30 Nisan 2020 Perşembe

Görece işte...



50 yaşındaki arkadaşım, Türkiye dışında yaşadığı ülkedeki Covid sonrası durumu, çalıştığı kurumun web sitesinde değerlendirmiş sonra da ''Büyüklerimizin dediği gibi zaman her şeyin ilacı'' diyerek yazısını bitirmiş.

Okur okumaz gülümsedim. 50 yaşına yaklaştığımız bu zamanlarda, kendimiz hayat denilen zaman yolculuğunda epeyce yol almışken zaman her şeyin ilacı lafının referansını halen büyüklerimize bıraktığımız için gülümsedim.

Kimbilir belki de o kadar büyümemişizdir?
Büyümek hem kime göre neye göre ?
Hayat işte.
Görece işte.

---------------------------------------------------------------------------------------------

Sıradan günler, olağanüstü zamanlar ...Ne tezat bir şey değil mi ?
Zaman olarak olağanüstü durumlar yaşıyoruz ama günlerimiz çok sıradan.
Halbuki gün de bir zaman değil mi ?
O zaman sıradan olan şey aynı zamanda nasıl olağanüstü olabilmekte?

Yıllar önceki bir görüşmemizde, sevdiğim bir Türk tasarımcısı, ''sıradan olmak çok zordur.
Sıradanlığı başarabilen az insan vardır '' demişti.

O zaman için bir anlam ifade etmese de Covid virüsünün sebep olduğu şu zamanda bu konu beni hayli düşündürttü...

Sıradan bir güne uyanmanın kendi içerisindeki mucizelerini görmeme vesile oldu.
Dinlediklerim, izlediklerim, okuduklarım, mutfakta yaptıklarım hep ama hep farklı. Yeni bilgiyi, deneyimi lıkır lıkır içiyorum.
Zamanımı yönetme biçmim bile değişti.
Zamanı yönetmemeyi öğreniyorum.
Zamana teslim olmaya çalışıyorum. Halen teslim olamasam da.
Gün içerisinde bazen dizi bile izliyorum. Bu benim için zamanı verimli kılmaya vargücüyle , oldurtmaya çalışan bir kişi için çılgınlık seviyesinde bir başkaldırı.
Geceleri çok geç başlayan -mesela gece 00.30 gibi -sosyal medyadaki canlı yayınlara katılıyorum. Benimle birlikte bağlanan 50.000 kişi gibi amaçsız ama kollektif yaşanan bir ana tanık oluyorum.
Gece yatışlarım gece 02.00- 02.30 buluyor ki üniversite yıllarında bile gece dışarı çıkmadıysam  geç yatamadım ben. Uykuma yenik düştüm hep.
Sanki evin yetişkini ben değilim de yeniliği deneyimleyen ergeniyim gibi hissediyorum.
Kızıma, oğluma çok geçlere kadar ellerinde telefon oturmamalarını söylüyorum ama onlar görmeden kendi sıradışılıklarımı yaparken yakalıyorum kendimi ...

Sıradan bir günün veya gecenin duyguları da deneyimlettikleri de hiç sıradan olmuyor böylelikle.
Sıradanlığa yüklediğim anlam değişti böylelikle.
Sıradan olabilmenin keyfini çıkartmaya başladım.

Bence bir çoğumuzun mutfağında hamur işi açarken , yaparken de duyduğu his bu...
Biz 21. yüzyıl kadınlarına hep beyin gücüyle yapılabilecek şeyler kodlandı, sıradışılık iş hayatı, meslek hayatı ile ilişkilendirildi.
Sıradanlık mutfaklarından çıkmayan, el becerisi yüksek annelerimiz ile ilişkilendirildi belki de . Ben ve arkadaşlarım gibiler ise aklımızı kullanarak ister evdeki yardımcılarımıza havale ederek  ister dışarıdan sipariş ederek mutfak ile ilişkimizi yapılandırdık.
Mutfağı küçümsedik, başkalarını aklımız ile etkilemeye verdik kendimizi.
Bu bizim sıradanımız oldu.

