24 Mart 2013 Pazar

39

Bugün yaşgünüm... Kendimi çok iyi hissettiğim bir yaşta olduğum bir gün..

İçimin dışımın çok daha bütünsel ve ahenk içerisinde hareket ettiği, kendimi her zamankinden daha fazla sevdiğim bir zam ''an '' da olduğum bir gün...

Etrafımda ki herkesi; her canlıyı, doğayı  daha fazla önemsediğim  bir gün...

Basiti yücelttiğim, abartıdan kaçındığım, yapmacık olamayacak kadar ustalaştığım bir yaşta olduğum bir gün...

Zamanla herkesi daha fazla severken; bazılarını kalbimde çok farklı yerlere koyduğumu açıkça söylemekten yüksünmediğim bir gün..

Daha fazla esnemeye; duvarlarımı yıkmaya çaba sarf ettiğim ; dogma düşüncelerden; önyargılardan çok daha fazla kaçındığım bir gün...

Kendimi sonuna kadar dişi hissettiğim, kadınlığımdan; akıllı olduğum kadar gurur duyduğum bir gün...

Keşke'lerimin sonuna geldiğim bir gün...

Sürprizlerin kendiliğinden gelmediğini, sürprizleri yaratabildiğimi idrak ettiğimi bir gün...

Hayatı iyisiyle kötüsüyle; getirisi götürüsüyle; hataları sevapları ile çok daha fazla sevdiğim; yaşama ve yaşamaya doyamadığım bir gün...

Dostlarıma, aileme, çocuklarıma; beni ben yapan herkese teşekkürü borç bildiğim bir gün...

Sahip olduğum herşeye  şükrettiğim bir gün...

Gelen yıllardan korkmadığım aksine adeta içime sokacakmışım gibi kucakladığım bir gün...

Varsın gelsin öyle ise yıllar; ardı ardına...Ümit ve umut oldukça... Böyle günler çoğaldıkça..

Bekliyorum seni 40))






17 Mart 2013 Pazar

Ümit Ünal

Biliyorum ihmal ettim...Biraz isteksizlik, biraz rahatsızlık, biraz iş güç, çoğunlukla yorgunluk idi beni yazmaktan alıkoyan.Belki de baharın etkisi idi.Yok yok ;kesin baharın etkisi idi. Papatyaları ve gelincikleri gördüğümden beri dağıldım. Biraz da yaşlandığımı hissettim. Hislendim. Ne de güzel şeymiş yaşamak dedim..Yaş almak dedim..

Zira Mart ayının başından beri ufak tefek seyahatler, işler ile ilgili birbirinden farklı insanlar, sohbetler ve ilham veren dialoglar ile yine,yeni,yeniden kendime geldim..Enerji ile doldum.Baharı ne kadar çok sevdiğimi tekrar hatırladım..

İlham veren dialoglar demişken çok yakın bir zaman önce tanıştığım tasarımcı Ümit Ünal'dan çok etkilendim.Bir insan bu kadar güzel mi kendini dinletir, söylediklerini bu kadar mı üstüne yakıştırır bilemedim...Tasarımcılığın yanısıra bir şair, edebiyatçı ve sanatçı kimliklerini de barındırmasına hayran oldum.. İşine aşık olmasına daha da çok bayıldım. Saygı duydum, heves ettim, hemen bi koşu gidip tasarladıklarına sahip olmak istedim.Tarzının ''androjen '' olduğunu öğrendim. Bu aşamada biraz tereddüt ettim. Zira şu sıralar, bu yaşlarımda '' feminen ''liğini keşfeden bir kadın olarak  androjen tarza yakın hissetmedim.

Beni geçtim çok başarılı olmasını arzu ettim.Yürekten diledim.

Tekrar görüşüp belki ortak projelerde yer alacağımız için heyecanlanarak ayrıldım kendisinden...

Bilgi;Tasarımlarını daha çok yurtdışı pazarlarına sunan Ümit Ünal şu an için yurtiçinde satış noktası yok.  http://www.umitunal.com


14 Şubat 2013 Perşembe

Reklamlar...

Uzun süredir TV 'de reklam kuşağına denk gelmemiştim..Dün akşam sağolsun Kuzey-Güney sayesinde izlemediğim kadar çok reklamı hem de birbirinin yıllarca aynısı olan reklamları izleyince içim bir sıkıldı bir sıkıldı taa ki......

Önce Ariel için beyazlar giymiş bir kadın , yılların aynı yöntemi olan hangi deterjandan daha iyi sonuç alındığını gösteren kıyaslamalı bir demo yaparak tüm kadınları Ariel kullanma konusunda ikna ettiğini zannetti.Ama Allah için şu an aklımda sanki cenneteymişim gibi sadece beyaz çağrışımlar kaldı..

Sonra da yılların Ipana'sı ,yıllardır aynı diş doktoru ile çalışıyormuşcasına, yine kendisine de  beyaz giyindirerek, sıkıcı diş gerçeklerini biraz daha teknolojik bir demo ile taçlandırarak hepimizi İpana kullanma konusunda ikna ettiğini zannetti.Ürünün ambalajınından ve reklamından bayağı sıkılmışım ki bayağı bir off'ladım...

Taaki hemen bu reklamların ardından Biscolata reklamı çıkana kadar..
Hemen bir gülümseme geldi.. )) Tamam dikkat çekici unsur!! kullanmışlar, ortam şahane, ürünle bir alaka kuramıyorsun vs vs ama mesela o çikolatayı ince ince doğradığı demo sahnesi bayağı güzel ve akılda kalıcı bir uygulama olmuş..)
Hele de o sıkıcı, bildik reklamların ardından ezber bozan bir reklam/ concept/ uygulama görmek beni bir mutlu etti bir mutlu etti..

Hemen Biscolata'nın ardından ise bebeklerin yerine kazık kadar çocukların!! pişik sorunu ele alan o korkunç Popolin reklamı ise gülmekten öldürdü.

Sen kullan Popolin pişik kremini Biscolata erkeklerinde sonra gör bakalım satışlar nasıl artıyor ...

Einstein 'ında dediği gibi;Hep aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar beklemek ''aptallıktır ''.

Bütün bunlar ise aklıma neredeyse 11 sene öncesinde bizim çektiğimiz reklam filmimizdeki absurd'lukleri getirdi aklıma.

Sorumlu olduğum markanın bebek şampuanı için bir reklam filmi çekilecekti ve her yaştaki bebek için uygunluğunu anlatmak üzere bir konsepti vardı.

