20 Kasım 2014 Perşembe

Guru İpek

Yaklaşık 1,5 ay oldu NYC'dan döneli ama izleri halen devam etmekte. Anca sindirdim belki de yaşadıklarımı yazmak o yüzden şimdiye kaldı.

Bir kere Bradley Cooper 'in etkisi halen devam ediyor. Tesadüf bu ya tanıştıktan 10 gün sonra Twitter hesabı açtı. Durur muyum? Hemen twit attım.'' Bana halen bir fotoğraf borçlusun'' dedim. ''Belki yakın zamanda İstanbul 'da görüşürüz'' gibilerinden bir şeyler geveledim.140 karakterde bitirdim tabi ki. Twitter'da profilimde fotoğrafım yoktu, hemen tanıştığımız geceki saç modelimin aynısı olan bir foto buldum, beni daha kolay tanısın diye profil fotosu yaptım. Ve gelecek cevabı beklemeye başladım...

O gün bugündür cevap bekliyorum!!!! Bu arada -tam 10 gün içinde- twitter aleminde kuş olup uçtu gitti;kendisine hızlıca bir instagram hesabı açtı ve yoğun bir instagram kullanıcısı oldu( Instagramın önlemez cazibesine kapıldı haliyle) Therealbradcooper'dan takip edebilirsiniz kendisini.


Benim O'na gönderdiğim mesaj ise aklına kazındı. Hayır şaka değil; bir gün İstanbul 'a gelirse, çıkarım yine karşısına. Kimbilir belki de olurum yanında...Şaka canım şaka.

....................................................................
Arada sırada da bahsettiğim üzere yaklaşık 1,5 senedir düzenli denilebilecek kadar bir rutinde yoga yapıyorum. Özel bir hocadan; arkadaşlarımla birlikte. 

Yoga; önce bedenimdeki sınırlarımı yok etmemi; sınırsızlığı öğretti bana. Eğer bir hareketi yapabileceğime kafaca inanırsam bedenimin de yapabildiğini kanıtladı. Beden ve zihnin mükemmel uyumunun nelere kadir olduğunun ufak ipuçlarını tattırdı. Yoga felsefesinin derinliklerine şu an dalmak istemesem de, yüzeyinde dolaşmaktan memnun olsam da ;ufak tefek denemeler yapmaktan da geri durmuyorum. 

İstanbul 'da dolaylı olarak tanıdığım yogilerin NYC 'de takip ettikleri, hatta takip ettiklerinden ziyade muridi haline geldikleri bir guruyu deneyimlemek istedim oradayken. Öyleki,bu kişiler düzenli olarak bu guruyu ziyaret ediyor; ondan yeme içme reçetelerini alıyorlar (pek tabi vejeteryenler), gurunun söylediği zaman dilimine göre yaşamlarını kurguluyorlar. Sadece bu kısmını bilmek ve  duymak bile benim için olağanüstü bir saygıyı ve merakını da beraberinde getiriyor. 

Öykünmek, yüceltmek, hayran olmak gibi yüce duygular beslemiyorum bu kişilere. En yoğun hissettiğim olsa olsa; bu rutini devam ettirebildikleri için saygı duymak ve başkalarını bu denli etkileme gücüne sahip guruyu daha yakından tanıma merakım olur. Oldu da. Önce internetten zamanı bana uygun olan bir derse kayıdımı yaptırdım , sonrada kalktım gittim Dharma yoga merkezine.http://www.dharmayogacenter.com

NYC 'nin oldukça merkezi bir yerinde; geniş bir stüdyoda, haftaiçi öğlen saat 12.00' de, -bu zamanda da kimler gelir diye merak ettiğim bir saat diliminde- bu denli karma bir grubu görmeyi beklemiyordum. Kalabalığa ve çeşitlilliğe neden şaşırdım ben de bilemedim. En nihayetinde NYC 'nin temsili profili orada bulunmaktaydı. Her milletten,ilk bakışta hemen özgünlükleri ile dikkat çeken bir profil bulunmaktaydı. Vücutları; manken kıvamından uzak    ama ilerleyen dakikalarda -anladım ki -elastik kelimesine yeni anlamlar kazandırmış olanlardı.

Bu denli karışık ama kendinden emin grubun içerisinde bir de ben vardım. Hemen kendime en arkada bir yer buldum ve meraklı gözlerle izlemeye başladım. Heyecanlıydım, biraz da çekingen. Ama umutsuz hiç değildim.


Başladıktan tam 5 dakika sonra '' Bizim yaptığımız asanalara hiç benzemiyor, ama neyseki fena değilim uyum sağladım '' dedim.

 7.dak. guru ile göz göze geldik. ''Yandım beni fark etti'' dedim.Zira yavaş yavaş gruptan kopmaya başlamıştım.

20. dak.''Allahım ne zaman bitecek bu ders; ne işim var diye '' pişmanlık duymaya başladım.

25. dakikada sağıma , soluma alenen bakıyordum. Hareketleri anlamıyor, onlara bakarak yapmaya çalışıyordum.

40 yılda bir bildiğim bir hareket oluyordu da onu yapıyor olmaktan mutlu oluyor, gururlanıyordum.''Yok ya iyimiyim neyim'' havalarına giriyordum. Sanal bir sevinçti ama olsun.

Bu aşamaya kadar guru tam 3 defa yanıma gelmiş, her birinde hata bulmuş öğretmen edasıyla bana bir takım laflar ediyordu. Hevesim yavaş yavaş sönmeye, orada bulunduğum her saniye için pişman olmaya başlamıştım ki bir hareketime koca salonun taaa orta yerinden bağırararak '' Ha ha ha... ellerin ne kadar da komik duruyor öyle deyince '' inamamadım. Önce kulaklarıma inanamadım; sonra guruya baktım ve emin oldum ki beni gösteriyordu, sonra ellerime baktım; evet yanlış duruyormuş ama sınıfın orta yerinden herkesin içinde azarlanmayı da hak etmemişti. Hayır yanlış vs olsa da koskoca gurunun elleri ile beni gösterip dalga geçmesine inanamamıştım. 

Ne de olsa kendisi bir guru idi ve müritleri kendisine hayatlarını teslim etmiş, ne derse onu yapıyorlardı.O ise kalkmış benim elimle dalga geçebilecek kadar sığ bir davranışa kendini mahkum etmişti.

Artık tepem atmıştı ama diğerlerine olan saygımdan çıkıp gidemedim. Maalesef  daha koca bir 30 dakika vardı dersin bitimine. Sabır ve tevekkül içerisinde dersin bitimini bekledim; sağımı ve solumu izleyerek ki bu yoga da kabul edilemez bir durumdur. Herkes elinden gelen en iyisini kendi yoga mati üzerinde yapmaya çalışır. Çalışmalısın, denemelisin der yoga felsefesi. Bir seyir ortamı yoktur. Herkes içindekinin en iyisi olmaya çalışır.

