoksa nasıl anlatırdım başka türlü senin zerafetini, her daim iyimserliğini, üzerinden 40 sene geçse de fotoğraflardan çıkan ''halen ben aranızdayım dedirten '' enerjini, halen arkadaşların üzerindeki tesirini, arkadaşların için çok kıymetli oluşunu, babamla aranızdaki Hollywood starlarını andıran çekim gücünü, birbirinize yakışmanızı...
Bu sene idi sanırım Bahar'a alakasız bir günde alakasız bir an'da ''Ben annemin ardından hiç neden ben demedim; iyiki böyle acı yaşamaşım da erken yaşta; herşeye ama herşeye karşı dirayetli, ''derdimiz bu olsun '' bakış açısını öğrenebilmişim'' dedim. Bahar cevap vermekte zorlandı ama sadece şöyleyebildi '' Bunu da, bu farkındalıkla ancak sen söyleyebilirdin ''
Ben hep şanslı olduğumu bildim.Annemin de yanımda olamasa da hep şansım olmaya devam ettiğini bildiğim gibi.
Annemin sahip olmak istediği herşeye benim sahip olduğumu bildiğim gibi.
Ben çok şanslıyım.
Annem gitmeden önce herşeyi düşünmüş, çabalamış.İnanılmaz ağrıları varken bile dayanmış.
Sadece benim için .
Haber vermeden, benimle son bir kez görüşmeden, benden söz almadan gitmek istememiş.
31.12.1991.
Ankara Hacettepe Hastanesi.
Annemi tam 40 gün olmuş görmeyeli. Sağlığı hakkında bana bilerek hiç bir şey söylenmemiş. Zira üniversite sınavlarına hazırlanıyorum. Ailenin tüm fertleri babam ve ağbim Ankara 'da O'nun yanında; benim yanımda ise babaaannem.
Dediler ki; gelin Ankara'ya.
Yılbaşını birlikte kutlayalım.
Gittim o gün hastaneye.
Annemi gördüm şok içerisindeyim. Aldığı kortizonlardan tanınmayacak kadar şiş her yeri.
Biliyorum ve hemen fark ediyorum ki bu bir veda.
Boğazımda bir yumru, yüreğimde ise daha önce hiç hissetmediğim kadar bir kuvvet.
Annem gideceği için mahcup ama beni görebildiğine dayanabildiği kadar da mutlu.
Hissediyorum bunu iliklerime kadar.
Söz veriyorum bende anneme.
O'nu hiç mahcup etmeyeceğime, çok çalışacağıma, başarılı olacağıma söz veriyorum. Gözü arkada kalmamasını söylüyorum****
Ağlayarak çıkıyorum odadan.
O'nu son görüşüm oluyor.
Beni beklemiş olan annem; hemen ertesi gün huzurla artık gideceği yere gidiyor.
1.1.1992 oluyor tarih.
Ben de İzmir 'i arıyorum. Lerzan'a haber veriyorum annemi kaybettiğimi. İlk anda aklıma gelen ve nedense hep anaç bulduğum arkadaşımı.
1.1.2015. Alaçatı'dayız. Emir hasta olduğu için akşam programımız değişiyor ve evde kalıyoruz.Lerzan ve Berke geliyor bize spontan bir şekilde. 2 hafta önce annem için ; annemin çok istediği, istemekten öte kıvrandığı yad edilmeyi; ruhunu rahatlatmak için yaptığım mevlütü anlatıyorum.Anlatmaktan öte O'nun adına bastırdığım Yasin kitabını ve kendi el yazısı ile yazmış olduğu yemek tariflerini üzatıyorum O'na. Lerzan'a. Teşekkür ediyorum O'na. Ama biliyorum ki o an teşekkür eden Lerzan 'a annem. Tam tamına 23 sene sonra.
17 yaşındaki kızının verdiği acı haberi sırtlanacak bir yükü kaldırabildiği, herkesin kabul edemeyeceği bir sorumluluğu alabildiği için.
Ben de şu an anlıyorum ki o teşekkürü annem yine düşünmüş nasıl edeceğini. O gece evde oturmamız gerekiyormuş tıpkı onlarında spontan bir şekilde bize uğramaları gerektiği gibi.
Canım Annem; aramızdaki sırrı artık herkes biliyor oldu...Ne mutlu bize.