Reklam ajansı Türkiye yerine Belçika 'da yabancı bir direktör ile çekilmesini uygun gördü. ) Biz de bir ses etmedik.
Filmde 3 bebek kullanılmalıydı.Koca Belçika'da 1 yaşında uygun bebek kast bulunamadı, bebek İngiltere'den Belçika'ya geldi, diğer 2 çocuk ise birisi 2 yaşında birisi 4 yaşında Belçikalılardı.
Belçika'dan olan da birisi Flemenk bölgesinden olduğu için Felemenkçe diğeri ise Valon olduğu için Fransızca konuşuyordu.Dolayısıyla birbirini anlamıyorlardı. İşleri nasıl basit halden karışık /komplike hale getirdiğimizin bence en iyi örneğidir bu deneyimim..

Müşteri:Türk. Direktör : Yabancı ama Belçika'lı da değildi sanırım.. Çekim : Sebepsiz Belçika.
Kast birbirinin dilinden anlamayan 3 çocuk..Ürün:Basit bir göz yakmayan bebek şampuanı...Maliyet:Gereğinden fazla.

Ezber bozan bir taraf ise deneyimin kendisi oldu..) Ürün ve reklam değildi yoksa..


''Ezber bozmak '' lafını/ mottosunu ise ayrıca seviyorum.. Bu da başka bir yazı konusu olsun..





12 Şubat 2013 Salı

'' MY WAY ''

Hayatta -Allah'a çok şükür -çok az şeyi ve/veya kişiyi kıskanmışımdır. Ama nedendir bilinmez çocukluğumdan beri sahneye çıkan kişiler; ister şarkıcı ister tiyatrocu ister dansçı fark etmez bu listenin en üst sırasında kıskanılmışlardır.

Onların sahnede iken hissettikleri, üst düzeye çıkan performansları nedeniyle izleyiciler üzerinde bıraktıklarına emin oldukları bazı izlerin '' anları'' vardır ya hani tüyler ürpeten cinsten. İşte o tarifi zor olan hazzı  yaşayan ve yaşatan her kimse O'na her zaman çok büyük bir hayranlık beslemişimdir.

Hiç olmayan keşke'lerim böyle  an 'larda hemen zincirlerinden kopup ağzımdan sese dönüşürler; ''Keşke ben de böyle bir hazzın sebebi olabilseydim '' gibisinden...

Bana göre şu fani dünyada '' Eğer cennetin kapısınından geçiyor olsaydın  nasıl hissederdin ?'' diye sorarsanız 2 cevabım olurdu;

- Bir annenin çocuğunu doğurması (ve hayatı boyunca gururla yaptıklarına tanık olabilmesi )

- Bir sanatçının sahnede aldığı haz kadar o hazzı izleyicilerine/dinleyicilerine de hissettirebilmesi

 benim için bu dünyada eğer cennet olsaydı kapısından geçerken hissedebileceğimi düşündüğüm hislere en yakın olanlar olurdu herhalde.

Ben de bu düşüncelerle  cennetin kapısını şu fani dünyada araladığı ''an'' ı yakayabilmiş bir şarkıcının bir konser görüntülerini paylaşmak istedim sizlerle...

Yer: Londra ...

Tarz ve yer :Kesinlikle alt alta üstüste, izdiham yaşanan  bir stadyumda değil çok tarihi ve akustik bir yer olan Royal Albert Hall 'da..Hani taa 1871 'lerde yapılan ve en ünlü müzisyenlere ev sahipliği yapan görkemli tarihi yerde. Her adım attığını da  '' Ruhu şad olsun '' diye anımsayacağınız kişilere ev sahipliği yapmış olan yerde...

Seyirciler: Klasik konser dinleyicisi yerine  smokinli beyler, tuvalet giymiş kadınlarla dolu olağanüstü şık bir ambians...

Sahnede : Robbie Williams... Hani ne söylesek az gelecek olan, şarkı söylerken boyu ve posu da devleşen  ama en çok bakışları belirginleşen, sesi ile kanımızı titreten ...

Şarkı: Hayatının sonuna geldiğinde '' hangi şarkı seni anlatsın istersin ?'' diye sorsanız, veya hadi olumlu bakalım '' hangi şarkı sözünü örnek alarak yaşamak istersin ? diye sorsanız  bu şarkı ile kendimi anlatmak istediğim, şarkının ilk sahibine de ölesiye bir hayranlık beslediğim, her dinlediğimde ''duygular 100 sene öncede benzer imiş 100 sene sonra da benzer olacak, insan var olduğu sürece '' diye     şaşırdığım, ruhumu besleyen MY WAY şarkısı..

Buyrun izleyin, hislenin, tüylerinizi ürpertin..Robbie Williams'ın hangi an'ını, hangi hazzını en çok kıskandığınızı ve/veya -sizler için daha yumuşatarak ifade edeyim- imrendiğinizi  düşünün..

O sandalye üstünde gururla şarkıya başladığı an'ımı, yoksa seyircilerin ilk ayağa kalkıp alkışlamaya başladığı an'ı mı,yoksa şarkının ortasında '' everybody ''diyerek herkesi şarkıya ortak edip çok zarifçe yaşadığı mutlululuğu bir kuğu gibi dansa dönüştürdüğü an'ımı,yoksa en son ''I did it my way '' derken merdivenlerde yumruğunu havaya kaldırdığı ve yaşadığı ve yaşattığı o olağanüstü güzelliğe sebep olmanın hazzını göz yaşı olarak ifade ettiği an 'ımı, yoksa en son karede dinleyicilere fırlattığı bakışlardaki haklı gururlandığı an'ımı...

Ben kendi adıma sadece o ortama, o an'lara tanık olabilmek için neleri vermezdim diye düşündüm..)) Zira baştan sona benim için sıradışı hisler şöleni oldu bu konser kaydı...

Belki biliyorsunuz bu yaz Haziran sonu-Temmuz başı Robbie Williams gene Londra'da 4-5 akşam konser veriyor olacak..Ben başka bir seyahat sebebiyle orada olamayacağım ama imkanınız varsa stadyum konseri de olsa böyle bir fırsatı kaçırmayın derim..

Ne de olsa yaşadıklarımız ''an''lardan ve bu an'ların da ANI'lara dönüşmesiyle kıymetli hale geliyor değil mi ?

Hani rutini bozup, aldığımız NEFES için şükrettiğimiz, güzellikleri daha fazla görüp kıymet bildiğimiz sıradışı an'lardan...




25 Ocak 2013 Cuma

Kayak tatili

14 veya 15 sene önce... Tam tarihini hatırlayamadım. Kızlı erkekli bir grup sporcu genç olarak  kayak programı yaptık. Kızlar ortalama 25 yaşında erkekler ise ortalama 28 'dı herhalde. Aramızda sadece bir evli çift var, geri kalan bizler ise çıkmaktayız. ( Bu sırada çıkmak kelimesi de ne komiktir değil mi ? )

İstikamet Avusturya...St Anton. Hiçbirimiz daha önce Avrupa'da kayağa gitmemişiz..Hele de ben.. Ankara'da üniversite okuyan bir İzmirli olarak ilk kayağımı Kartalkaya'da 20 yaşında ayağıma takmış birisi olarak Avusturya 'da kayak tecrübesine oldukça uzağım. Ama grupta çok iyi kayakçılar var. Genellikle Uludağ ekolünden. Kotla kayıldığı zamanlardan...))