Şimdi ise mutfağı, hayatın başka kalbini, tadını tuzunu  keşfettiğimizden belki de evreka çığlıkları atıyoruz mutfaklardan.
Sıradan olmayı yüceltiyoruz böylelikle.
Olağanüstü zamanlarda sıradan olmayı öğreniyoruz.
Sıradan olmayı başarmaya çalışıyoruz.

Büyümek, başarmak, sıradan olmak...
Hem kime göre neye göre ?
Hayat işte.
Görece işte.

2 Nisan 2020 Perşembe

Yeni bilgi...


Kaçıncı yazıp yazıp silmem. Aklıma düşenler bile hızlıca gidiyorlar. Arkalarına bile bakmadan. Bende de durdurmaya çalışma hali pek yok. Onlar gidiyor, yeni düşünceler , duygular hızla yerini dolduruyor.

Tam oturuyorum dökmeye içimi ; bir bakıyorum onlar da gitmiş.
İçimde sürekli bir devinim.

Müzik ki dinlemeyi çok severim sakinleştiremiyor zihnimi.
Eski ve bildik şarkılar iyi gelir her zaman. Hizalar beni. Yıllar öncesindeki döngüme götürür bir güzel ama hızla da bugünüme ve anıma geri getirir. Bol şükürle.

Ama şu an bildik ve eski, dinlemeye doyamadığım şarkılar bile dinginleştirmiyor nefesimi.

Nefesim daha hızlanıyor sanki.

Karşıma çıkan şarkılar, aklıma düşenler, kalbimden geçenler hiç nefesimi sakinleştiremiyor.

Nefesimi kesen, sakinleştirenler fark ettim ki hiç şu ana kadar dinlemediklerim. İzlemediklerim. Bilmediklerim.
O zaman dikkat kesiliyorum.
Odaklanıyorum.

Şaşırıyorum. Şaşırmak beni sakinleştiriyor.

Böylesine hiç yaşanmamış bir döneme hiç dinlenmemiş müzikler iyi geliyor.
Şaşırmak da...

Enteresan diziler veya kitaplar okumakta iyi geliyor. İyi gelenlerin ortak özelliği; biyografik veya gerçek hikayeleri aktarmaları. Fantastik geçmekte olan bu dönemde beni topraklıyor gerçek bilgiler.

İnanılmaz hızla öğreniyorum, ilginç bir şekilde odaklanıyorum, merakım ve dikkatim en üst düzeye çıkıyorum.
Eskiye hatta çok eskiye ait ama bana ''yeni bilgi ''olan ve beni şaşırtan her şey bana iyi geliyor.
Geçen akşam yakın bir arkadaşlarımızın önerisi ile zoom üzerinden bilgi yarışması yaptık mesela. İnanılmaz iyi geldi.
Bilmek ve bilebilmek değil ama öğrenmek ve şaşırmak iyi geldi.

Öyle bir dönem ki bize bildirmek istediği kesinlikle ''yeni bilgiler'' var. Yeni tınılar, dinletmek istediği yeni müzikler var.

Biraz sakinleyip, nefesinizi ve zihninizi kontrol etmek isterseniz yeni bilgilerin peşine düşün, kendinizi  şaşırtın.

Yaptıklarınız, denedikleriniz veya öğreneceklerinizle...

Yazının başında, yazının sonunun nereye gideceğini bilmiyordum ve içimden bu çıkarak beni şaşırttı.
Rahatladım.
Ohh be.









29 Mart 2020 Pazar

Yaratma cesareti



https://www.youtube.com/watch?v=iEoXxnE_H04&feature=youtu.be

2 senedir tek bir yazı yazmadığım günlüğüme  neden tekrar aç bir kurt gibi yazmaya başladığımı içgüdüsel  olarak  biliyordum ama videodaki - meşhur varoluşçu olduğunu şu an öğrendiğim- Rollo May 'ın cümlelerinde adeta kendimi buldum...