Mevlüt için bir video hazırlarken müzik konusunda çok ama çok kararsız kalmıştım.Vardı kafamda birkaç alternatif; derken yine annem yaptı yapacağını. Hem yaşına; hem dönemine hem de tüm duygularıma tercüman olacak müthiş bir şarkı çıkartt karşıma. Şaşırmadım. Ama mevlütte sordular nasıl bulduğumu, yakıştırdığımı bu şarkıya; anlatamadım.Şimdi öğrenmiş oldunuz sizde bu işin sırrını...
Canım Annem,
Ayla Ertekin,
Mekanın cennet ruhun şad olsun...
11 Aralık 2014 Perşembe
Önemli adamlar
Sürdürülebilir başarıyı herhalde duymamış, cümle içerisinde kullanmamış olanınız yoktur. Hele bir de kurumsal iş hayatının içerisindeyseniz. Dışında iseniz yine sorun yok keza siyasi gündemden de düşmeyen bir laf bu.
Peki size sürdürebilir ilişki desem ne geliyor aklınıza ? Aileniz ve dostlarınız dışında. Düşünün bakalım. Uzun süredir vazgeçemediğiniz kimler var hayatınızda? Hayatınızda ki destek fonksiyonlarını soruyorum adeta .Yine iş jargonuyla konuşuyorum ki affola.
Benim için çok basit bu sorunun cevabı; ailem ve dostlarım dışında yıllardır vazgeçmediğim, onları hiç aldatmadığım 2 kişi var hayatımda. Açıklamanın tam zamanı. Bu arada sıralama lafın gelişi.Her ikisi de başka açılardan benim için son derece kıymetli.
1. önemli adam
Yaş 22. İstanbul 'a gelmişim çalışma hayatına atılmaya. 3 kız bir evdeyiz. Hepimiz idealist ve bilinçli. Kendimize dönük ihtiyaçları bir arada gidermenin yollarını aradığımız bir dönem. Bu ihtiyaçlar yeme içme değil daha önemli konuları da kapsamakta.
Genetik mirasımdan dolayı risk altında bulunduğumdan düzenli smear testi yaptırmanın eşiğindeyken ben; ev arkadaşım sayesinde kadın doğum doktorum ile tanışıyorum. Hiç tereddütsüz gidiyorum, gitmenin ötesinde benimsiyorum. Yaş 22. O zaman bey diyorum kendisine. Tedirginim haliyle. Ama kısa zamanla kocam haricinde hayatımda ki önemli adamlardan birisi oluyor kendisi.
Yaş 29, Çağlar ile birlikte çalıyorum kapısını. Bu defa hamileyim. Çok mutluyum. Gel zaman git zaman doğum zamanı yaklaşıyor. Gidiyorum muayehanesine.
Hadi diyorum çocuğun doğacağı vaktin adını koyalım. Sezeryandan bahsediyorum. İmkansız diyor. Allem ediyorum kallem ediyorum. Nuh diyor peygamber demiyor.
''Senin gibi birisini normal doğum ile doğurturum'' diyor. ( Senin gibi birisi tabiri ayrıca irdelenmelidir ayrı)
''Deli misin?'' diyorum.
''Doğurtacam'' diyor.
Israr ediyorum ama sonuç değişmiyor. Bir Eylül akşamüstünde, normal doğum esnasında herşey normal giderken; anormele dönen bir anda Dr. vakum istiyor başkalarından. Son derece stresli bir halde. Vakum istemem diye bağırınca ben O 'na O' da bana bağırıyor.
'' Burada tek yetkili var O' da benim diyor ''
Çıkartıyor forsepsi kordon dolanmış olan Ela'yı çekip çıkartıyor.
Sonra bu hikayeyi anlattığım çocuk doktoru bana şöyle diyor;
'' Senin kadın doğum Dr. kaç yaşında idi ki eski bir yöntem olan forseps kullanmasını bilsin ?''
Sonra Emir'e sıra geliyor. Bu defa doğum öncesinde suni sancı veriyor. O kadar hızlı açılıyorum ki epidural takılı zannerden sancıların hepsini maşallah çekiyorum hem de dibine kadar. İşte o sıra çok güzel anıyorum pardon haykırıyorum doktorumun ismini;
'' Cengizzzzzzzz.. Nerdesin Cengizzzz??? ''
Açılmam ile doğumum arası 5 dakika; bütün bu süre ise inanılmaz kısa bir zamanda gerçekleşince bu sefer yoğun kasılma sonrasında gelen gevşeme ile başlıyorum;
'' Allah tuttuğunuzu altın etsin, Allah ne muradınız varsa versin !!''