Neyse düştük yollara,vardık güle oynaya. Harika bir pansiyon. Sahibesi çok tatlı bir kadın. Hatta o kadar memnun kaldık ki üstüste 2 sene aynı pansiyona gittik.

Kasaba çok güzel. Pistler ondan daha da  güzel. Siyah ve kırmızı pist çoğunlukla. Mogullar ise bizim erkeklere layık.

Herkes idealist. Kendini geliştirmeye adamış. Başta ben ve birkaç arkadaşım grup dersine takıldık. Bizim gruptan ayrıldık çoğu zaman. Çok da iyi ettik. Nitekim o grup derslerinin emeği çoktur şimdi ki kayak seviyemde.

Her sabah saat 9.00 kalk borusu ile düşerdik pistlere doğru rap rap. Yolumuzun üstünde ise kayak okuluna sabah sabah bırakılmış minik veretler. Hele o yerden bitme  3-4 yaşında yanakları soğuktan al al olmuş sarı kafalı veletler halen aklımdadır. Sadece ben değil tüm kızlar o veletlerin yanından geçerken  '' aayy ne şekerler '' diye sempatik bir şekilde bakardık. Ama sadece sempatik baktığımız yaşlardı. Daha öyle özlem mözlem duymazdık çocuk çoluk işlerine. Uzakta bir hayaldi o zamanlar.

Kasaba Apres-ski de belki de Avrupa'nın en iyisi ve çılgını. İlk gözağrımız ise dağdan kasabaya iniş pistinin tam da solunda Krazy Kanguru.http://www.krazykanguruh.com
İnanılmaz eğlenceli bir yer. Saat 16.00 de içmeye başlıyorsun saat 19.00 veya 20.00 'e kadar içiyorsun sonra da kayakları tekrar takıp aydınlatılmış pistte kasabaya kayarak gidiyorsun..Halen gözümün önündedir hepimizin sarhoş olarak kayması. Cüretkarlık ve gençlik de cabası. Uzun lafın kısası St Anton önemli bir yer etmiştir hayatımızda.Akşam fondüler, partiler...
Kalabalık olarak restaurantlarda yer bulamanın sıkıntısı...

Bazı ilklere de tanık olduğumuz bir yerdir St Anton. Saunaya kadınlı- erkekli birlikte, hatta örtünmeye gerek duyulmadan girildiğinin ilk tecrübe edildiği yerdir St Anton...Gitmedim görmedim...Gidenlerin yalancısıyım diyelim geçelim.

En yakındaki kasaba Lech. Bütün sosyetenin gözbebeği. Gel görki bize uygun değil. Pistler çok düz, sonra tüm kadınlar kürklü. Ama güzel restaurantlar, güzel dükkanlar için arada sırada gidilen bir yer. Ama kayarak ama arabayla.

Yine de en sıcak, karakterli ve sporcu kasaba bizimki. Kayakçılar harbi kayakçı; malzemeden anlayan türden.
Çağlar'ın çok eskimiş bir kayak ayakkabısını yine bir Apres Ski sonrasında bir barın önünde bıraktık. 1 haftanın sonunda o ayakkabı halen orada durmaktaydı..))Anlayın işte herkes o kadar iyi malzeme delisi.

14 seneden bu zamana neler değişti peki...Aynı grup arkadaş birer ikişer sene arayla evlendik. Denk düştü aynı zamanlarda ilk çocuklarımızı kucakladık. Onlar 5 yaşına geldiğinde ise tekrar başladı bizim Alp dağları maceralarımız. Ee malum Alp dağları bu. O kadar büyük ki. Kah orası kah burası derken yolumuz düşmedi St Anton'a bir daha. Ama şimdi hatta yarın yine yollara düşüyoruz. Hem de bu defa yanımızda 2.çocuklarımızla...

En küçükleri 4 en büyükleri 14 yaşında olan. Ağırlıklı ortalamada 10 yaşlarında olan  delikanlı ve genç kız adayıyla  düşüyoruz yine yollara.

Kafam da bazı sorularla....

Acaba Apres Ski yapabilecekmiyiz ?Sarhoş olup geee kasabaya kayarak gelebilecek miyiz ?
Aynı grup arkadaşlarımla 14 sene sonra birlikte bu defa neleri tadacağız? Neleri tecrübe edeceğiz?
Apres skiye çocuk götürsek ne olur ? Barın üstünde anne -babasına gören çocuk nasıl etkilenir ?
Onları odada bıraksak 14 yaşındaki 4 yaşındakine baksa veya kısa çöp çekerek nöbetçi veli bıraksak otelde ve gitsek yine Krazy'e.. Adına layık bir şekilde eğlensek..

Peki şimdi böyle yazıyorum da çok değil 5-6 sene sonra bizimkiler gitmek isteyecek olurlarsa Apres ski'ye.Birlikte mi gideceğiz?Hayır mı diyeceğiz ?

Off zaman çok mu hızlı geçmektedir nedir ?

Neyse soruları boşveriyorum. Hayırlısı ile gidip gelmeyi diliyorum. Kazası belasız..Oğlumun sarı veletlerle arkadaş olduğunu görmek ve kayaktan zevk aldığını görmeyi ümid ediyorum. Tıpkı ablası gibi...














http://www.stantonamarlberg.com/

13 Ocak 2013 Pazar

40

İş konuşmak için toplandığımız günlerden bir tanesinde Bahar ile kendimizi bambaşka konulara dalmış bulduk. Daldığımızın pek tabii farkında idik ama çıkışı bir türlü bilemedik. Sanki 40 yılın başı yaptığımız bir sohbette gibiydik. 40 yıllık bir dostla yapılan samimiyette ve tadda.

Takılı kaldığımız konuların ana konusu hayat ve bize sundukları idi. Yaşımız başımız idi.

Malum Bahar 3 ay sonra 40.yaşına basacaktı. Hani dönüm noktası denilen. İster erkek ister kadın farketmeyen. Hani farkındalıklarımızın arttığı, kendimizi daha iyi keşfettiğimiz, istek ve arzularımızın daha da netleştiği, hatta netleşmekten dolayı daha da keskinleştiği için artık hayatımızda bulunmasını istemediğimiz  kişi ve/veya şeylerle daha kolay vedalaşabildiğimiz, geride kalan zamanın daha az ve değerli olduğu varsayımıyla şimdiki ''an''ların daha kıymetli hale geldiği bir dönem. Hani adeta kılı 40 yardığımız bir dönem.