''Kaygıyı ortadan kaldırılması gereken bir semptom olarak değilde hayatın anlamını keşfetmeye açılan bir kapı olarak görüyorsunuz '' 

'' Kaygı yaratıcılıkla ilgilidir ''

''Neşe, yeteneklerinizi, aklınızı ve tüm varlığınızı yüce amaçlara ulaşma yolunda kullanmaktan aldığınız haz ile ifade eder ''

Keşfedebildiğim kadarıyla ben de, sizlerde de varolduğuna emin olduğum '' cesaret'' ile yaratma isteğimi birleştirip, içimden taşan yaratma cesaretimi yazıya dökmeye çalışıyorum. İçimdeki bu cesareti tetikleyen yegane şey ise  taşıdığım kaygılarım anladığım kadarıyla.

İşte tam da bu günlerde, amatörce günlük yazarken, tutunduğum en önemli ümit dalı ise  nice sıradan olduklarını düşünen yaratıcıların, müzisyenlerin, ressamların, içlerinde  titreşmekte olan yaratma cesaretlerinin,  bir volkan gibi patlayarak adeta dahilik mertebesinde önemli dışavurumlara dönüştürecek olmaları ...

Bu dışavurumların sanat eseri olarak  kabul edilip edilmemesi de bence artık önemli bir unsur olmaktan çıkacak ...

Böylesine dönüştürücü zamanların tek ama tek geçerli akçesi ''yüreğimizi ne kadar titreştirebildiği '' olacak ...

Tıpkı yukarıda dinlediğim ve hayatta olmayan bir bilimadamın kıymetli olan görüşleri kadar, aşağıdaki bir yazarın- kitaplarını okumadım  ama blogunun sıkı bir takipçiyim - dün yazmış olduğu güncel bir yazısının halen yüreğimde yer etmesi gibi.

Yazının satır arasında yer alan '' ölümsüz olduğumuza dair duyduğumuz tuhaf inanç , yanılsama, kibirli, kavgacı ve kıymet bilmez tarafınızı keskinleştiriyor '' cümlesini buraya park ederek bir sonraki yazımda özellikle de  bu dönemdeki hissedilen kibire  dair düşüncelerimi mutlaka yazacağım, zira zor tutuyorum şu an içimde bile ...




Her birimiz bu evrende eşsiz ve çok kıymetli bir yer tutuyoruz  demiş yazar bir cümlesinde.

Biricikliğimizle ortaya çıkartacağımız nice yaratma cesaretine...



https://defnesumanblogs.com/2020/03/28/korona-gunlerinde-olum-uzerine/?fbclid=IwAR260GiFxyPHDDj6L7TIoBhE94ZjxrVhP-99J7W9wzOFi124ZUeZcdE8RwM



Defne Suman 'ın bir sürü duygusuna tanıklık ettiğim yukarıdaki yazısında  MS 'li kocasının durumu kalbimi ayrı bir sızlattı. Rahmetli annemin MS 'li günleri, endişeleri, dizlerinin bağını çözdürüp tüm özgüvenini elinden alan durumlarını gözümün önüne teker teker  getirdi. Neden ben ?  diye zor bir soru sordurtan MS 'in halen çaresinin bulunmamış olması da maalesef çok acı bir gerçek.

25 Mart 2020 Çarşamba

Samimiyet testi

Ölüm gibi bir şey oldu ama kimse ölmedi ...


Bir şarkı dizesi mi şu anki yaşanan ortam mı belli değil.

Ne vurucu bir cümle. Ölüm gibi bir şey oldu ama kimse ölmedi!

Düşündüm de cümlenin sihri bence ''gibi '' de.  İmişcesine diyor TDK, gibi için.

Sonra yine düşündüm. İmişcesine yaptıklarımıza, söylediklerimize, niyet ettiklerimize yakın geçmiş zaman diliminde .