Koşulsuz şartsız teslimiyetteyim yaklaşık 18 senedir. Dedim ya benim için önemli bir kişidir; Cengiz Alataş. Ailemizin yapıtaşlarındandır. Anmak, kayıt altına almak lazımdır.
2.önemli adam
Bittabi Mahmut'um... Beni tanıyanlar bilir son 4 sene öncesine her türlü kısalıkta, renkte ve cürette saçlarım oldu benim. Kah evlenirken, kah doğururken, kah iş hayatında hep cüretkar oldular. Hep güzel olmadılar belki ama kendimi hep iyi hissetmeme sebep oldular. Hiç bir zaman şüphe duymadım ne saçlarımdan ne Mahmut'umdan.
16 senedir başka kimsenin ne makası değdi ne de kimse röfle yapmaya cüret edemedi. Ettirtmedim de. Arada saçıma, rengine laf eden başka kuaförler olduysa da Mahmut yapıyor deyince akan sular durdu. Saygıda kusur etmek istemediler, daha fazla da ileri gitmediler.
İnsanlar kuaföre kendilerini iyi hissetmek için giderken; ben aslında en iyi halimle gitmeye çabaladım hep. O 'na da ilham olmaktan sorumlu hissettim belki de. O 'da yaydığım enerjiyi hiç boşa çıkartmadı, hep alladı pulladı beni; hep hissettiğim halimden daha iyi hissederek oradan ayrılmama sebep oldu.
Yok her zaman abartı oldu.
Saçlarıma takık olan ben aslında birçok kereler yüzümü buruşturarak, kimi zaman da ağlamaklı çıktım oradan. Kimbilir belki de benim naz evim orası oldu kocama yapmadığım nazı Mahmut'a yaptım.
Bir sürü sanatçısı, şöhretlisi girip çıkarken dükkanına; ben de bir şeymişim gibi hissederek girip çıkmaktayım o dükkana.
Koşulsuz şartsız teslimiyetin bir başka hali. Tarz hali.
Birlikte yaşlanıyoruz biz tam 16 senedir. Dertleşmek, paylaşmak da cabası.
Mahmut Ebil seviyorum seni. Senin de bildiğin gibi.
Bu listeye eklense eklense kim eklenebilir bundan sonra diye düşünürken buldum kendimi.Gelecek vaat eden iki alan belirdi;
-Yoga öğretmenim ( her ne kadar kadın olsa da )
-Estetik doktor (Botox, motox gibi her türlü küçük estetik müdahaleler için kaçınılmaz olabilir kısa bir süre sonra)
Gülmeyin öyle. Kısmetse değil kıymet verdikçe olur.:)
Peki size sürdürebilir ilişki desem ne geliyor aklınıza ? Aileniz ve dostlarınız dışında. Düşünün bakalım. Uzun süredir vazgeçemediğiniz kimler var hayatınızda? Hayatınızda ki destek fonksiyonlarını soruyorum adeta .Yine iş jargonuyla konuşuyorum ki affola.
Benim için çok basit bu sorunun cevabı; ailem ve dostlarım dışında yıllardır vazgeçmediğim, onları hiç aldatmadığım 2 kişi var hayatımda. Açıklamanın tam zamanı. Bu arada sıralama lafın gelişi.Her ikisi de başka açılardan benim için son derece kıymetli.
1. önemli adam
Yaş 22. İstanbul 'a gelmişim çalışma hayatına atılmaya. 3 kız bir evdeyiz. Hepimiz idealist ve bilinçli. Kendimize dönük ihtiyaçları bir arada gidermenin yollarını aradığımız bir dönem. Bu ihtiyaçlar yeme içme değil daha önemli konuları da kapsamakta.
Genetik mirasımdan dolayı risk altında bulunduğumdan düzenli smear testi yaptırmanın eşiğindeyken ben; ev arkadaşım sayesinde kadın doğum doktorum ile tanışıyorum. Hiç tereddütsüz gidiyorum, gitmenin ötesinde benimsiyorum. Yaş 22. O zaman bey diyorum kendisine. Tedirginim haliyle. Ama kısa zamanla kocam haricinde hayatımda ki önemli adamlardan birisi oluyor kendisi.