Hayır; daha ben 40 olmadan yaşamakta olduğum o dönüşümü Bahar 'a her gün hissetttirip, şaşırtırken-ama iyi ama kötü- acaba O ne hissediyordu, nasıl hissediyordu? Zira iş geliştirme toplantılarımız hızla kişisel gelişim toplantılarına dönüşmeye başlamıştı.

Bahar bu; ser verip sır vermezdi.Acaba 40 gün 40 gece sürecek olan merak içeren iç bayıcı sorularıma hazır mıydı? Hani Bahar 'ın 40 yıl düşünse aklına gelmeyecek sorularıma?

Cevaplarını bilmediğinden değil kendi deyimi ile '' Basit düşünmek ve yaşamak varken hayatı, neden 40 dereden su getirecekti ki ? ''

Ama O da gayet iyi biliyordu ki bir fincan kahvenin  bile 40 yıl hatırı varken, benim bu sorularımı ve sorgulamalarımı da iyi niyetle, elinden geldiğince, sabırla ve olgunlukla göğüsleyecekti. Hani bebeğinin 40'nın çıkmasını sabırla bekleyen bir anne gibi. Sonunda ise belki kendi farkındalığıyla  belki de benim zorumla sonunda haykırayacaktı '' Ohh be sonunda benim de 40'ım çıktı diye !!!''

Kimbilir..Yaşayıp görüp buradan da zaman zaman dile getireceğiz.

Sizin de fark ettiğiniz üzere; keramet sadece yaşın 40 olmasında değil keramet 40 sayısının kendisindeymiş aslında..40 sayısı nelere kadirmiş öğrenmek için buyrunuz bakınız ;

 http://tr.wikipedia.org/wiki/40_(sayı)


Bahar sayesinde öğrendiğim 'Hayat 40'ında başlar '' şarkısını da bu vesileyle sizlerle paylaşmak istedim..

40'ından sonra gerçekten İYİ ve GÜZEL yaşamınız dileğiyle..





10 Ocak 2013 Perşembe

Ana Yazım Kılavuzu


Yazmak zor işmiş hakikaten. Doğru düzgün, imla kurallarına dikkat ederek yazmak daha da zormuş.

Geçen gün evde bir ana yazım kılavuzu buldum. Önce hatırlayamadım nereden geldiğini ama sonra hatırladım.

Yıl 1998. Kurumsal hayatta son 10 senemi geçirdiğim Eczacıbaşı-Beiersdorf 'ta ki ilk günüm. Oryantasyon adı altında bir sürü evrak vs verilirken baktım ki  elime bir tane de ''ana yazım kılavuzu'' tutuşturmuşlar.

Daha Internetin olmadığı, e-postanın olmadığı, her türlü yazışmanın son derece resmi, altında çift imza ile yapıldığı zamanlar. Her türlü yazışmanın bir müdür tarafından imla hataları bakımından düzeltildiği zamanlar.

Hediye edilen ana yazım kılavuzunun görevi de bu yazışmalarda ki yazım kurallarını hatasız yerine getirebilmekti. Başka bir şirketin böyle bir şeyi şart koştuğunu zannetmiyorum. Bu kıymetli titizlik sanırım sadece Eczacıbaşı'na mahsus idi. İyiki de öyle idi.

Çok değil sadece 15 sene öncesinden bahsediyoruz.Ama şimdi işe yeni başlamış bir gence, Internet ile çocukluğunda tanışmış, hayatı kısa SMS ve tweet atmak olan bir gence hediye etsek ana yazım kılavuzunu ne düşünür acaba ? Hatta bunu çalıştığı bir şirket hediye etse? Hatta tüm iş amaçlı e-postaları üstleri tarafından gözden geçirilse.İmla hataları düzeltilse...

Şaka zannedilir değil mi ? Hiç öyle şey olur mu hemen yüzümüze vurulur ...


Not:Elimde ki kılavuza rağmen yanlış yazıyorsam da affola:))












9 Ocak 2013 Çarşamba

2013 Anahtar Kelimeleri-1

İster yeni bir seneye ister yeni bir işe ister de yeni bir hevese adım atarken artık önümdeki yolları tasarlamamaya çalışıyorum. Belli bir rota çizmemeye özen gösteriyorum. Sadece nasıl hissetmek istediğime odaklanmaya çalışıyorum..

Bu yeni bir ben.) 40 yaşına bir adım kala ben. Kendine ve içine daha dönük bir ben. Daha az mantık daha duygulu bir ben... Hani MFÖ'nün dediği gibi '' Duygu biraz duygu tüm istediğim buydu '' gibisinden.

Eskiden rota çizerken, plan ve hesap kitap yaparken, enine boyuna düşünürken hep ne olması gerektiğine, neden olması gerektiğine, ne için ve  kim için sorularına çok odaklanırken artık NASIL hissettiğim, düşündüğüm, beni her zamankinden daha fazla  çağırmakta...İçeriden ta derinden bir yerlerden.

Uzun süre kulak kesildim dinledim içimi. Bana nasıl hissetmek istediğime dair bazı anahtar kelimeler söylediler.  Hani İngilizce'de ki '' keyword'' denilenlerden.

Bundan sonra belli bir süre rehberim bu anahtar kelimeler olacak gibi. En azından şimdi'lik.  Zaman şimdi'nin zamanı. Anahtar kelimeler de şimdi'nin anahtarları..

1.Kayıt altına almak

Meşhur Ece ajandaları benim için çok kıymetlidir. Hayatımın en önemli 10 senesini kayıt altına aldığım bir ECE ajandam var.. Kendimi tam keşfettiğim dönemlere ait. Biyolojik yaşımın15, gönül yaşımın ise kederli olduğu zamanlardan. Aşk'ların meşk'lerin çok olduğu ama çoğunluğunun da platonik olduğu saf zamanlardan.

İlk yazım tam 23 sene önce, son yazım ise tam iş hayatıma başlamadan önce yazılmış olan. Sanki bir veda gibi. Sanki ergenliğime veya erken dönem gençliğime. İşe başlamadan tam önce, İstanbul'da ev tuttuktan hemen sonra.Tamam artık ben oldum dediğim, tamam artık gerek yok yazmaya, başlamalı hayatı yaşamaya dediğim zamanlardan.

O zamanlardan bu zamanlara iş güç, evlilik, çocuk çoluk derken tam 17 sene, hiç bir yere not düşülmemiş, kayıt altına alınmamış hiçbir yaşanmışlıklarım. Halbuki yazık olmuş; koskoca bir dönem, hislerim, duygularım, kim olduğum, kimlerle olduğum kayıt altına alınmamış. Halbuki ne de çok kıymetli zamanlarmış.Tam büyüdüğüm, anne olduğum, olgunlaştığım dediğim dönemler olan.

İşte bu sebeptendir ki artık yeniden kayıt altına almak istiyorum kendimi, yaşadıklarımı, hissettiklerimi, büyürken korumaya çalıştığım çocuk olan ruhumu. Kıyaslamak, akıllanmak, gurur duymak, hasret çekmek belki de vay be demek istiyorum yaşanmışlıklarımın her türlüsüne.