-Haftaya kesin bir kahve içelim'ler 

-Şu sıralar çok yoğunum en kısa zamanda görüşelim'ler

-Sen, ben, bilmem kim mutlaka şuradaki bilmem nereye mutlaka gidelim 'ler

-İlk fırsatta kendim için, başkası için buna, şuna başlayacam'lar 

-Annemi , babama, amcama , yeğenime mutlaka uğrayacağım 'lar 

- Hep aklımdasın inan'lar

- Ben de çok özledim ama işte 'ler 



Niyetten aksiyona geçilemeyen, sözde, hoyratça savrulan kelimeler, cümleler. Enerjiler...

İmişcesine.

Samimiyet testine tabiyiz adeta bu dönemde.

Niyetlerimizle, kalbimizden geçirdiklerimizle, yaptıklarımız ve yapacaklarımızla...

Corona 'dan ölmesek bile samimiyetsizlikten öleceğiz belki de.
Belki de geçeceğiz bu sınavı.

Tek bir şartla.

Samimiyetle.

Ve çok uzak olmadığına inandığım yakın bir zamanda, bir gece, bir barda, kalabalık arasında, sıkış tepiş, dans ederken, kulağımıza;

  '' Ölüm gibi bir şey oldu ama kimse ölmedi ''

tınısı geldiğinde, gözlerimizin taa içine bakıp ne diyeceğimizi çok ama çok merak ediyorum.

Ne yapacağımızı ?
Nasıl hissedeceğimizi ?
Hislerimizi nasıl dile getireceğimizi de ?

Hoyratça mı yoksa samimiyetle mi ?

Yoksa belki de hiç geçemeyeceğiz bu sınavı...

Kim bilir ?






22 Mart 2020 Pazar

Hepiniz hoşgelmişsiniz !

Saçlarımı kestirdim. Eskisi gibi kısacık değil. Mesela düğünümdeki gibi değil ama uzun bir süredir olmadığı kadar kısa oldu.
Kendim oldum tekrar.
Misafirlikten evime dönmüş gibi oldum.


Yarın 46 yaşına basıyorum. Kimisi için bir şey ifade etmeyebilir. Ama mesela annemin, hiç bilmediği, yaşamadığı bir yaş olması benim için önemli bir dönüm noktası. Bu yaşıma kadar annemin fiziksel yokluğuna rağmen genetik mirasıma dair rehber sayılacak yaşanmış yılları vardı bana referans olabilecek olan.
Bundan sonrası ise yok.
Önümdeki yıllara dair defter bomboş.
Ben bu yaşımdan itibaren neler yaşarsam öyle dolacak o genetik defter, kızım ve olası torunlarım için.
Önemli görev olsa da boğazımda bir yumru. İçim buruk.
O'nsuzluğum milyon defa katlandı sanki.


Yazmaya karar verdim tekrar. Rutin oluşturabilmek için. Özellikle böylesine enteresan bir dönemde. Bir şeye kesinlikle dönüşeceğimiz ama neye dönüşeceğimize daha karar veremediğimiz bir dönemde.
Ben çerçeveleri severim.
Çerçeveler  hayata bağlar beni. Amaçsız kalmamamı, hayata asılmamı, annesizliğin üstesinden gelmemi sağlamışlardır uzun yıllar.
Önce çerçevelerin içine girer sonra da çerçeveyi genişletmek, yıkmak, dönüştürmek için vargücümle çalışırım.
Mücadele ederim bir nevi yarattığım çerçevem ile ...
Daha iyisi olabilmek için kimi zaman.
Şu sıralar ise çerçeve yaratmakta zorlanıyorum.
O yüzden yazarak asılmak istedim hayata. Rutinimi, ritmimi bulabilmek, yitip gitmemek için.
Aynısının tıpkısı bile olamayacak kadar gri olan günlere uyanırken.
Kısaca.