Yaş 29, Çağlar ile birlikte çalıyorum kapısını. Bu defa hamileyim. Çok mutluyum. Gel zaman git zaman doğum zamanı yaklaşıyor. Gidiyorum muayehanesine.
Hadi diyorum çocuğun doğacağı vaktin adını koyalım. Sezeryandan bahsediyorum. İmkansız diyor. Allem ediyorum kallem ediyorum. Nuh diyor peygamber demiyor.
''Senin gibi birisini normal doğum ile doğurturum'' diyor. ( Senin gibi birisi tabiri ayrıca irdelenmelidir ayrı)
''Deli misin?'' diyorum.
''Doğurtacam'' diyor.
Israr ediyorum ama sonuç değişmiyor. Bir Eylül akşamüstünde, normal doğum esnasında herşey normal giderken; anormele dönen bir anda Dr. vakum istiyor başkalarından. Son derece stresli bir halde. Vakum istemem diye bağırınca ben O 'na O' da bana bağırıyor.
'' Burada tek yetkili var O' da benim diyor ''
Çıkartıyor forsepsi kordon dolanmış olan Ela'yı çekip çıkartıyor.
Sonra bu hikayeyi anlattığım çocuk doktoru bana şöyle diyor;
'' Senin kadın doğum Dr. kaç yaşında idi ki eski bir yöntem olan forseps kullanmasını bilsin ?''
Sonra Emir'e sıra geliyor. Bu defa doğum öncesinde suni sancı veriyor. O kadar hızlı açılıyorum ki epidural takılı zannerden sancıların hepsini maşallah çekiyorum hem de dibine kadar. İşte o sıra çok güzel anıyorum pardon haykırıyorum doktorumun ismini;
'' Cengizzzzzzzz.. Nerdesin Cengizzzz??? ''
Açılmam ile doğumum arası 5 dakika; bütün bu süre ise inanılmaz kısa bir zamanda gerçekleşince bu sefer yoğun kasılma sonrasında gelen gevşeme ile başlıyorum;
'' Allah tuttuğunuzu altın etsin, Allah ne muradınız varsa versin !!''
Koşulsuz şartsız teslimiyetteyim yaklaşık 18 senedir. Dedim ya benim için önemli bir kişidir; Cengiz Alataş. Ailemizin yapıtaşlarındandır. Anmak, kayıt altına almak lazımdır.
2.önemli adam
Bittabi Mahmut'um... Beni tanıyanlar bilir son 4 sene öncesine her türlü kısalıkta, renkte ve cürette saçlarım oldu benim. Kah evlenirken, kah doğururken, kah iş hayatında hep cüretkar oldular. Hep güzel olmadılar belki ama kendimi hep iyi hissetmeme sebep oldular. Hiç bir zaman şüphe duymadım ne saçlarımdan ne Mahmut'umdan.
16 senedir başka kimsenin ne makası değdi ne de kimse röfle yapmaya cüret edemedi. Ettirtmedim de. Arada saçıma, rengine laf eden başka kuaförler olduysa da Mahmut yapıyor deyince akan sular durdu. Saygıda kusur etmek istemediler, daha fazla da ileri gitmediler.
İnsanlar kuaföre kendilerini iyi hissetmek için giderken; ben aslında en iyi halimle gitmeye çabaladım hep. O 'na da ilham olmaktan sorumlu hissettim belki de. O 'da yaydığım enerjiyi hiç boşa çıkartmadı, hep alladı pulladı beni; hep hissettiğim halimden daha iyi hissederek oradan ayrılmama sebep oldu.
Yok her zaman abartı oldu.
Saçlarıma takık olan ben aslında birçok kereler yüzümü buruşturarak, kimi zaman da ağlamaklı çıktım oradan. Kimbilir belki de benim naz evim orası oldu kocama yapmadığım nazı Mahmut'a yaptım.
Bir sürü sanatçısı, şöhretlisi girip çıkarken dükkanına; ben de bir şeymişim gibi hissederek girip çıkmaktayım o dükkana.
Koşulsuz şartsız teslimiyetin bir başka hali. Tarz hali.
Birlikte yaşlanıyoruz biz tam 16 senedir. Dertleşmek, paylaşmak da cabası.
Mahmut Ebil seviyorum seni. Senin de bildiğin gibi.