O yüzden de blog yazmak, yine mektup yazmak, mektuplaşmak istiyorum değer verdiklerimle. 40 yaşına 1 yıl kadar yaklaşan bir kadın gözünden bu defa. Kayıt altına alarak kayıtsız kalmamak adına. Hani yeni bir dönemime yelken açarken bu defa.


2.İlham'lanmak

Beslendiğimi biliyordum farklı kişilerden ve sohbetlerden ama sanırım uzak kaldım bir süredir bu isteğimden.Yeni sayfalar açabilmek yeni farkındalıklar yaratabilmek istiyorum hatta kişiye bağlı olmasada olan. Belki gördüğümden, belki yediğimden, belki de dinlediğimden etkilenerek hayran olma duygusunu daha fazla tattığım an'lardan oluşan.

Farklılıklara imza atan kişilere; ama başarıya ama başarısızlıklara, cüretkar yüreklerle, denenmemişi denemeye can atan kişilerle tanışmak ve hatta sadece dinlemek istiyorum.Ve sonunda ise tek bir soru sormak istiyorum kendilerine... ''NASIL hissediyorsunuz ?'' diye.

İstemek başarmanın yarısı derler.Yeni senede yeni bir proje karşımıza çıktı. ''İlham veren konuşmalar'' adı altında içerisinde karikatürist, müzisyen,modacı, yaşam mimarı, orkestra şefi olan bu değerli kişilerle buluşmak isteyen kurum ve kişileri buluşturmak istediğimiz.

Hani bu proje sayesinde tekrar ne kadar şanslı hissettiğimi bilemediğim:))

Hayran olma duygusuna aç biilaç, ilham alma peşinde koşarken ilham'ın tam da kendisini önümde bulmanın mutluluğunu yaşadığım..

3.Enerji

Geçen gün dostum Ömür dedi ki;
'' Geçen akşam 15 sene öncesinde çekilmiş bir  videoda seni izledik, fark ettim ki içindeki çocuk ruhun hala hiç kaybolmamış ''

Bu geribildirimi duyduğum an hissettiğim enerjiyi vücudumdaki her hücrem nasıl hissettiyse, 80 yaşıma geldiğimde de kıpkısacık saçlarımla, kendimi zıpır bir şekilde oradan oraya koşturan '' çocuk ruhunu '' kaybetmemiş yaşça tonton olsam da bedenen zayıf bir anneanne ve babaanne olarak görmek istediğimi fark ettim. Hani torunları ile gerektiğinde halen dans edebilen, gerektiğinde ağır aksak da olsa onlarla rekabet dolu işlere girişebilen. Enerjimi hem fiziksel hem de ruhsal olarak halen akıtabildiğim. Hatta damlatarak değil fışkırtırarak yapabildiğim.

Bu yüzden de bana hep  enerji verdiğini bildiğim şeylere daha da önem göstermeye kararlı oldum;
-bana meditasyon etkisi sağlayan sporun her türlüsüne  devam etmek,
-dinleyici olarak  müziği iliklerimde hissedebilmek,
-mega ülkeler iddialı şehirler, ezberden yapılmış, komfor odaklı seyahatler yerine  daha fazla keşif daha fazla oksijen, az çoktur'u deneyimleyeceğim  seyahatlere daha fazla gidebilmek,
-ne olursa olsun olumlu olmak, olumlu bakmak,tevekkül sahibi olmak,
-keşke dememek, harekete geçmek, çaba göstermek,

Uzun lafın kısası Macy Gray'ın bu şarkısında da dediği gibi ''hayat hem çok güzel hem de çok güzelliklerle dolu ''

Yaşamaya devam ederken çocuk ruhumuzu kaybetmemek ümidiyle ümitle dolsun yürekleriniz...












7 Ocak 2013 Pazartesi

Elveda İsviçre Saati...

Yeni seneye biraz hızlı, biraz dağınık, biraz öyle biraz böyle girdik.

Çok şükür sağlıklarımız yerinde aklımız beş karış havada olarak diyelim.

Yeni yıla değişiklik yaparak Ankara'da girdik. Aile büyüklerini ziyaret edelim dedik. Rehavet içinde uçağa atlayıp gittik. Gidiş o gidiş.

Uçaktan indik bavulları beklemeye başladık. Bekle Allah bekle; 2 bavuldan 1 tanesi çıkmadı. İlk önce ihale benim üstüme kaldı. Nerede olabilirdi çocukların bavulu? Halbuki elimi bile sürmemiş, çocuklarla birlikte arabadan inip havaalanının içine girmiştim.

Neden sonra fark ettik ki elimizde zaten check-in edilmiş sadece 1 bagaj fişi var...

Önce suçlu kim diye gözler süzüldü, sonra herkes kendini savundu. Sonra çözümler üretilmeye başlandı. Ama buna en çok bavullarına her türlü şeylerini koyan çocuklarım üzüldü. Hatta kızım olayı bayağı abarttı:) 2 akşam kalacağımız ve her türlü şımartılacağı dedesinin evinde kendini gereksiz yere yıprattı.(Kime çekmiş acaba?)

Bu arada İstanbul ile temasa geçilerek arama tarama çalışmaları başlatıldı.

Ya havaalanında arabadan indiğimiz yerde, ya da havaaalanında kontuar önünde ya da arabada kalmıştı. İki ihtimal vardı;ya başıboş valiz kategorisinde bomba imha ekipleri tarafından şüpheli paket damgası yiyecek ve gerekilen yapılacaktı ( ki düşünmek bile istemedim çocuklar açısından sonuçlarını !!) ya da sapasağlam bir şekilde  arabanın bagajında bulan valeler tarafından bayağı dalga geçilecektik.

Beklenen haber geldi. Sadece bizlere ithaf edilen özlü sözlerin kulağımızı çınlamasından anladık başımıza ne geldiğini. Arabadan sadece 1 bavul alıp arkamıza bile bakmadan ilerlemiş, diğerini arabada bırakmışız.

Ortam biraz yatıştı, gülüşmeler başladı. Gerginlikten değil içten. Uzun süre kendimize bu kadar gülmemiştik. Meğersem ne kadar kıymetli bir hismiş.))

Çağlar dedi ki '' İsviçre saati şaştı... ''

Dedim ki '' yıllardır saat gibi olduğumuz asıl kabahat ''

O yüzden de Sevgili 2013;

Tam da beklediğim gibi geldin. Pervasızca. Önce bizi sonra rutinimizi şaşırtarak.Ağız dolusu güldürerek. Ağzımızda hoş bir tad bırakarak...

İyi ki geldin, hoş geldin.. Çok beklemiş, çok özlemiştik biz bu an'ı ...