Neyse izlerken ortamdaki insanların kendilerini gösterme çabalarına, hakikaten bir sirki andıran iddialı pozlara bakakaldım. Bu arada guru bence beni kast ederek '' pratik hayattaki en önemli şey. Vazgeçmeyin yapın'' demeye devam etse de benim için hiçbir şey ifade etmedi. Öğrencisine takan sevimsiz bir hocadan bir farkı olmamıştı benim için. Heves kırıcı uslübu ve küstahlığı ise kalbime kazınmıştı.

Toplam 1,5 saat süren dersin son 10 dakikası shavasanaya ayrılmıştı.Tam yırttım, artık gevşeme ve rahatlama zamanı dedim ve guru yanımda bitti. Ayaklarımı sarsıyordu, ellerimi kollarımı çekiştiriyordu. Halen kontrollü olduğumu görünce de '' yeterince gevşek değilsin, kendini daha fazla bırakmalısın, adeta bir ölü gibi olmalısın '' demeye devam etti. 

Doğru bir tespit olmasına karşın, yeterince gevşemeyişimin sebebinin kendisinin olduğunu söylememe gerek yoktu.

Ders bitti; arkama bakmadan koşar adım çıktım stüdyodan. Kafamı bile kaldırmak, kimse ile göz göze gelmek istemedim.

Sadece asansör beklerken aşağıdaki resim çarptı gözüme. Oha dedim.

'' Tamam boyumu aştı belki ait olmadığım bir dünyanın kapısını erken aralamışım'' 'dedim. Özeleştiri yaptım.

Ama bir şeyi tekrar çok derinden hissettim. 

Guru dediğin kişi de etten ve kemikten yapılmış, halen fani dünyanın nimetlerinden faydalanan, sizin benim gibi bir fani ise ; bu kadar ciddiye almak neden ? 

Bu denli müridi olmak, reçetelerini 1-1 koşulsuz uygulamak; aklı, sağduyuyu, kalbi dinlemeyi bırakıp , sadece O'nu dinler hale gelmek, O'nu koşulsuz yol gösterici kabul etmek NEDEN ? 

Sentezlemek varken; koşulsuz kabul etmek, koşulsuz itaat NEDEN ?

Hiç egosu olmaması gereken, Guru mertebesine gelmiş bir kişinin salonun ortasından '' ha haa ellerinde ne kadar komik duruyor  ? '' diyerek ego dilinden konuşmasına tanık olduktan sonra ben de kendimi guru ilan ettim. Müsadenizle. Oldum. Bitti.

Guruluk taslayacağım alanımı henüz belirlemedim ama olsun. Birkaç vaade de onu da sizlere bildiririm.

Sevgiler
Guru İpek. 




Bu arada aşağıda Temmuz 2014 'de kendisi ile yapılmış bir röportaj var. Biraz uzun olmakla birlikte izlemenizi isterim.

Merak edenlere bir not; Guru Sanksritçede '' öğretmen '' veya '' usta '' anlamına geliyormuş.Özellikle de Hint dinlerinde kullanılıyormuş.Kaynak: Vikipedi

Gurunun ismi ise ; Dharma Mittra.


http://www.youtube.com/watch?v=-yI0u1sL9sc

9 Kasım 2014 Pazar

Orası ODTÜ


Anlatmayı hep çok sevdim ben. Bildiklerimi, bilmediklerimi, yeni öğrendiklerimi. Kalbimden geçenleri. İkna etmeyi.
İlkokulda bebeklerimi dizer anlatırdım okulda öğrendiklerimi. Ortaokulda ise günlüklerime anlattım hissettiklerimi. Uzunca bir süre ise arkadaşlarım dinledi anlatmak istediklerimi. Ta ki iş hayatına başlayıp kendi sahnemi yaratana kadar. Tam 18 senedir arada ufak tefek kesintiler olsa da anlatmaya devam ediyorum ben. 

Önce kendime ait olmayan, yönetmekte olduğum uluslararası markalar için; son 4 senedir ise kendi geliştirdiğimiz, yarattığımız hizmetlerimiz için. Dinleyicilerimiz, seyircilerimiz, ürün veya hizmetlerimizi deneyimletmek istediklerimiz hep değişti; sahada çalışan marka destek ekiplerinden şirket CEO'larına; yöneticilerimden yönettiğim ekiplere kadar çok farklı dinleyicilerim oldu. Kimi zaman çok heyecanlandım, kimi zaman kendimi tekrar ettim, çoğunlukla karşımdakilerden hep bir şey öğrendim kimi zaman ise keşke daha iyi hazırlansaydım dedim ama neticede bir şeyler anlatmayı, dinlenilmeyi ve karşılıklı etkileşimde bulunmayı hep çok sevdim. İz bırakmayı da. Her zaman iyi olmasa da. 

Ama bu son defa tecrübe ettiğimiz benim için  çok farklı idi. Başka izler bıraktı, başka kapılar açtı yüreğimde. 

Bu seferki sahnemiz;

Yer; ODTÜ
Fakülte; İİBF ( İktisadi ve İdari İlimler  Fakültesi)
Program; Girişimcilik Sertifika Programı
Katılımcılar; Girişimci olmak isteyen ODTÜ'lü lisans, lisansüstü, mezun, halen aktif profesör olan, Teknokent çalışanı vs gibi oldukça karma bir grup.

Sahnedekiler;
ODTÜ İİBF İşletme '95 mezunu ortağım Bahar ve
ODTÜ İİBF Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi '96 mezunu ben...

Konumuz; Girişimcilik için en önemli unsurlardan  yaratıcı ve yenilikçi düşünme için araç ve yöntemler.

Toplam saatimiz : 10 saat

Bu sene 2. defa gidişimiz bu iş için ODTÜ 'ye. Ama ancak dank etti kafamıza yarattığımız etki, yaptığımız iş ve karşımızdaki beyinlerin farklılılığı ve kıymeti. Hele ki hevesleri. Birde sivri dilleri. Ders anlatırken ellerinde telefon olmasını önce yadırgadım; ekrandaki slideların fotoğraflarını çekmelerine şaşırdım ama en çok şaşırdığım ders bitince oldu. Ders esnasında söylediğimiz şeylerin çoğu twit atılmış eş zamanlı. Bizler de hashtagleri olmuşuz dolayısıyla. Eskiden dinleyicilerimizin ne kadar etkilendiğini, iyi bir iş yapıp yapmadığımızı kendileri söylemedikçe anlamakta zorlanırdık. Şimdi daha kolay; duyduklarından etkileniyorlarsa twitter'dayız; eğer yeni bir şey anlatmıyorsak, ilgi çekmiyorsak, ya çat diye söylüyorlar ya da derse gelmiyorlar. Karneniz  bu kadar kolay geliyor artık elinize. 

3 günün sonunda karnemiz ''pek iyi''. 18 yılın bence en güzel karnesi. Bütün emeklerimin en değerlisi. 18 sene önce kapısından çıktığım, şimdi dünyanın en iyi 85. üniversitesinde karşımda en eleştirel, en anarşist, en rocker, en gerçek Türkiye'yi her zaman temsil eden, birbirinden kıymetli pırıl pırıl beyinler bana, bize emeklerimizin boşa gitmediğini hatta daha fazlasını yapmamız gerektiğini yüzümüze öyle bir çarpıyor ki mahcup oluyorum.