Kısa saçlarım, rutinim ve annem.
Beni ben yapan önemli unsurlar.
Müteşekkirim.
Ama en çok ve her zaman anneme...İyi ki doğurmuş beni bu yolculuğa.

Yeni yaşım, yeni rutinlerim, yeni dönüşeceğim benliklerim.
Gri günlere inat.
Hepiniz hoşgelmişsiniz!

19 Şubat 2018 Pazartesi

Bir mektup..

Elifcim,

Bu yaşgününde ;  kendimce sana yeterince iyi hissettiremediğimi, , ifade edemediğimi hissetmekteyim. Bunun için yazmak istedim. Yoksa böylesine  biricik bir günde üstünkörü geçip gidildiğini sanma…
Dengelerimi yerine oturttuğum veya senin de aynı ruh halinde olduğunu bildiğim için , dengelerimizi tekrar oturttuğumuz an bunun telafisini yapacağız, yapmalıyız.

Böyle durumlarda hayatın yegane oyun kurucusunu kendim gibi hissedip , oturduğum yerden tahtıverallimi yönetmeye çalışıyorum ama fayda etmiyor, dengesi hiç ortada olmuyor, bir taraf aşağıda bir taraf yukarıda kalıyor. Bunun sebebi şu an yakın tanıdığımız bir kişinin çektiği tarifsiz acılara kayıtsız kalmamak isteği, çabası…

Aslında hayatta oyun kurucu olmak diye bir şey yokmuş. Oyunun içinde kalabilmek varmış. Tıpkı müzik bittiğinde sandalyeyi kapan olmak gibi. Müzik bittiğinde  illaki sandalyeleri birileri kapıyor, birileri oyunun dışında kalıyor. Ama elden ise hiç bir şey gelmiyor.
Öte yandan müzik de muhteşem , oyun oynamakta….
Ama müzik bittiğinde, oyunun dışında kalanın sessizliği, sindirilmesi zor bir durum yaratıyor.
Hele de canı bir şekilde yanmışsa.
Canı yanmak …
Ne kadar da kolay yazılıyor .
Ne kadar da kolay söyleniliyor.
Ama ahhh bir de canı yandı mı sor bakalım Canan ‘ a…
O tarifsiz acıdan kurtulabilmek için neler vermezdi.
Öyle bir acı ki insana çocuklarını aramayı unutturuyor.
Öyle bir acı ki sadece ama sadece acının geçmesi için var olmaya çabalıyor.

Halbuki biz müzik dinleyip oyun oynacaktık… Acı da nereden çıktı ?
Müzik  hep var da,
Duyabilene.
Ama bir de şans diye bir şey var be ya bu hayatta.
Orası kesin.
Bir ara anlatırım sana.
Kimin şanslı olduğunu bilmem ama kimin şanssız olduğunu çok iyi anlatırım bak.

Bir arkadaşımız .
Güzel kadın.
Hem de çok.
Ama çok şanssız.
En azından şu an.
Ve tarifi olmayan acılar içerisinde.
Ancak morfin işe yarıyormuş öyle diyeyim.
Herkes bu durumlarda başka bir şeye duacı olur ama benim duam net.
Acının dindirilmesi.
Sızıyı hiç bir zaman dindiremeyecek olsak da kalplerimizde.

Şu an bir arkadaşım hasta yatağında ve çok acı çekmekte.
Halbuki hayat boyu şifa dedi, şifa olma, şifa verme, şifa peşinde oldu.
Şu an ise şifa en çok O’na gerek.

15 Ocak ‘ta evinde O’nu ziyaret ettiğimde sohbet sohbeti açtı ve bana şifacı bir arkadaşının O ‘na yazmış olduğu bir nottan bir bölüm okudu.

Ben de not almıştım.