Not 1;Bu olay bize gösterdi ki bu kadar kısa seyahat için  bavula bile gerek yokmuş. Herşey, her zaman eksiksiz bir şekilde yanımızda olsun hissi ne kadar da yorucu imiş.

Not 2:Ankara'ya dair hislerimi de en kısa zamanda yazacağım..

Not 3: Yeni senenin benim için önemli kelimelerini de ayrıca paylaşacağım.




Elime yapışmış işler, yapılmak istenmeyenler

26 Aralık 2012 Çarşamba

Toskana Masalı

Günler torbaya girdi sanki.Tembellik ettik, laga luga ettik durduk bizim için diğer kıymetli olan en AN 2012 'leri yazmayı unuttuk.

Taa yeni yazmaya başladığım zamanlarda demiştim hayal mi gerçek mi bilinmeyen bir seyahat anlatacağım diye. İşte sıra geldi yazmaya bu seyahati. Nisan ayının ortaları. Başka bir dostumuzun 40.yaşı. Bu sefer eşlerimiz yanımızda, istikamet Toskana...

Olay sürpriz biz tamamen sürpriz. Çıktık geldik havaalanına.. Bu sürprizleri 5.defa filan yapmış olsak da nasıl oluyor da yapıyoruz bilmiyorum ama hepsine de halen sürpriz yapmayı, olayı sır olarak tutmayı ve yaşgünü sahibesini şaşırtmayı her defasında başarabiliyoruz..:))


Bu geziyi, bu 40.yaş gezisini sevgili karısı için pek sevgili bir dostumuz düzenledi. Hani Amazon misali. A'dan Z'ye. Şimdi usulca arkanıza yaslanın ve kendinizi hangi yaşanmışlığın hayal hangisinin gerçek olduğunu anlamaya bırakın.. Derim..Hani masal misali...


Gideceğimiz yer Toskana bölgesinin kuzeyinde; herkesin bildiği Pisa şehrinin dibinde, Floransa'ya 1 saat 15 dakika uzaklıkta, hayallerin ötesinde bir yerde. Gelgelim adı bir türlü aklımda değil. Ama amaç da zaten turistik bir gezi anlatmak değil. Bir seyahat keyfi anlatmak, yaşattırmaya çalışmak.

6 çift bindik uçağa.Verdik elimizi Bolonya'ya..)) 2 araç kiralandı. 1 'i minibüs -10 kişilik-diğeri bir araba. Eee malum her gittiğimiz yerden biz mutlaka 1-2 gün erken döndüğümüz için araba bizim için (Huyumuz kurusun..Çocuk çoluk, iş güç vardır hep bir şartlı durumumuz ) Neyse bindik arabalara, girdik destinasyonu GPS'e yaslandık arkamıza, çıktık yola.

İlk kazığı önce diğer minibüsü takip ederek yedik. Bizimkiler doğru yolu tutturamadığı için hiç abartmıyorum  4 kez Bolonya havaalanını sağımızda gördük!! Dalga geçtik, yuhaladık onları. Olmaz böyle şey dedik. Hırs yaptık. Kendimize fazla güvendik. Hele GPS'imize daha da fazla. 3 saat yol sonrasında kendimizi kiralanan ev'de hayal ederken hiç alakasız otobanlarda aynı giriş ve çıkışları 3 defa kullanırken bulduk. Hani bir film vardı;Groundhog day diye.. http://tr.wikipedia.org/wiki/Bugün_Aslında_Dündü

Her gün Bill Murray uyanır ve aynı günü yaşardı. Önceleri hoş'luk verir bu his ama sonra çıldırtır. İşte bize de aynısı oldu. İlk önce güle oynadık yolları karıştırınca, bir süre birbirimizi haince suçladık arabada, sonrasında ise koyverip gittik katıla katıla güldük hatta.

3 saatlik yol oldu bize 4-4.5 saat. Saat oldu gece 10.00. Diğer minibüs çoktan ev'e varmış. Kendisini önce  odalardan oda seçmeye sonra da evde halihazırda bulunan aşçının kollarına atmış.

Gece ev dediğimiz yere geldiğimizde durum biraz enteresandı. Ev dediğimiz yer 8 oda'lı, koca salonlu mansiyon denilen bir yerdi.


Bizden önce gelen herkes en güzel odaları kapmış bize nispeten daha küçük ve içinde tuvaleti olmayan odalar kalmıştı. Hem yolu bulamamış olmamız hem de oda konusunda kazıklanmamız ağrımıza gitse de ses etmedik oturduk donatılmış masaya. Mansiyona bizden önce gelmiş olan aşçılar bize olağanüstü bir sofra donatmış ayrılmıştı. Şarap desen gani. Başladık gevşemeye, sohbete, güzel müzik eşliğinde Toskana 'da bir gece. Nerede olduğumuzu henüz tam bilemediğimiz bir vadide...

Sabah kalktığımızda anladık nasıl bir güzelliğe geldiğimizi..Kalk borusu erkenden çaldı. Malum gün bisiklet günü idi. Yine mansiyona gelen aşçıların hazırladığı olağanüstü sabah kahvaltısını ettik ve düştük Lucca yoluna.

 http://en.wikipedia.org/wiki/Lucca
http://www.italyguides.it/us/italy/tuscany/lucca/lucca.htm
Ama bir farkla. Sıkıştık 10 kişilik minibuse 12 kişi. Omuz omuza gittik selametle her yere. Şöför Ahmet ha Nevşehir üzüm bağları (kendisi aslen Nevşehir'li idi ) ha Toskana fark etmez keyifle kullandı dev kasa minibüsü. Allah razı olsun dedik. Hayır duası ettik.


Eee İtalya 'ya ayak basalı beri deli gibi  yemeye başlayınca hareket şart oldu dedik ve Sienna'ya çok benzer Lucca kasabasına geldik. Gelmekle kalmadık her birimizin altına bisiklet aldık.Bir de başımızda rehberimiz. Başladık şehri bisiklet ile gezmeye. Herhalde 12-15 yaşından sonra bisiklete toplu binme kültürü olmayan bizlerde, tahmin ettiğiniz üzere kıroluklar hat safhada idi. Herkes birbirine bisiklete binme hünerlerini gösterdi, rehberin anlattıkları kimi zaman güme gitti, 2 el bırakılarak yokuş aşağı gidildi. En sonda ise düz bir alanda yarış. Hepsinde de ben vardım. Haylazlık, vurdumduymazlık, aymazlık denildiğinde oradaydım. Ne de keyifli olmuştu. Ta ki nazar deyip bisikletin pedalı bozuluncaya kadar. Son km 'lerimde süründüm resmen. Neyse olağanüstü bir gezinin olağanüstü bir öğlen yemeği mükafatı oldu.Yenilen ve içilenlerin tadının halen damakta olduğu.)