Mahcup oluyorum onca yıl ki bencilliğime. ODTÜ'lü öğrenci okutmaktan öteye geçmeyen desteğime. Halbuki onlar danışacak akıllar istiyorlar, tıpkı bizim gibi bu yollardan daha önce geçmiş. Ellerinde geçmişe göre daha fazla imkan var ama  endişeleri de var. Orası Ankara. İstanbul'u halen Wall street gibi erişilmez bir dünya olarak görüyorlar. Erasmus vs gibi programlarla dünyayı tecrübe ediyorlar ama ruhları da cepleri de halen temiz. 

Nasıl da unutuyor insan. Nasıl da düşüyor peşine paranın, bürünüyor insanın ben'cil haline.

Orası ODTÜ. Halen Marksist düşüncenin yaşatılabildiği bir yer.

Orası ODTÜ. Halen Devrim'de sloganlar atılıyor, halen direnişçi ruh kendini her yerde belli ediyor. 

Orası ODTÜ. Halen otostop çekiliyor. Yeşil parka en çok orada görülüyor. 

Orası ODTÜ. En çok aşık orada. Kütüphane köşesinde de , yeşil çimenlerde de, kantinlerde de. (Bizim zamanımızdan  daha çok gibi geldi Bahar ile bana:)

Orası ODTÜ. Herşeyin ilklerini yaşadığım yer. 

Orası ODTÜ. Halen tuvaletler kötü ve pis. 

Orası ODTÜ. Midterm öncesinde kütüphane hınca hınç dolu.

Orası ODTÜ. Sonbaharın en güzel hali.Central Park halt etmiş yanında. 

Orası ODTÜ. Ülkemizin en berrak beyinleri, geleceği, umudu orada. Umutlular da. 
Çıkış yolları beyinlerinde hevesleri yüreklerinde. 
Öğrenciler ama farkındalar.
Alternatif üretmeye çalışıyorlar.
Girişimci olmayı deniyorlar.
Tek bildikleri çok çalışmak. 
Ama yollarını aydınlatacaklara, fikir vereceklere, fikirlerini tartışacaklarına ihtiyaç duyuyorlar.


22 sene önce girdiğim kapıdan başka hislerle çıktım bu defa. Sadece hislerde kalmayacak aksiyona dönüşmesi gereken misyonlarla dolu bu defa.

Eminim daha iyisini yapacağıma. Yapacağımıza.

Değil mi Baharım, ortağım?


Orası ODTÜ. Benim çok şey borçlu olduğum yer.

Kayıt altına alınmalı.Her bir köşesi.

Kütüphaneden ...

İlk rektör adına ...

 Devrim stadyum


Devrim 'de düğün...



ODTÜ'den halen en yaygın araç...



 ODTÜ 'de layık olmayan bir kariyer fuarı.










14 Ekim 2014 Salı

Dilemeye devam...

''İsteyin yeter. ''

''Kalpten dileyin yeter. ''

''Evrene mesajınızı gönderin yeter. Tabii ne dilediğinize de dikkat edin ''

der bilimum kuantum fiziği, kişisel gelişim, olumlu düşüncenin gücü vs gibi konularla ilgili kitaplar.

Eğer ben de bir gün kitap yazarsam dilediğim herşeyin -imkanlı imkansız - başıma nasıl geldiğini, ben de yarattığı tarifsiz izleri kimi zamanda güçlü dileklerimin bendeki tahribatlarını anlatmak isterim. Anlatmaktan öte kitaplarda yazılan şeylerin imkanlı olduğunu  paylaşmak isterim. Kimbilir  belki de ikna etmek istediğimden yazmak isterim.

Ama eğer  burası ''an'' a dair herşeyi akıttığım bir mekansa; şimdilik bırakalım geçmişi, şimdiki zamandaki ''an'' a odaklanalım. Şimdiki zamandaki kalbimden geçirdiğim dileklerime...

Haziran 2013, Batı Yakası ABD

Bir kafede oturmuş elimdeki dergiye bakarken çok beğendiğim Bradley Cooper'in oturduğum kafe bölgesinde tam 5 gün önce görüldüğünü okudum. Normaldir değil mi celebrity dediğimiz kişilerin Amerika'nın özellikle belli bazı bölgelerinde karşımıza çıkması. Bizim olmasa da  o bölgede yaşayan halkın sıkça karşılaşabileceği hatta sırad''an''laşabileceği '' an''lardır böyleleleri. Bunu okuduğum an, çıkarttım telefonumu, çektim haberin resmini, yazdım dostum Elif'e bir mesaj;

'' Ben de göreceğim Bradley Cooper'i. ''

Dedim demesine ama tam 10 gün sonra benzer dergilerin tekinde Wimbledon tenis turnuvasında görüldüğünü okudum. Ben daha Batı yakasında idim. Olmayacak bu iş dedim. Ama sadece O an olmayacağını düşünmüştüm.

Ekim 2014, Doğu Yakası ABD 

4 sene sonra ilk defa tekrar gidiyordum Doğu Yakasına. Benim için hep farklı bir anlamı vardır
NYC' nin ama o  ayrı bir yazı konusu. 1-2 güne. Şimdi gelelim sadete.

2 çiftiz NYC'de. Beyler iş gezisinde eşler tamamen ilham peşinde. İlham bol. Hepsinin de peşindeyiz maşallah. Ama dediğim gibi kalsın az sonraya.

Bir gece yemek sonrası otele dönerken otelin önünde flaşlar patlayınca dedim ki ''hemen gelin, birileri var.''

Otelin lobisine yürüyen merdivelerle çıkıyorsunuz. Tam merdiven başında, önümde önce uzun boylu siyahi, modele benzeyen kıza odaklanmaya çalıştım. Kim olduğunu çıkartmaya çalışırken kafamı kaldırdım başka bir modeli gördüm. Ama O'nu hemen tanıdım. ''Cara Delevigne '' Beyleri çoktan arkada bırakmış arkadaşım Burcu'ya seslendim. O sırada yürüyen merdivende çoktan modelin yanına gelmiş; resim çektirip çektiremeyeceğimizi soruyordum. Nazikçe hayır dedi. Kırılmadım ama merak duygusu oluştu. ( Genelde de hiç meraklı değilimdir !! )

Hoş, çıtı pıtı bir kızdı. Sıradışılığı bir tek bere takmış olmasıydı. Onun dışında sıradandı.




29 Eylül 2014 Pazartesi

Doğru zaman, doğru insan


Şu anda Bahar ile oturmuş iş yaparken birilerinin e-mailini bulmaya çalışırken karşıma çıktı bu mail. Neredeyse tam 1,5 sene önce yazılmış. Benden Ümit'e gitmiş. Modacı Ümit Ünal 'a. Modacı kimliğinden öte benim için bilge aklı ve yüreği ile ağzından bal akıtan sohbetleri ile hayatıma başka anlamlar katmış ve öyle iz bırakmışlar ki bende O'na bunları yazmak, hissettirtmek ve paylaşmak isteği uyandırmış. Uzun zaman oldu görüşmeyeli kendisi ile. Zamanı var belki de. Tekrar yollarımızın kesişmesine.