‘’ Küçük taşlar koca akarsuda yok olurlar ya da yolun kenarına savrulur, parçalanırlar .Kaygan taşlar yıllarca suyla seyahat ederler , git gel parlarlar. Gidecekleri yeri düşünmezler. Kim götürüyor, nereye götürüyor düşünmezler.Sadece suyla eğlenmenin tadını çıkartırlar ‘’

18 şubat.

Not etmek istediğim tek şey. Şifa isteyen herkes için ...

Parla, çağla , suyla eğlenmenin tadını çıkart.
Gideceğin boyutu hiç düşünme.
Kim götürüyor, nereye götüyor hiç merak etme.
Güven olan bitene.
Müziğin hep var olduğunu da unutma.
Hem de her boyutta.

Yeter ki acı dinebilsin ki müziğin sesini duyabilelim.

Yeter ki bizim güzel arkadaşımız şifa bulabilsin.Acısı dinsin.

Amin.








9 Ekim 2017 Pazartesi

Kendime sorular

Upuzun bir zamandır seslenmiyorum aslında. Kimseye ama başta kendime.
En büyük sıkıntım odaklanamamak.
İşime gücüme.
Halbuki severim işimi de gücümü de. Esaslıca üretmeyi de.
Tam düşünmeyi düşünmeye başlıyorum, bilinçli bir şekilde savuşturuyorum düşünmeyi ve odaklanmayı.
Sebebi çoktur veya yoktur. Bunu  bilebilmek için bile odaklanamadım. Bilsem ne yapardım hoş onu bile bilmiyorum.
Bildiğimde de  ne yapacağını bilememe hali.
Bir çeşit döngü yani.
Bu arada aklıma geldi kısır olmayan döngü var mıdır acaba ?
Odaklanma ile ilgili başladım kısır döngüye takıldım. Birkaç zamandır aynen böyleyim.
Halbuki en güçlü yönüm budur.
Odaklanmak.
Madem zihnen düşüncelerimi kovuşturabiliyorum, yazarak odaklanmayı tekrar denemem gerektiğine karar verdim.
Yazılarımı bile odaklanamadığım için epeydir yazmıyordum aslında. Halbuki yazmak her zaman derdime derman bulmama sebep olmuştur.
Klasik derman aramak yerine bu sefer kendime sorular hazırladım. Rastgele sorular. Bazıları zor bazıları ise düşündürtücü. Amaç şu an için sadece ''seslenmek '' kendi içime.

Kendi kendimin dikkatini çekerek kendimi, kendime odaklamak.

Seslenmek, ses vermek, ses etmek , ses çıkartmak , ses yükseltmek, sesimi kısmamak, ses getirmek için sorular hazırladım. Bu soruların cevaplarının sadece bir amacı olmalı kendimce.
Yola çıkartabilmeye yeter olabilmesi.

Hele bir yola çıkartsın beni, bilmediklerimin peşine düşerim. Diyorum. Diliyorum.
Bir yandan da  zihnimin arka planınında ortağım Bahar'ın sesi '' Soruları soran cevaplardan kaçamaz''.
Kaç bin defa tekrarlamıştır acaba bunu son 7 senede ? Şarkının da dediği gibi '' özledim sesinin kokusunu özledim .... ''

                                                       KENDİME SORULARIM
                        ( Bütün bu soruları üretme /iş yaratma alanına dönük olarak sordum ) 