O gün malum gün yaşgünü günü..Eve dönülecek gece için hazırlanılacaktı. Aşçılar özel bir sofra hazırlayacaktı bize. Eve erken gidildi. Biraz dinlenildi. Sonra kurtlanan arkadaşlarımız, evin alabildiğine geniş bahçesinde -vadi de diyebiliriz- yoga yapmaya başladılar.)

Bendeniz protesto ettim. Hareketlenelim dedim. Birisinden top çıktı.( Gerçekten o top nereden çıktı???) Ve şamata başladı. Önce yakantop mücadelesi başladı. Kızlar ve erkekler ayrı ayrı. AMAN ALLAHIM. Biz küçükken adını kim nasıl yakıştırmış bilmiyorum ama bu oyuna adı kesinlikle 40 yaşındakiler tarafından verilmiş. Hele de o erkekler; nasıl da yaktılar canımızı, şişlediler vücutlarımızı. Bildiğin morardık. Ne kadar hırslandık ne çok can'lar alıp verdik. Sonunda sanırım pes ettik.Yok canım sadece bu oyundan pes ettik ve haddimizi bilmeyerek, kendimizi kesinlikle bilmeyerek, futbol maçına başladık. Bu sefer karma takımlar olduk. Takımlara kadınlar eklenince olanlar olur ya hani. Hani her takım daha da hırslı ve hırçın oynar. Kazanmaya oynar.Yenilgiye tahammülü olmaz. Ben diyeyim 30 dakika siz deyin 45 dakika amansız bir mücadele. Çelme, çekip yere düşürme, yalan dolan sonucunda gülmekten kapanmayan ağızlar, mutluluktan gülen kalplerle ortalama 40 yaşında 10 kişi pes etti. Ama değil yorgunluktan tamamen gülme sarhoşluğundan ve yapılan çirkefliklerden.

Uzun zamandır bu denli değil çocuk ruhlu çocuk olmamıştım ben. Günlerden ne miydi? İnanmayacaksınız ama 23 Nisan idi. Hani eski günlerdeki gibi.

Akşamına evdeki davete hazırlanıldı, merdivenlerden inen herkes ıslıklandı (wow anlamında ), masaya davet edildi. Amazon Hamit ( bu da sana yakıştı ne yapalım. A'dan Z'e sebebi ) herkesi kucakladı, oturttu karısını sofraya, kalktı kendisi ayağa, başladı sunum yapmaya. Şaka değil bildiğin SWOT yaptı. Tabiki W'si ve T'si olmayan bolca S'si, O'su olan.Çok keyifli, göz yaşartıcı, dokunaklı ve samimi..
Bu hisler bedenimin yukarısında yaşanırken birden baktım benim de bileğim zonkluyor.Bir de ne göreyim bileğim şişmiş o günkü çelmelerden, tekmelerden.Vücut salgılanan adrenalin ve seratonin ile fark etmemiş ama ne zaman vücut soğumuş ağrı ortaya çıkmış şak diye..O gecenin tek nazarı o oldu. Sohbet çok keyifli idi. Biraz da dokunaklı. Ama önce bisiklet sonra yakantop ve futbol maçı derken şarap üstü bol yemek gece sakince sonlandı.Ama tadı damağımızda, gülmekten kapanmayan ağzımızla...

Ertesi sabah yine erken bir kalk borusu düştük yola şarap tadımına. Şaka değil sabahın 11 'i başladık şarap mahsenlerinde dolaşmaya. Çok ama çok keyifli ve özel bir tadım yaptık. Hepimiz kendimizi sommelier sandık. Hem içtik hem not verdik, gelen ekmeklere saldırarak bir de zeytinyağlarını denedik...Herşey bu kadar mı lezzetli olabilirdi...


Sonuçta mükemmel bir deneyim ve keyif oldu. Hoş bir seda olarak hafızalarımıza kazındı. Bize özel olarak ayrılan hoş ve keyifli şarap tadımı yaptığımız odadan geriye bu görüntü kaldı.

Masraflar yapıldı, denenmiş şaraplar alınarak başka bir bağa gidildi orada da tadım yapıldı sonra da güzel bir öğlen yemeği ile taçlandırıldı.

O akşam bizim son akşamımız olacaktı. Ertesi gün grup Floransa'ya gidecek Uffizi müzesini rehber eşliğinde gezecek, yine güzel bir yerde yemek yiyecekti.Son günlerini ise Bologna'ya ayırmışlardı.

Bizim son akşamki yemeğimiz en vasat yemek olarak tarihe geçecek olsa da sohbet, şömine ve dostluk o kadar keyifli idi ki ne yediğimiz umrumuzda idi ne de servis. Biz hepimiz o akşam belki de ekmek yedik ama ruhumuzu başka şekilde besledik.


Ertesi sabah  erkenden yola çıktık.Yol boyunca yağdı durdu gökyüzü.Tam havalanına yakınlaşmıştık ki yağmur durdu, biraz güneş  kendini göstermeye çalıştı ve sonuçta ortaya uzun yıllardır görmediğim upuzun bir gökkuşağı çıktı.)

Dedim ya nesi hayal nesi gerçek bilemediğim; Güzel bir mansiyon, olağanüstü bir vadi, Toscana'nın kendisi, eve gelen Aşçı'lar, yenen yemeklerin lezzeti, sohbetlerin keyfi, atışmaların alası olan bir seyahatti...

Bisiklet, yakantop, futbol ve gökkuşağı derken ruhumu beslediğim; Bol tantanalı, bol dostluklu, sahici ve sıcacık bir 23 Nisan anısı oldu bize. Çocuk olarak değil  belki ama kazık kadar adam olmuş olarak..

Hani tam orta yaşımıza layık.

Hani tam dostumuzun 40.yaşına layık.



24 Aralık 2012 Pazartesi

Sadece 1 cümle yazdın AMA beni çok mutlu ettin...

Bir dostum var. Şans eseri tanıştığım. Bundan tam 15 sene önce. Hani böyle dost meclislerinde, gece gezmesinde ( o zaman gece hayatımız hem yoğun hem de hızlı olduğundan önemli bir vesile olurdu arkadaş ve/veya dost edinmek için ) vs değil, iş ararken tesadüfen tanıştığım.

Hani insanın çok çalışası olduğu zamanlarda, kariyer yapmayı hayatının tam da ortasına koyduğu zamanlarda tanıştığım. Çok iyi bir işim vardı aslında ama bana hiç uygun olmadı. Sürekli hesap kitap yapılan, insandan uzak, hata bulmaya çalışılan, hesap tutturmaya çalışılan.Yaratıcılık asla istenilmeyen, hatta olması makbul olmayan.Havalısından Audit denilen. Denetim diye Türkçeleştirilen. Çok çalışasım var, akıtasım var ama buna uygun bir işim yoktu o zamanlar. İş demek herşey idi o zamanlar. Kendini keşfetmek, kabul ettirmek, göstermek, takdir görmek, yükselmek demek, gelecek demekti çoğu zaman. Halen de öyle olsa yüklenilen anlamlar da ağırlıkları da zamanla değişti ister istemez..