Hep dediğim gibi tesadüf mesadüf. Doğru zamanda doğru insan çıkmalı insanın karşısına. Ümit gibi. Nice değer verdiğiniz kişiler gibi.


''Ya Ümit ben tesadüflere çok inanırım. Benim için tesadüflerin hep çok anlamı olmuştur. Öyle böyle değil. Bir gün anlatırım.

Sen de bence benim hayatıma tesadüfen girmiş birisi olamazsın. Her konuşmanda, yüreğini her açtığında başka bir çekim alanı yaratıyorsun inan.

Bu yeryüzünde; çok az kalmış, ender yürekli - gerçek anlamda yürekli - güzel insanlardan birisin. Lütfen önce sen kendi kıymetini çok iyi bil.

Ben şahsen her geçen gün, seni daha iyi tanıdıkça inanıyorum ve tüm kalbimle biliyorum ki daha fazla  yüreklere dokunmalısın. Ama kendini yormadan. Azar azar arada çoşarak. Ben herbirimizin bir misyon ile bu dünyada varolduğunu düşünüyorum.

Senin misyonunda bence ; kimi zaman yüreklere ÜMİT IŞIĞI saçmak; bazen kişileri sarsarak kendilerine ayna tutmalarını sağlamak, samimi olmayan yüzlere, kalplere samimiyetin ne olduğunu ŞAK diye  vurmak, kimi zaman fani zevklerin, arzu ve ihtirasların peşinde koşanlara çelme takarak kendine gelmelerini sağlamak ve daha sayamadığım ve çok az insanda var olduğuna inandığım   yeti, sezi, zeka, pırıltı, kalp, yürek, cüret ve cesaretin birleşiminden daha büyük bir şeye sahipsin.

Çok şanslısın. Ben de seninle tanıştığım ve bunları yüceltebildiğim için çok şanslıyım..!!



17 Eylül 2014 Çarşamba

Canım kızıma mektup-11. Yaş

Canım kızım Ela'm,

Aslında sana hergün kafamda mektuplar yazsam da yaş dönemlerinde bunu kayıt altına almak çok daha anlamlı oluyor sanırım. Nedendir bilinmez ama  yaz bitip de yeni yaş dönemine girdiğin şu günlerde sana dair herşey çok daha belirgin oluyor. Belki de yeni bir mevsimin geçişinde yeni bir sen oluyorsun. Halbuki neredeyse 10 sene önce sen bak nasıldın:))


11. yaşına bastığın bugün ; sana dair neler hissettiğimi , sana dair gözlemlerimi aktarmak istedim. Her yaşgününde yapmak istediğim gibi.

Öncelikle son 6 ayda inanılmaz bir şekilde uzadın. Bazen ergenliğe dair beni kuşkulandırsan da fiziğinin ötesindeki halen çocuk olan aklın beni biraz daha zamanımız olduğuna dair ümitlendirmekte. Boyuna ve posuna bakarak söylemem gerekir ki  aslında fiziki olarak bana benzemiyorsun. Uzun bacakların rahmetli annemden, geniş omuzların ise hem benim annemden hem de babandan sana miraslar. Bana çekmediği için çok şanslı özelliklerin var; Güzel saçların, göğe uzanan kirpiklerin ve kaşların... Gelişmiş damak tadın ve iştahın ise ortaya karışık ama maalesef bunu kontrol etmek  senin her zaman gelişmeye açık yönün olacak gibi canım annecim.

Genç kızlığa adım adım yaklaştığın bu zaman diliminde her geçen gün kendini biraz daha tamamlayarak daha bir ''sen'' oluyorsun. Kimliğini üzerine daha çok yakıştırmasını öğreniyorsun. Hep doğru davranmıyorsun ama yanlışlardan ders alıyorsun. Çaba gösteriyorsun. Doğru davranmanı değil öğrenerek gelişmeni her zaman çok takdir ediyorum, sen de bunu çok iyi biliyorsun.

Benim için çocuk olmak önce '' koşulsuz şartsız önce bencil olmaktır ''. Önce kendini inşa etmelisin sağlam temeller üzerine ki hayata karşı sağlam durabilesin. Sanırım bu süreçte kendini daha iyi hissettiğin bir döneme girdin zira daha az bencil davranıyor,  etrafına karşı duyarlı olabiliyorsun.

Başkalarının duygularını keşfetmeye ve anlamaya daha açıksın. Hatta kimi zaman isteklerinden ödün  bile verebiliyorsun. Senin için ''sen'' kadar artık önemli olan başkalarını da açık ara keşfettin. Arkadaşlarını. Senin tabirinle  ne koşulda olursan ol ''satılmayacak olan arkadaşlarını ''

Arkadaşlıklarında önce her türlü adımı ilk karşıdan beklesende bir kere emin oldun mu onların yüreğinden ve sevgisinden; sen de açıyorsun kendi imkanlarını ve sunuyorsun koşulsuz şartsız elindekilerini. Başak burcu böyleymiş ne yapalım annem...



Anne kız olarak aynı değerlere sahip olmak kadar beni mutlu edecek başka bir şey olamaz bu dünyada...Benim için de arkadaşlarım her daim çok özel oldular, ben de gerçek dostlarımı hiç satmadım hayatta. Hiç hayal kırıklığına da uğratmadım onları. Sen de eminim öyle bir dost olacaksın.


Hayattaki en kıymetli dostum,

Bu yaş döneminde iyice belirginleşen başka bir özelliğin ise hayata karşı hevesli ve tutkulu olman. Okuldaki öğretmenlerin de, tenisteki antrenörün de , anne ve baban olarak bizler de aynı kanıdayız. Başarı, para pul vs değil ama heves ve tutkularının insanları geliştirdiği, ilerlettiği, dönüştürdüğünün bu yaşımda deneyimleyen ben bu konuda da gurur duyuyorum seninle.

Zira dünyanın en zekisi de olsan, dünyanın en iyi okullarında da okusan;  hevesin olmazsa yeni şeylere, yeni yerlere, yeni keşiflere nafile. Güç bulamazsan kendinde, inanmazsan yüreğine ne uzar ne kısalırsın annem bu dünyada. Gerçi okyanusları geçip derede boğulduğun zamanlar çok olsada genellikle senin okyanusları geçmeye hevesli halini gördükçe içim biraz daha rahatlıyor.

Derede boğulmamak ise bence senin bu hayattaki en büyük sınavın...Bu konuda sen, kendin, hevesin, azmin ve yaş aldıkça artacak farkındalığın başbaşasınız bu zorlu sınavda. Sana senden başka kimsenin yardımcı olamayacağı bir alan burası. Kendine küçük ve de  önemsiz dertler bulup büyüttüğün, abarttığın bir yer burası. Bil ki yanı başındayım her zaman ama bu derdini çözebilecek olan kendinsin yine annecim...