Bu listeye eklense eklense kim eklenebilir bundan sonra diye düşünürken buldum kendimi.Gelecek vaat eden iki alan belirdi;
-Yoga öğretmenim ( her ne kadar kadın olsa da )
-Estetik doktor (Botox, motox gibi her türlü küçük estetik müdahaleler için kaçınılmaz olabilir kısa bir süre sonra)
Gülmeyin öyle. Kısmetse değil kıymet verdikçe olur.:)
30 Kasım 2014 Pazar
Şimdiki Anneler Harika!
Çok uzun zamandır kayıt altına almak istiyordum bu düşüncelerimi ta ki en son geçen hafta kızımın arkadaşlarından birisinin annesi ;
'' Sorma bu sene başından itibaren 4 tane çıkma teklifi aldık. Aklımız çok karıştı, dersler o yüzden kötüleşti '' deyince tamam artık vakti gelmiş demek ki dedim ve başladım yazmaya. Bu kadar da olmaz ama diyerek. 11 yaşındaki kızının aldığı çıkma tekliflerini anlatmak isteyen yetmez '' aldık '' diyerek tatlı bir gurur kaynağı haline getiren anneye karşı doldum, taştım, kabardım.
Annelerin çocukları ile kendini ''bir '' haline getirip '' biz '' dilinden sürekli konuşması, hiç hata yapmayan, en sıradışı şeyleri, en olağanüstü hallerle kendilerinin ve kendi çocuklarının yaşaması,
'' bu haftaki sınavdan da 100 aldık '' , '' bu haftaki maçında en çok sayıyı attık '' '' bu sefer maçta çok iyi müdafa yaptık '' '' harika bir resital geçirdik '' '' şöyle süperiz böyle süperiz dilinden konuşmasından gına geldi.
Bu hiç hata yapmayan, yanlış yapmayan, saygıda kusur etmeyen, her daim doğru davranan, en ahlaklı, en iyiliksever, en paylaşımcı, en verici, en iyi, en örnek, en güzel, en akıllı, en iyi sporcu, biziz diyen annelerle sarılmışlar arasında iken kendime hep en yakın bulduklarım ve çocuklarımı da kıyasıya çekiştirebildiğim dostlarım 2 ana eksende toparlanmıştı. (Bunu birbirimize de hep söylemişizdir.)
-çocukluk arkadaşlarım
-iş arkadaşlarım
Sebebi çok basitti. Birbirinden farklı olan bu iki dünyanın en önemli ortak noktası; Performans kaygısını birarada yaşamış, birlikte ortak hedefe koşmamızdı. Birlikte koşarken biz aslında o dünyalarda; yanlışların, hataların, yüz kızarmalarının, daha iyisini yapabilme arzu ve isteklerinin, kimi zaman da başarıların hepsini birarada deneyimlemiştik.
Kimi zaman hataya ve yüz kızartıcı bir suça kimi zaman olağanüstü başarılara imza atarken tüm çıplaklığımız ve doğallığımızla biraradaydık biz. Yüzleşebilmiştik hem kendimiz hem de birbirimizle. Ayıplamadan. En doğal halimizle. Dolayısıyla çocuklarımızın da en doğal hallerini rahatlıkla paylaşabiliyorduk biz. Hatalarını, gelişme alanlarını, ihtiyaçlarını. Aynı dili, samimiyeti şeffaf bir şekilde paylaşabiliyorduk. Performans kaygısı olmadan. Neden olsundu ki ?
Biz kendi performanslarımızı birbirimize en doğal koşulları ile yaşatabilmiş kişilerdik sonra anne olmuştuk. O tuzağa düşmek istemeyecek kadar da bilinçli ve samimi idik.
Geçen hafta Petkim grubum ile çıkmıştık. Biliyorsunuz şimdilik 40 senede 35 sene dile kolay. 5 yaşındaki yaşgünü partimde masada yanımda olanlar üniversite mezuniyette yine başımda. Kabus gibi. Şaka tabiki.
Neyse içlerinde birisi dedi ki '' Ya hatırlıyormusunuz süpermarketten bilmem ne çalardık ? Yaşımız 10 ya da 11 o zamanlar. Oturduğumuz lojmanların süpermarketi. Babaların çalıştığı işyerinin lojmanının süpermarketi!!!!.