Nasıl mı tanıştık bu şimdiki dostum o zamanki amirim/müdürüm ile ?  Resmi bir CV 'im sayesinde. CV'im yine bir tesadüfler sayesinde kendisine ulaşmış, O'da beni dikkate almış, görüşmeye çağırmıştı.Yaşım 24 !!!

Gittim görüştük. Sıcak ama mesafeli idi kendisi. Tam çıtır bir iş kadını. Yaş 30 bile değil ama pozisyonu çok değerli ve kıymetli. Kendisi gibi. Çok şık. Çok da yardımcı. Herhalde heyecanımı taa o zamandan anladı,siyah gözlük camlarının ardındaki gözlerimde ki hevesimi sezerek bana tamam dedi. Ne kadar zordu kolaydı bilemem ama ben tamam'ımı almıştım. Benim için o kadar önemli bir dönüm noktası idi ki. Pazarlama. Hadi diyelim Marketing' de daha havalı olsun. Marka ve ürünler ise halen göz ağrım...

İş'te böyle başladı bizim dostluğumuz. İş arkadaşlığı olarak. Hatta alt-üst ilişkisi olarak. Çok kısa sürdü alt-üst'lük zira hemen altüst ettik ilişkimizi ve dost oluverdik çok kısa bir zaman sonra. Ama ne çok zorladı bizi. Ne kadar çok istedi bizden. Çıtası her zaman çok yüksek idi.

Bizler hevesli, çalışkan, genç ve çoğunlukla da henüz bekar...Öyle bir ekip vardı ki. Şöhretler karması. Manyaklar karması da diyebiliriz. ( Hepsi kendini bilir, birazdan eminim yorum bile yaparlar !!) Çoğunluğu kadın. Oldukça iyi eğitimli. İdealist. Beklenti sınırsız. Hayat dediğin de ''iş ''; aile dediğin de '' iş '';  felaket olduğunda da ''iş'' olan zamanlar...1999 depremi olmuş herkes sabahtan koşarak işe gelmişti. Ait olduğu yere. Hani şans ve tesadüflerin bizi buluşturduğu yere. Sadece 1 dost değil birçok dost edindiğim bir de sonradan ortağımı bulduğum yere...

Peşpeşe çok paralel hayatlar sürdük sonradan da kendisi ile. İlk o ayrıldı kurumsal hayattan. Şimdi ki ortağım Bahar ile birlikte bir serüvene çıktılar. Beni de istediler de yanlarına o zaman ama sabah içilen kahve saatlerini tutturamadık.!!! Ben dedim ki çok çalışalım. Onlar dedi ki ''Aaa olmaz sabah kahvemizi içer, gerekirse çocuğumuzu okula bırakır öyle geliriz.'' Ben de ''Aaa nasıl olur ? Eğer her birimiz sabah kahvesini içer isek her sabah ayrı ayrı, hiç buluşup iş yapamayız '' dedim.Ve devam ettim kendi yoluma, kurumsal hayata. Çocukluk işte. Mükemmeliyetçilik işte. 

Zaman geçti, zaman benim içinde geldi. Pat diye bıraktım kurumsal hayatı.Yıl 2008.Tam krizden 2 ay önce istifa ettiğim, tesadüfen kriz koptuğunda ayrıldığım, şans eseri 2.çocuğuma hamile kaldığım bir zamanda ...Tesadüf işte. Lütuf işte...

Sonra tesadüfler hem dostuma hem de ortağım Bahar 'a farklı imkanlar sundu. Eski müdürüm, sonradan dostum tekrar kurumsal hayata geri dönmeye karar verdi hem de çok iyi bir fırsatı yakalayarak. Ee bana da gün yüzü doğdu. Ne de olsa hayattan bir ara'lık kopartabilmiş, 2.çocuğumu doğurmuş, hazırdım Bahar'a katılmaya.. 

Bu zaman içerisinde özellikle bu 3'lü arasındaki ilişki de çok farklı seyretti. Bahar demek '' yük almak '' demek oldu, çoğunlukla dert ortağı oldu biz diğer 2 kişi için. Ben ve dostum arasında ise zaman zaman eleştirilerimi sert yapmaktan dolayı keyifli atışmalar, O'nun keşkeleri'nin bana getirdiği afakanlar, benim O'na hissettirdiğim '' Bu kadarda olmaz 'lar, yok artık'lar '' daha da çoğaldı.Ama en saf duygularla, sevgi vardı çoğunlukla..

Genellikle ben ''bir işe kalkışacam, onu yapacam bunu yapacam dediğimde '' hep şaşırttım O'nu. Kimbilir yutkunmak zorunda bıraktım kimi zaman. Genelde benim yüksek duygularımın, coşkumun karşısında ne diyeceğini bilemedi bana. Şüpheleri arttı. Genellikle ''hadi bakalım'' dedi. Daha  edilgen daha izleyici. Daha sessiz kabullenici...

Ama bugün çok farklı bir şey oldu. Siz anlamasanız da benim için çok kıymetli. Bana bugün mesaj attı ve dedi ki '' 18'inden beri  yazmamışsın blogunda '' ... 

Bana kısaca ''hadi yaz'' dedi. Akıt içindekini dışındakini de. Gerekli olsun olmasın diye ima etti. Belki şaşırtılmak istedi, belki de zor yutkunmak. Kimbilir belki yine '' yok artık '' demek istedi...

Bilemem Elvan'cım beni hangi duygularla bugün yazıya çağırdığını. Ama nasıl bir enerji verdiğini, nasıl destek olduğunu anlatamam. 

Her gün konuşsak bile sizlerle yazı dilinde iletişim kurmanın benim için ki kıymetini bana geri hissettirdin...

Beni yazmaya, daha fazla hissettirmeye, enerji vermeye sevk ettirdin.

Sadece 1 cümle yazdın AMA bende çok şeyi değiştirdin.

Tesadüfen ve şans eseri bana belki enerji vermek istedin belki de güç. Kimbilir? 

Belki biraz teşvik etmek istedin veya cesaret vermek.

Beklenti yarattın, çıtayı yükselttin her zamanki gibi.

Sadece 1 cümle yazdın AMA beni çok mutlu ettin...

İyi ki hayatımdasınız. İyi ki varsınız...

Elvan' cım bir de bana bir milli piyango bileti hediye edersen bu yılbaşında daha da çok sevecem seni...Belki bana çıkarsa sana da veririm bir şeyler..Kimbilir ?? 


Hoş geldim!

Yeni yılın ertesi, annemin başka diyarlara intikal edişinin tam göbeği, oğlumun yeni yaşının hemen öncesi bir zamanlardan merhaba! Uzun bir ...