Hedeflerin var her daim. Hedeflerini arkadaşlarına bakarak oluşturuyorsun. Tıpkı 11 yaşındaki ben gibi. Aşağıdaki resimde ortada oturan 11 yaşındaki ben. Resimdeki toplam 6 kişinin 5'i olarak daha geçen aylarda 40. yaşımızı kutlamaya gittik bildiğin üzere. Ve yine bu 5 kişiden hayatım boyunca çok şey öğrendim. Kimisi eğitim hayatıma kimisi de kişisel gelişimime dolaylı katkıda bulundular. Her zaman çok yakındık ama bir o kadar da rekabet halindeydik. Onlar sayesinde çok iyi ortaokul, lise ve üniversite hayatlarım oldu. Ben de eminim onlara çok farklı şekilde ilham vermişimdir...Umarım seninde hep kıymetli ve örnek alabileceğin özelliklere sahip arkadaşların olur hayatta. Bazen sen bazen de onlar sana ilham vererek ilerletirsiniz birbirinizi bir ömür boyunca.

Gelelim aile hayatına. Çekirdek ailene özellikle de babana ve kardeşine çok düşkünsün. Benim adım senin nezdinde ''baş öğretmen''. Bu rolümden yakınsan da biliyorum ki aslında sende benimle gurur duyuyorsun, zorlayıcılığımı sevmesen de, sana ışık tutarak yolunu aydınlatmamdan memnunsun. Zira tek söylediğin şey su son 2 senedir '' işime karışma anne ''. Sınırların doğru çizilmesi çok önemli zira sen her daim sınırları zorlamayı seven asi ruhlu bir savaşçısın. Bu yüzden sık sık çatışsak da biliyorum ve hatta eminim ki armut eninde sonunda dibine düşecek. Sadece biraz zaman geçmesi gerekecek. Senin deyiminle ''atarlanacağım'' günler var önümüzde annecim. Az sabret.


Çekirdek ailen dışında Orhan deden senin herşeyin. Çok kıymetlin. Koşulsuz sevgiyi gürül gürül akıtanın. Seni gerçek anlamda şımartanın. Her şeyi sana ilk olarak almak isteyenin. Aslında daha ilk günden O haklıydı...Sadece kabullenmem zaman aldı. Sen hık demiş de dedenin ve kendi ailesinin  burnundan düşmüştün. Duruşunuzdan, beceri yelpazesine, hevesli oluşunuzdan, kibrinize her yönüyle benziyorsunuz. Bana ise 11 senenin sonunda bundan gurur duymak kalmakta. Bilirsin ben de dedeni ayrı bir severim. Umarım senin de  en az O'nun kadar severek ve tutku ile yapacağın bir mesleğin olur annecim. 

Sana bu hayatta verebileceğim en kıymetli ve özel hediye ise;yanındaki yakışıklı kardeşin. 
Senin misyonun dünya ise O'nun misyonu da ''sen '' sin. Sana koşulsuz sevgi veren, yetmez durup durup seni öpen, seni örnek alan bir o kadar da seninle rekabet halinde olan bu küçük adam eminim ki ileride senin için çok dünyalar yaratacaktır. Kıymetini bilmeni dilerim annecim.
Fark ettim ki aslında senin için şimdiden  özel adamlar olmuş kendi küçük dünyanda...O adamlar sana koşulsuz sevgi sunarken ben de her daim sırtını yaslanabileceğin, kökleri çok sağlam olan bir ağacım adeta...


Nice mutlu senelere canım kızım... Hayatta her şeyin gönlünce olmasını dilerim. 
Seni çok seviyorum.
Baş öğretmen annen...

4 Eylül 2014 Perşembe

Suret


Son 6 ay içerisinde birbirinden çok farklı ve çok özel 3 seyahat yaptım. Biri çocuk çoluk ailemle, biri kocam ve dostlarımla bir tanesi de 35 senelik hayat arkadaşlarımla idi. 
Marakeş, Amsterdam ve İtalya...

İzleri silinmeyecek, duyguları hiç kaybolmayacak cinsindendi hepsi. Tüm seyahetlerimde beni en çok etkileyen ışık, doğa, gökyüzü ve sonucunda ortaya çıkan renkler oldu. 
Kimi soluk, kimi çok renkli, kimi tezat, kimi çok ahenkli kimi loş renklerdi. Bazen göz açtırmadı bazen de öyle sarardı ki etraf şaştım kaldım. Bildim ki hepsi beni yansıttılar. 

 Denizde ki hareket ise ruhumun yansıması oldu. 
Kimi zaman durgun, kimi zaman taşkın kimi zaman ise  
 başka güzellikleri yansıtmak için ayna olabilen.

Bulutlar ise çoğunlukla görselliğin anlamını vurgulamak için oradaydılar. Sanki günlük hayatımda taktığım akseuarlarım gibiydi. Bazen iddialı bazen de varlığıyla yokluğu bir olan. Ruh haline göre değişen cinsten. Hani bazen daha karamsar bazen daha iyimser.


Bu fotoğrafların hepsi benim. Görünmüyorum ama oradayım. Her bir fotoğraf anındaki duygularımı tasvir edecek kadar güncel farkındalığım ve duygularım.

Bu seneye dair kayıt altına alınsınlar istedim. 5duyum'daki suretlerim olmalarını istedim. 

Son 3 kare de ise ailem. 

Ben yokum ama aslında izleyenim.

Gözlemleyenim.

Durup arkalarından hem kollayan hem  düşünen hem de şükredenim.

Ve tüm bunlar sonrasında aslında her fotoğrafta kendimi görebiliyorsam eğer ben; anladım ki taa derinden
insanın her zaman kendisini keşfetmek için kendi suretini görmesine gerek yok aslında. 


*** Bu arada suret 'in islam felsefesinde, varlığın görünen yanına, beş duyu ile algılanan yönüne verilen ad olduğunu öğrendim.Bu da tam da buraya, 5 duyum'a cuk oturdu.


































22 Temmuz 2014 Salı

Endişeli mutluluk

11 sene önce ilk çocuğumu kucağıma aldığımda duymuştum bu lafı.Yakın bir arkadaşım da benden 5 ay önce doğurmuş ve '' artık bizi endişeli bir mutluluk hali '' bekliyor demişti.

Kalbimiz kendimiz dışında bir başkası için artık atacağı için  mutluluk halimiz de endişeli ve kaygılı bir mutluluğa dönüşmüştü. Hani şimdi onlar mutlu diye mutluyuz da bakalım yarın da kalbimiz böyle atmaya devam edecek mi ? diye.

O zaman 30 'larımın tam başında olan ben; endişeli mutluluğun ben halini deneyimlemiştim. Bencil halini.

40 yaşımdayım. Keşke hep ''ben'' halini yaşamaya devam etseydim bu endişeli mutluluk halinin diye düşündüğüm bir zamandayım.

Zira gerek toplumsal gerek de küresel olan bitenler hepimizi; hepimizi olmasa da duyarlı ve kalbi atmaya devam eden herkesi endişeli mutlu haline büründürdü. Hatta çoğu zaman endişeli ve kaygılı çok az zamanlarda gerçekten mutlu olabilen bizler için  ''huzur'' hepimizin peşinden koştuğu bir kavram oldu sanki.

Ama ne yalan söyleyeyim; ben halimden sıyrılabildiğim için çok daha tam hissediyorum kendimi. Her daim mutlu olmaya bile tercih ediyorum bu bencil olmayan halimi.