Yemin ediyorum masanın etrafında oturan 3 tane 40 yaşında kadın bir anda buz kesti. Bir tanesi de bendim. Bilinçaltına attığım bir konuyu bir arkadaşım hatırlatınca '' hakikaten doğru söylüyorsun'' dedim ve başladık nasıl yaptığımızı hatırlamaya en detayıyla. Kahkahalarla. Dahası da var. Gece çöktü mü siteye evlerin camlarına kozalak atmalar, lokalde çalışan erkek garsonların soyunma odasını merak edip içeri girmeye çalışmalar, grubumuza girmeye çalışanlara adamakıllı şimdidin deyimiyle '' bullying '' yapmalar, başkaları ile dalga geçmeler vs vs. Toplam 15 kişi ya varız ya yokuz bu kızlı erkekli grupta. O zamanki yaş 10-11 . Tam kızım Ela 'nın yaşı. Hani arkadaşları en kusursuz, en hatasız, en sporcu, en başarılı, en doğru davranan olduklarını iddia eden annelerin çocukları .
Yaş 40. Yine kızlı erkekli aynı grup dünyanın en mutlusu oturuyoruz bir arada. Petkim grubu. Herkes olması gerektiği yaşta, akılda ve davranışta. Kimse çocuklukta yaşadığı veya yaptığından dolayı eksik değil, üzgün hiç değil, herkes olsa olsa mutlu ve gururlu. Böyle bir çocukluk yaşadığına. Çok üzgün çocuklarına yaşatamadığına!
Adı üstünde çocuktuk o zaman; Aziz Nesin 'de yazdığı gibi '' Şimdiki çocuklar harika'' idik.
Düşündüm o zamanlar çocuk olanlar şimdi anne olmuş. Ama bir yerlerde ipin ucunu kaçırmış, abartmış ve kendini EN İYİ BİZ sendromunda bulmuş.
Yine düşündüm. Rahmetli Aziz Nesin yaşıyor olsaydı kesinlikle şu zamanda '' Şimdiki Anneler Harika !! '' kitabını yazardı dedim.
Düşünmekten öteye gittim. Evdeki kütüphanemde buldum kitabı. Açtım önsözü;
'' Ben terbiyeyi, terbiyesizlerden öğrendim''
Ebül-ala Magari
Charlie Chaplin ''Dinle beni Walt, çocukları akıllı uslu, büyükleri de çocuk ol al '' derdi.
Walt Disney
Bu romanı, salt çocuklar için değil, ana-babalarla öğretmenler içinde yazdım
Aziz Nesin
İlerledim sayfalarda, yıl 1967 ilköğretimde yapılan gerçek bir anket çalışmasından örnekler verilmekteydi.
'' Çocuğunuzun idealindeki annenin yerini almak istiyorsanız, anketin sonuçlarına göre yapacağınız ilk hareket sinirlerinize hakim olmaktır. Çünkü en fazla sinirli olmanızdan dolayı şikayet etmektedirler ve sinirli olmamayı başardığınız an çocuğunuza yaklaşmaya ve onu arkadaşmışcasına yardım etmeye çalışınız.
Derslerinde ve tek başına çözemeyecekleri problemleri olduğu zaman muhakkak yanında olunuz.
Çocuğunuzun en aşağı sizin kadar zengin bir iç dünyası olduğunu düşünerek, onun kişiliğine önem veriniz ve sizi her zaman güzel görmek istediğinizi unutmayın.Evde taranmamış saçla düşük çorapla gezmeyeceksiniz.
Çocuğunuza bir arkadaş gibi davranmalı,hatta onunla oyun bile oynamalısınız diyor hatta çocukların %80 'i sarışın anne istiyor, buna sebebi olarak sarışın anneleri yumuşak olarak kabul ediyorlar.''
1967 Türkiyesinde ilk öğretimde okuyan çocukların beklentilerini böyle dile getiriyor Aziz Nesin...
Vardım sonuca ; O zaman bu beklentilere sahip, o zamanki harika çocuklar büyüdüler anne oldular ve bu beklentilerin fazlasını hatta aşırısını, gereksizini, en hatasızını, en mükemmelini veren, sarışın mı sarışın şimdiki harika anneler oldular etrafımızda!!!
Bu arada kitabın ilk hikayesi olan '' Amerika'yı yapan mimar ''ı hemen okudum, yine çok güldüm, yetmez Ela'ya yüksek sesle okudum. Aklını ve kalbini çeldim, okumasını istedim. Ümit yok ama belli olmaz...
Sarışın olmama rağmen eğer ben de bu harika anneler gibi davranırsam bir gün; açık ve seçik bir ihtarı hak etmişimdir demekki. Bir an bile tereddüt etmeyiniz, veriniz ihtarımı, istediğiniz gibi eleştiriniz.