1. Üretmek benim için ne ifade ediyor?
2. Hayatta neden/hangi alanlarda üretirken keyif alıyorum ?
3. Hayatta süreçler  mi sonuçlar mı beni daha çok etkiliyor ? Neden ?
4. Hayatta neleri daha kolay bırakıyorum ? Neleri daha zor ?
5. Hayatta - kendim için- hangi duyguyu önemsiyorum ?
6. Başkalarında hangi duyguyu yaratmayı önemsiyorum ?
7. Yola çıkmak için neye /nelere ihtiyacım var ?
8. Doğadan nasıl faydalanabilirim ? Ben doğaya ne kadar  uzak /yakınım ? 
9. Ne kadar basit olabiliyorum ? Basit olabilmek ne kadar önemli ?
10.Tasarlamaya , yaratma  ve yaratıcılığa ne kadar anlam yüklüyorum? Benim için önemi nedir ?
11.Hayatta gözlemlemeyi sevdiğim şeyler neler ?
12.Nasıl öğreniyorum ? En etkili şekilde kimlerden öğreniyorum ?
13.Hayatımda ki bağlantıların, metoforların ortak noktası nedir ? Şu an kadar bana  genellikle ne göstermişlerdir?
14. Şu ana kadar üretirken  hiç temas kurmadığım kimler oldu ? Onlara erişsem nasıl   faydalanabilirim ?
15. Yapmayı mı, akıl vermeyi mi, planlayıp yönetmeyi mi daha çok seviyorum ?
16. Para kazanmaya yüklediğim anlam ne ? 
17. Teknolojiye ve sunduğu  yeniliklere yüklediğim anlam ne ?
18. Beni en çok heyecanlandıran şey ne ?
19. Üretirken keşke diyeceğim şey ne olabilir ?
20. İyi ki diyeceğim şey ne olabilir ?





10 Mayıs 2017 Çarşamba

Canım kızıma mektup -TEOG öncesi


Aşağıdaki mektubun biraz daha uzununu neredeyse 3 hafta önce gerçekleşen TEOG sınavları öncesinde kızıma yazıp vermiştim. Kayıtlara geçmesini istedim...



Canım kızım Ela’cım,

Herşey geçen sene Haziran ayında katıldığın YGA kampı ile www.yga.org.tr/ başladı. Küçük bir defter ile döndüğün kamp sonrasında bana çok bir şey anlatmadın. Hatta her zaman yaptığın gibi       ‘’ çok sıkıcı idi ‘’ dedin. Sonra ben tesadüfen masamda küçük bir  defter buldum , meğerse YGA kampının not defteri imiş. 

İçinde yazanları hayranlıkla okudum…Henüz 13 yaşına basmamış olduğun günlerde şunları kayıt altına almışsın ki ben de hem yaşını hem de seni bu yaşında nelerin etkilediğini  mutlaka ama mutlaka kayıt altına almak istedim…





Sonra dinlediğin konuşmacılardan seni etkileyen bölümlere dair aldığın notları okudum;







Canım kızım Ela’m,
El yazısıyla yazdığın bu notları okuduğum an, aklına ve yüreğinin gücüne, yapmak istediklerine şaştım kaldım. Kalbinden geçirdiklerine, kendine rol model aldığın kişilere, hangi yönleri ile rol model aldığına tanık olmak, yaşı 13 bile olmamış bir genç kız olarak hayalleri büyük olan kişilerden etkilenmene hayran oldum.  O gün sana her şeyden ve her zamankinden daha fazla güvenmem gerektiğini anladım.

Öte yandan bunları yazmak demek, bunları bilgece ve ustaca hayata geçirebileceğin anlamına gelmezdi elbette. Zamana, yaşanmışlıklara ve tecrübeye ihtiyacın vardı. Sınav ve sınanmalara ihtiyacın olduğun gibi…İşte tam bu noktada da TEOG denen illetten sen de nasibini aldın. Bu yanlış bir zamanda ( ergenlik )  başına gelebilecek en saçma sınav bile olsa , sınav sınavdır, tecrübenin  de tecrübe olacağı üzere…

İyisi ile kötüsü ile.

İşte tam da bu noktada, sınavın 2. aşamasına 1 gün kala sana gönlümden geçen herşeyi, yaşadıklarını ve yaşayacaklarına dair yazmak istedim.