Olan bitene üzülmekle birlikte çok endişeli olmamaya çalışıyorum, az korkuyorum.
Duyarlılığım hiç bu denli artmamıştı sanki.
Kendimle uğraşmaktan çıkıp başkalarını daha çok düşünür olmak bana çok iyi geliyor.
Sanki enerji çemberim genişledi. Görüyorum ki benim gibi düşünenden ziyade hisseden çok arkadaşım var etrafımda.

Zira düşünmek çok daha pasif bir eylem ama hissetmek daha aktif ve paylaşımcı geliyor bana.
Başlamak bitirmenin yarısıdır lafı eskide kaldı.
Benim için artık '' hissetmek başarmanın yarısı ''

Biliyorum zor günlere gebeyiz.

Her dönem gibi.

Endişeli mutluluğun kıymetini bilmek bile lüks gibi.

Hep söylediğim gibi ; herşey göreceli.

Hakkımızda hayırlısı.

Sadece benim, bizim için değil.

İnsanlık için.















14 Temmuz 2014 Pazartesi

Çığlık

Uzun zaman oldu yazamayalı...Aslında sadece buraya yazamadım. Yoksa aklıma hep yazmaktayım.

İş güç, çoluk çocuk, 18'inde İzmir'den gitmek için elimden geleni ardına koymayıp İzmir'den kaçıp; 40'ında ''yandım Allah'' diyerek bir nebze de olsa tekrar toprağıma yakın olabilmek adına son 2,5 aydır tamamlamaya çalıştığımız  bir yazlık derken  istediğim kıvamda kendimi dökemedim...

Dökemedikçe sinirlendim, sinirlendikçe hey heylendim, başkalarına çıkıştım, sonunda çığlık atma noktasına geldim. Tam çığlık atmak istemiştim ki en son ne zaman çığlık atmıştım diye düşünmeye başladım.

Çocuklarımın başına gelen bir şeye mi; korktuğum bir şeye mi; dünya kupası maçlarına mı diye düşünürken birden gülümsedim. Gülümsemekle kalmadım bayağı mutlu oldum.Vay be dedim. En son nerede çığlık attığımı aklıma geldi. Çığlığın bir adeta bir meditasyon kıvamında deneyimlediğim ''an ''ı tekrar hissettim.Yalnız değil binlerce kişiyle aynı anda çığlık atmanın enerjisini tekrar yaşadım.

Sonra hemen; kendimi  hem tekrar tekrar şaşırtmak hem de  kendimden geçmek için attığım çığlığı ve koşullarını tekrar yaşamak ve hatta sizlere de yaşatmak için ekteki videoyu sizlerle paylaşmak istedim...


Çekim kalitem çok komik.Ama inanın nasıl tutacağımı bile bilemedim Robbie'yi o denli yakın görünce sahnede. Olsun varsın, böyle geçsin kayıtlara.

Attığım çığlığı buraya yüklemek bile  bu yazlık belde de günlerimi aldı desem abartmış olmam.
Teknik imkansızlıklar olmuş olsa da; tekrar benim yazmaya başlamış olmam bile bir nevi rutine girebilmiş olduğumu göstermekte.

Sizlere de tavsiyem; çığlığınızı bile kayıt altına alın.

Size iyi geleceğine, sizleri gülümseteceğine hatta kahkaha attıracağına eminim.



26 Mayıs 2014 Pazartesi

Ağız tadı

Bu haftasonu gazete eklerindeki tek konu; milli stresle baş etme yöntemleri idi. Psikologlardan Dr'lara, kişisel gelişim uzmanlarından beslenme uzmanlarına kadar birçok kişi bu topraklarda başımıza gelen onca  talihsiz kazalara karşın akıl sağlımızı nasıl korumamız gerektiğine dair öneriler vermişti. Siyasi kutuplaşmada cabası.


Önce kendi akıl sağlığımızı koruyarak sonra başkalarına yardımcı olmamız gerektiğini öğütleyen yazıların birtanesinde; halihazırda Soma 'da maden kazası sonrasında görev yapmakta olan travma psikoloğu İbrahim Eke;

-'' Kendimizi koruyabilmemizin, sakin kalabilmemizin en önemli yollarından biri rutinlerimiz.Onları aksatmalıyım,onlara sarılalım.Yemekler düzenli yenecek, uyku düzgün uyunacak ve mutlaka spor yapılacak. Fizyolojik yapıyı sağlam tutmadığımız zaman duygu sağlığı da bozuluyor. Herhangi bir kriz olduğunda fiziksel aktivite kesilir.Bilgi kanalları karmaşaya döner. Duygular öfkeye kilitlenir. İnançlar körleşir. Kendi kaynaklarımızı güçlü tutmak zorundayız. ''  demiş...

Bu ahval ve şerait içinde herkes maalesef ehh işte. Çoğumuz karamsar. Bazımız gitmek istiyor. Kimimiz böyle geldik böyle gider diyor. Kimimiz de banane diyor...

Herkes ama herkes istisnasız etkileniyor. Etkiliyoruz. Etki bırakıyoruz. Farkında olarak veya farkında olmayarak. Aslında hayattaki en değerli şeyimizi; değil sağlığımızı değil paramızı pulumuzu; gün be gün ağız tadımızı kaybediyoruz. 

''Kaybolması veya geçici olarak hizmet dışı durumuna gelmesi saçmasapan ve kocaman bir boşluk yaratır'' diye tarif edilmiş ağız tadı kutsal kitabımız Ekşi sözlükte...

Damak tadımızı değil ağız tadımızı yitirirken aslında biz; yiyoruz içiyoruz bir şekilde  ama ruhumuzu doyuramıyoruz bir türlü. Ki böylelikle ruhlarımızda, yüreklerimizde kocaman boşluklar yaratıyoruz.

Ben bu boşlukları rutinimde sarıldığım işlerle doldurmayı başarabilen bir kişi olsam bile etkilenmemem mümkün değil. Belki de o yüzden dinlediğim şarkılardaki sözlere daha fazla anlam yüklüyorum, ümit ve umudu da bir çocuklarımın gözlerinde bir de şarkılarda buluyorum.

Böyle bir an'da duydum bu şarkıyı.Hemen shazamladım. Yeni bir şarkısıymış Sezen 'in.Ben iyi bir Türkçe pop dinleyicisi olmamama rağmen hemen dikkatimi çekmeye başarabildi, sözleri beni gülümsetti, şevk verdi.

Sezen 'den 5duyum için bir şarkı isteseydim ancak bunu yazardı diye hissettirdi.:)) Bu da benim şansım oldu. Blogumdaki hislerimin, sıkça tekrar ettiğim kelimelerim bir şarkıda, hem de neşe ile raks edilecek bir şarkıda kendini buldu.

Dinleyin bakalım, sizde aynı hisleri hissedecekmisiniz ?