Ki silkelenip kendime geleyim.
Marketten bir şeyler çalan çocuk olduğumu hiç unutmayayım. Şimdi nasıl bir birey olduğumu unutmadığım gibi...
23 Kasım 2014 Pazar
Babaannem
Benim yaşamaya olan tutkum sanırım ailemden miras bana. Anne tarafım hastalıklarla boğuştuğu için ağız tadı ile hayatı yaşama şansları da, ömürleri de çok yetmemiş ama baba tarafım bu konuda hem daha şanslı çıkmış hem de bana miras bırakmış.
Ben, Kuva-yi Milliye ruhu için, ülkesi için savaşmış ailenin torun çocuğuyum. Savaşçı kimliğimi, pes etmeyişimi, misyoner ruhumu onlardan aldığımı düşünürüm hep. Babaannemin babasından.
O devirde matematik öğretmeni kendisi. Bu özelliği ile Kuva-yi Milliye'nin kasası olmuş. Harbe katılıp 2 sene haber alınmamış. Sonra dönebilmiş ailesinin yanına; yerleşmişler Edirne'ye. 2 kızları ile birlikte.
Birisi babaannem. Ailenin büyük ve idealist kızı.
1911 doğumlu. Cumhuriyet'in ilk öğretmenlerinden. Atatürk'ü bizzat görmüş olan.
Ölüm döşeğinde'' Benim için üzülmeyin, Atatürk'e kavuşacağım sonunda '' diyen. Arkasından bu sebeple gözyaşı dökmemi engelleyen.
Kız kardeşi de matematik öğretmeni. O hem havalı hem de gösterişli , babaannem ise ayakları yere basan, mantıklı.
Babaannem kocasını çok sevmiş, Edirne 'de öğretmenlik yaparken kocasını İstanbul 'da diş hekimi tahsiline yollamış, o sırada eve bakmış geçindirmiş. Kocası, yani benim hiç tanımadığım dedem, diş hekimi olmuş, Edirne'ye dönmüş dönmesine ama muhabbeti, sosyal ilişkileri ve edebiyata olan düşkünlüğü
'' Başkalarının ağız kokusunu çekmek istemiyorum '' ile birleşince edebiyat öğretmeni olmuş. Diş hekimliği ruhsatı başkasına verilmiş; başkası O'nun diploması ile muayene açmış, yürümüş gitmiş. Benim hiç tanımadığım, ama çok sevilen, sohbetlerin hep başköşesinde olan dedem, keyif ve güzel sanatlara hep düşkünmüş, babaanneme göre daha hovarda ve aklı havada imiş, çok erken yaşta ardında 20,17,14 yaşında 3 çocukla babaannemi bırakıp; göçüp gitmiş.
Babaannem sanırım O'nu pek de affetmemiş.
Kocasının tahsilini sürdürmesine verdiği destek , çocuk yetiştirme sorumluluğu ve evi geçindirme sorumluluğunun yanısıra aşkla yaptığı öğretmenlik mesleğinde çok kıymetli gençleri hayata hazırlama sorumluluğu O'nu her zaman başını kimseye eğmeyen, idealist ve savaşçı bir kadın yapmış. Atatürk devrimlerinin kadını.
Öyle ki eğitime her daim çok önem vermiş; kuruluşunun 5. senesinde önce 17.yaşındaki babamı; babamdan 3 sene sonra da küçük halamı Edirne Lisesinden AFS (American Field Service ) ile ABD 'ye yollayacak kadar vizyonermiş. 1911 Türkiye'sinde doğan bir kadının ayrıca tenis oynaması, keman çalması ve at binmesinden ise bahsetmeyeceğim. Zira bana bile masal gibi geliyor. Fotoğrafları ile ayrıca anlatmam gerek.
Babamın bu tecrübesinin benim gelişimimdeki etkisi ise çok büyüktür. Kayıt altına daha sonra mutlaka alınmalıdır.
1957 yılında (AFS) örgütüyle yapılan bir anlaşma sonucunda, okulumuz öğrencilerinden seçilen bazı arkadaşlarımız, bir yıl süre ile Amerika Birleşik Devletlerinde okudular. Bu proğrama katılan ilk üç arkadaşımız Bilim Ertekin (Makine Mühendisi ve Petkim E. Müdürü), Aynur Sümer (Dünya Bankasında Uzman) ve Özer Ertuna (Boğaziçi Üniversitesinde Prof. Dr.) olmuştur. Daha sonraki yıllarda, birçok arkadaşımız bu proğramdan yararlanarak Amerikaya gittiler.