Gelenlere gidenlere,
Gönülden sevenlere,
Ümidi yeşertenlere,
Bir şiirden süzerek,
Ekmeği bölüşerek
Hayatı yüceltenlere,
Kavganın barışmanın,
Zamanla yarışmanın,
Değerini bilenlere,
Doğanın düşüncenin,
Hayatın hakikatin,
Önünde diz çökenlere,
Selamlar olsun,
Şerefine kalksın bütün kadehler,
Selamlar olsun,
Çok yaşasın yaşasın yaşasın,
Hep yenilenenler,
Elbette denize nazır,
Kalbimiz....




20 Mayıs 2014 Salı

Sözün bittiği an'lar


Şu son zamanlarda yaşadığımız toplumsal travmaların yanısıra bireysel olarak da üst üste; sevdiğim, dokunduğum, geçmişimde veya güncelimde paylaşımlarda bulunarak  kıymetli an'lar yarattığımız sevdiklerimin kimilerinin hastalık kimilerinin de kayıp haberleri ile sarsıldım maalesef.

Böyle zamanlarda yaşanmış an'lar sözün bittiği an'lara bırakıyor kendini maalesef. 

Ateş önce düştüğü yeri yakıyor malum. Ama sonra o ateşin sıcaklığını bir şekilde hissetmiş olanlar da nasibini alıyor bu yokluktan. Hatta bu ateşi hiç hissedememiş bile olsan hissedebiliyorsun yokluğun yokluğunu çekenleri. Bireysel veya toplumsal fark etmeksizin.

Şu son zamanlarda hep aynı soruyorum aslında ''Kim için üzülüyorum ? Giden için mi yoksa geride kalanlar için mi ?'' 

Sadece kendime sormuyorum aslında bu soruyu. Çok sevdiğinin ardından gözyaşı döken herkese yöneltiyorum...

Ne de olsa gidenin gittiği yerin nasıl bir yer olduğunu bilmiyoruz. Daha iyisini yaşıyorsa üzülmek boşuna. Öyleyse kendi yoksunluğumuz, noksanlığımız, özlemimiz  için üzülüyoruz çoğu zaman. Peki bu bencillik mi ? o zaman diye deşmeye devam ederken buluyorum kimi zaman.

Her defasında ; hayatın bu sarsıcı ama bir o kadar da gerçekliği karşısında kendimi, taleplerimi, mutluluklarımı, yersiz endişelerimi bir nebze daha hizalarken buluyorum. 

Hani çocukların dişlerine ortodontik sorunlar yüzünden tel takılır ve belli aşamalarda o tellerin sıkılığı dişleri aynı hizaya getirmek için biraz daha sıkılır ya işte aynen öyle yapıyorum ben de kendime, taleplerime...

Yaş aldıkça biraz daha bırakıyorum sanal dertlerimi; sıkılan tel misali. Hizalıyorum gerçek taleplerimi, isteklerimi. İhtiraslar ilk elden hemen eleniyor. Yersiz endişeler de. Çoluk çocuğa dair egosal talepler bile o denli sırıtıyor ki bu zamanda...Hemen üstü cart diye çiziliyor. Gelip geçici değil kalıcı bir şekilde üstü çizildikçe samimi oluyor. O zaman gerçek hizalanma vuku buluyor. 
Yoksa cart diye yapan çok ama samimi olan yok. Yani lafta kalan, her kayıpta sarf edilen, samimi olmayan mış'ları yaparak mış 'ca yaşayan çok.

Ateş düştüğü yeri yakıyor.

Ama sende eğer o ateşten bir şekilde nasibini aldıysan çok daha kolay yapabiliyorsun bu hizalanmayı.

Basiti daha iyi anlıyorsun. 

Basit yaşamayı da.

Basiti yaratmayı da.

Gelecekten de basiti bekliyorsun.

Basitin gelecek olduğunu biliyorsun belki de.

Görmüş geçirmişliklerin yolunu öyle bir aydınlatıyor ki ''farkındalığın'' sayesinde yanlış yola sapma ihtimalin her geçen gün azalıyor.

Huzuru daha kolay buluyorsun böylelikle.

Hizalanarak.

Aşağıdaki fotoğrafı ilk gördüğümden beri kendime çok yakıştırdım. Sadece nasıl bir yazıda akıtacağımı bilememiştim.

Her geçen gün basiti daha fazla arayarak yaş almak ve neleri yapabilmek istediğime dair çok güzel bir imge oldu benim için.

Yüzündeki huzur da cabası.

Bu dünyadan başka diyarlara doğru yola çıkan herkesin de böyle ''huzurla '' ve '' ışıkla'' gidebilmesi dileğiyle,

Yolları ışık olsun; ışıkla ve huzurla dolsun...





7 Mayıs 2014 Çarşamba

Manifesto

Geçen aylarda anlı şanlı 40.yaşımı doldurdum. Ruhen uzunca bir zamandır 40 yaşıma hazırlanmakla birlikte biolojik olarak da sonunda 40 yaşıma bastım.Fiziksel olarak göz çevresi, göz altı ve göz kenarları dışında fena değil durum.

Beyazım yok gibi bir şey. Kayıtlara geçmeli. Genetik mirasımdan hiç mutlu olmayan kızım  40 yaşımda beyazlarımın  olmadığını bilmeli ki ileride eğer bir şey olursa sorumluluk benden gitsin.))

Çok özel bir dönem yaşamaktayım.Yüceltme dönemi. Bugüne kadar beni ben yapanları, hayatımın  dönüm noktalarına  tanık olanları, iyisiyle kötüsüyle benimle büyüyen herkesi yüceltme dönemi.
Çok şanslıyım. Çoğunluğuna fırsat buldum. Yani teşekkürü borç bilme anlamında. Onlara teşekkür edebilme anlamında. Çoğu yanıbaşımda idi ifade edebildim, kimisi uzakta idi mektup yazabildim ama onlarca kişiye dediğim gibi duygularımı ve şükranlarımı sunmak istedim.

Ve sonunda da bir manifesto yayınlamak istedim.

40 senenin manifestosu. Muhasebesi değil. 
Çıktısı.
Yaşanmışlıkların.
Denenmişliklerin.
Sevginin.

Kayıtlara geçsin isterim. Çocuğum çoluğum benim 40 senelik manifestomu bilsin istedim.

MANİFESTO

1.İyi gün dostları olmalı insanın hayatında...Kötü günde herkes kendi vicdanını rahatlamak için koşar başkalarının yardıma. Düşenin dostu olmaz derler halbuki düşünce insan; rahat eder herkes, bir nevi ohh çeker. Kim iyi gününde senin kadar seviniyorsa, seni iyi gününde yüceltmeyi biliyorsa gerçek dostun olmalıdır hayatta.

2.Annenin bacak boyunu, babanın attığı bakışla mum gibi olduğumuzu hatırlayan dostların olmaya devam etmeli hayatında...Ki onlar sana kim olduğunu, nasıl bir ailede nasıl bir sevgi yumağı ile büyüdüğünün aynası olabilmeliler hayatında.

Kökünü unutturmayanlar yüreğinde esas kök salacaklardır hayatında.

Ama haksızlık da yapmak istemem. Bu dönemlerime yetişemeyen dostlarımın da aileme dair bilgisi, merakı ve  hatırşinazlığı benim için çok kıymetlidir. Her gün görüyor olsam bile bana ailemdeki kişilere dair hal hatır sormayan, ilgisi ve merakı olmayan kişilerle de harcadığım zamanı azaltmanın vakti gelmiştir. Derhal yapıla.

3.Anaç dostların olmalı çevrende her daim. Bilmelisin, ayırt edebilmelisin o dostunu. Annen öldüğü an ilk kimi arayacağını tereddütsüz bilmelisin bu dünyada.

4.''Fahişe bile olmaya karar versem vardır bir bildiği dersiniz benim için, etiketlemez, ayıplamaz beni sevmeye devam edersiniz '' dedi  35 senelik bir arkadaşım. Benim için daha güzel bir ifade olamazdı. Zaten etiketleyen, ayıplayan, eleştiren, şekilci kişilerle yollarımı çoktan ayırdım. Şans eseri kalanlar olduysa da bu cümleyi onlarda da test edeceğim ki gerçek dostlarımla yoluma devam edebileyim. Bu konuda ciddiyim...

5.İstismar hep cinsel olarak algılanır ama istismarın en çok karşılaşılanı aslında duygusal istismardır. Hepimiz ya ailelerimizden ya da arkadaşlarımızdan yükler taşımaktayız aslında. Bazen farkında olarak bazen farkında olmayarak...

Bize bilerek yüklenilmek istenen, '' aa senin için en sevdiğin yemeği yaptım gelmezsen çok kırılırım''  '' kaç gündür nerelerdesin hiç sesin soluğun çıkmadı '' '' geçen gün aklımdan geçtin ne yapıyorsun diye ama arayamadım '' gibi eveleyıp geveleyen yetmez senden sonsuz beklentisi olan ve  sen vermedikçe kılını bile  kıpırdatmayan kişilerle olan ilişkilerini- ister ailenden ister de yakın arkadaş çevresinden- kademeli şans vererek, sınırlarını çizerek idare etmelisin. Ama sınır ihlali olduğunda ise vicdanında elveriyorsa eğer hızla uzaklaşmalısın öbür tarafa. Vicdan meselesi mühim ama derin. Bir başka zamana.

Yüreğini hissedenlerle devam etmelisin yola. Senin yüreğini hissedenlerle. Kendi yüreğinin de farkında olanlarla. Şeklen kusur bile etsen, bir kere yüreğinin sıcaklığını hisseden;vazgeçemeyeceğini bilmeli senden. Senin de ondan vazgeçemeyeceğini bildiğin gibi.

6. 40 senelik ömründe; bölsen bile hayatını evrelere, her bir evrene tanıklık edenler olmalı hayatının içinde. Çaba göstermelisin onlar için. İlişkini, iletişimini, sıcaklığını devam ettirmelisin. Sen onlarsın aslında. Koparsan eğer onlardan kendinden kopmuş olursun aslında. ''Koptuk gitti, kimbilir nerede? '' diye sorduğun  kaybetmiş olduğun kendindir aslında.

7. Babanı yüceltmeyi hep bilmelisin bu hayatta. Ne olmuş olursa olsun, 3. sayfa haberlerine bile çıksan halletmelisin O'nunla olan meseleni. O'nun olan iletişim kaliten sana çok iyi erkek arkadaşları ( dostlar anlamında ) boyfriend'ler ve uzun ve sağlıklı bir karı-koca hayatı getirecektir.

Ne olursa olsun, kendi aileni bile kurmuş olsan, hissetmelisin babanın desteğini arkanda...Çocuğu, çoluğu, kocayı  bırakıp NYC'a giderken de, kız kıza tatile giderken de bilmelisin seninle gurur duyduğunu, keyiflendiğini. Hayatını yaşadığın için, bağımlı olmadan ilişkiler yürütebildiğin için.

8.Yemeyenin malını yerler demiş atalarımız. Ben ise başta kendim sonra da çocuklarım için diyorum ki  '' yaşamadığınız, denemekten korktuğunuz hayatınızı sizden alıp yaşarlar ''.

Yaşamalısın bu hayatı ve  önüne getirdiklerini. Yoksa nasıl kendimizi tamamlarız ki bu dünyada? Nasıl gelişiriz? Nasıl daha hoşgörülü, esnek oluruz? Nasıl sevgimizi çoğaltırız? Nasıl tam oluruz? 

Kütük değiliz ki biz. İnsanız. Kimi yerde eğilip bükülmeyi, kimi zaman savrulmayı, kimi zamanda yerle bir olmayı bilmezsek  biz nasıl biz oluruz ki ? 


9. İdare etmeyi bilmelisin bu hayatta. Herkesi. Ananı babanı, kayınvalideni, ablanı, abini, çocuğunu, yeri geldiğinde dostunu, kocanı, ortağını. Değer biçmelisin onlara. Seçtiklerin olduğu için, sırf sana bahşedilmiş  hediyeler oldukları için sevmelisin onları.
Onlardan yana mutsuzluğun varsa eğer kendinden de mutlu değilsin demektir. O zaman işe önce kendinden başlamalısın. Deşmeye de, yermeye de, eleştirmeye de...Kendine yapamıyorsan eğer bunları; başkalarına da haksızlık etmemelisin o zaman.

10.Çocuk ruhunu kaybetmemelisin bu hayatta...Sokakta yorgun argın giderken karşına çöplerden saçılmış bir karton süt kutusu bulursan eğer atlamalısın üstüne; patlatabilmek için. Eski günlerdeki gibi. İçinde süt varmış, üstün başın süt olmuş önemli değil. Zira attığın kahkahayı, yaşadığın ve yaşattığın ''an'' ı anlatmak için varsın bu dünyada belki de.

Bir nevi hikaye yazmak için. Hikayeyi yaşamak için. Kendi hikayeni oluşturmak için. O yüzden kendi hikaye kurgumuzu seçmeliyiz bu hayatta. Nasıl bir hikaye yaşamak istiyoruz? 
Melankolik, maceracı, dingin, fırtınalı, debdebeli, etliye sütlüye karışmayan, her 10 senede bir yeni bir sayfa açan vs vs.. İyi kötü demiyorum. Nasıl'ını bilmeli, seçtiğimiz hayatın farkında olmalıyız diyorum.Başrolünü kimin oynayacağını bilmemiz gerektiği gibi.

Gelelim benim hikayemin başrol oyuncusuna...Zaman O'nu yüceltme zamanı.Zaman O'na teşekkür etme zamanı...

Yüreğine, kalbine ve sonsuz cömertliğine hep hayran oldum. Azmine hep saygı duydum. Çocuk ruhunu hep çok kıskandım. Çocuklarımın babası olduğun için hep çok şanslı hissettim.

Beni koşulsuz sevdiğin ve bana her daim hem destek olup hem de tahammül edebildiğin için çok müteşekkirim.Kalpten teşekkür ederim.
40 yıllık hayatımda annemle geçirebildiğim süre kadardır seninleyim. Benim için kocaman bir adam olduğun kadar kocaman bir dünyasın.

İyi ki varsın. 







Hoş geldim!

Yeni yılın ertesi, annemin başka diyarlara intikal edişinin tam göbeği, oğlumun yeni yaşının hemen öncesi bir zamanlardan merhaba! Uzun bir ...