Ankara' dan İstanbul'a tren ile 1 günlüğüne arkadaş günlerine gidip gelecek kadar hayat enerjisi olması, arkadaşlarına karşı her daim vefalılığı , disiplinli yapısı, üniversitede O'nun yanında okurken her sabah '' hadi beni kandıramazsın dersin başlıyor '' diyecek kadar ders programımı bilen, benden önce ağbimin sorumluluğunu üniversite döneminde alıp, herkesin haberi ( halam, eniştem vs ) varken bir tek babaannemden habersiz Ankara'dan İstanbul'a gidip gelen ağbime '' Mendebur herif, neden bana söylemedin '' diye ciddi ciddi kızan, ister ev işi ister başkalarının işini 1 kere bile aksatmayan, acaip güzel yemek yapan, 90 yaşına kadar alışverişini kendisi yapan, O varken evde çocukları dahil kimsenin ev işi yapmasına izin vermeyen ( hem beğenmez hem de izin vermezdi) 90 yaşında tereddütsüz Ankara'dan İstanbul 'a temelli taşınan, 97 yaşında öldüğünde; ölmeden kısa bir süre öncesine kadar haftada 1 boğaza inme sevdası ile asansörsüz bir apartmanın 3. katından yardımsız çıkıp inen, 60 yaşındaki halama evde oturmasını yakıştırmayan , üniversitedeki görevine devam etmesi için tatlı tatlı baskı yapan, 92 yaşındayken kızım Ela 'ya halen hırka örmek için örnek çıkartan; katarakt gözlerine iyice ket vurmuşken kitap sayfalarının- kütüphaneci kızı halam vesilesi ile - en büyük fontlarda büyütülmüş halinde okumaya devam etme azmi gösteren babaannenim aslında tek yaptığı
'' yaşadım diyebilmek için '' demek değilde nedir ?
Tıpkı 2 hafta önce izlediğim Genco Erkal'in Nazım Hikmet'in '' Yaşamaya Dair'' oyununda bana iliklerime kadar hissettirdiği gibi.
Babaannemi hissettirdiği gibi.
Kendimi dizelerde bulduğum gibi.
Yazanın mı yoksa oynayanın mı tutkusu beni sarstı; yoksa evrendeki en büyük enerji birleşmesi buymuş da o yüzden beni sarsmış; bilemediğim gibi.
Tek bildiğim babaannem gibi kadınların az olduğu.
Gerçek Cumhuriyet kadınlarının ve cumhuriyet öğretmenlerinin şu devirde az kaldığı.
Bugün 24 Kasım. Öğretmenler günü.
Başta rahmetli babaannemin, anneannemin, her iki dedemin ve bende emeği olan tüm öğretmenlerimin öğretmenler günu kutlu olsun.
Sayın Nazım Hikmet toprağınız bol olsun. Sizi daha iyi ve yakından tanımak artık boynumun borcu.
Sayın Genco Erkal enerjiniz daim olsun, bize örnek olsun. En kötü gününüz o akşam sahnede devleştiğiniz gibi olsun.
Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.
1947
2
Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan,
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.
Diyelim ki, dövüşülmeye deşer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
Diyelim ki hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
yani, duvarın ardındaki dışarıyla.
Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...
1948
3
Bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
yani bu koskocaman dünyamız.
Bu dünya soğuyacak günün birinde,
hatta bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.
Şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
"Yaşadım" diyebilmen için...
Nazım HİKMET
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Hoş geldim!
Yeni yılın ertesi, annemin başka diyarlara intikal edişinin tam göbeği, oğlumun yeni yaşının hemen öncesi bir zamanlardan merhaba! Uzun bir ...
-
Canım oğlum, Tarihler çok önemlidir derler. Hele de doğduğumuz saat ve tarih. 6.yaşını 9 Ocak'ta doldurduğun halde ben sana yeni ...
-
Ben cidden çok şanslı bir insanım. Hayatımda hep çok kıymetli arkadaşlarım oldu, onlar da bana hep en kıymetli hediyelerini verdiler. Kim...
-
Aşağıdaki mektubun biraz daha uzununu neredeyse 3 hafta önce gerçekleşen TEOG sınavları öncesinde kızıma yazıp vermiştim. Kayıtlara geçmes...