Bu dönemine dair kayıt altına almak istediğim en önemli şey, defterine yazmış olduğun gerçek hayat hikayelerinden kesitlerini senin de kısmen deneyimlemiş olman.
Hatta aynen Ebru Özdemir ‘i dinledikten sonra yazdığın gibi
 ‘’ Hiçbir zaman pes etmeyen, iç disiplini çok yüksek ve güçlü, her zaman pozitif ‘’ oldun sen de  bu dönemde…

Zaman zaman dağılsanda büyük çoğunluğunda bu ruh ile çalıştın.

Öykündüğün, ilham aldığın değerleri, böylesine zor bir dönemde - kendini tanıma, kişilik oluşturma, deneyimlere açık duruma gelme,  kural ve sınır tanımak istemediğin bir dönemde - ki kısaca biz buna ergenlik diyoruz - hayata geçirmeye çalışmak çok ama çok kıymetli idi. 

Seninle gurur duyuyorum. 

Çoğu zaman sana da söyledim, hissettirdim ama yine de yazmak ve kayıt altına almak istedim.


İhtiraslı kızım Ela’m,

 Geçen akşam babanla kelimelerin gücünden bahsediyorduk konu ‘’ihtiraslı’’ ve ‘’hırslı ‘’ kelimelerinden açıldı. Döndük Türk Dil Kurumu sözlüğüne baktık…İhtiraslı için ; aşırı güçlü istek, tutku yazıyordu. Hırslı içinse ‘’açgözlü, muhteris, kızgın ve öfkeli ‘’ yazıyordu. Baban ve annenden sonra ailedeki ihtiraslı kişiler topluluğuna hoş geldin J yavrucum.

Sevgili kızım , şu yaşımda çok daha iyi anlıyorum ki hayattaki en önemli şey; yaşama dair  istek ve tutkularımızı sürdürülebilir kılmak. Erken tükenmeden, her şeyi doğru zamanda deneyimlerek, ilerlemek,  gelişmek ve geliştirmek…Yani ihtiraslarımıza bir ömür sahip çıkabilmek. Yılmadan, pes etmeden.

Senin de en güçlü yönün ; yaşama dair heveslerin, içine sokmak istediklerin kadar dışarı akıtmak istediklerin. Bunların birçoğuna tanık oluyor olsak da daha fazlası YGA defterine yazdıklarından fışkırmakta zati. Hele Mevlana ‘nın söylediği laftan etkilenerek not etmen ise beni çok etkiledi.

Dolayısıyla bir TEOG sınavının SONUCU senin yaşama dair hevesinin de , başarı ve başarısızlığının da bir yansıması olamaz ancak nasıl hazırlandığın , hangi duygularla nasıl baş ettiğin , hangi sonuçlara rağmen yoluna nasıl devam ettiğin  ÇOK önemli bir gösterge olabilir. 

Bu süreçteki karnene bakacak olursak ihtiraslı kızım ,

Kendine göre hayal kırıklığına uğradığın 1.sınav sonrasında pek çok zorlu şeyle aynı anda yüzleşmek zorunda kaldın.

Halbuki hayal kırıklıkları çok iyi bir şeydir güzel kızım. Öncelikle hayallerinin olmasıdır kıymetli olan. Başarı ise aldığın sonuç değil süreçte tecrübe ettiğin deneyimlerine göre yeniden konumlamaktır kendini.

Birçok 40 yaşını aşmış yaşıtım dahi yaşadıkları ile yüzleşmekten kaçıp, kendini  ve hayallerini yeniden konumlama, yaratma konusunda başarılı olamazken senin 13 yaşında bütün bunları başarmış olman görüyorum ki en büyük hazinen. Bu hazinene çok iyi bakmalısın zira seni sen yapan en büyük gücün , mantığının , sağduyunun yanında bu olacaktır belli ki.


Güzel kızım,

Hayatta farklı alanlarda bir sürü tecrübe ve deneyim elde etmek mümkün. Hatta deneyimlerin hepsini senin tecrübe etmene de gerek yok. Başkalarından alacağın akıl ve tavsiyeler de senin yolculuğuna renk ve öngörü katacak, yolunu kimi zaman zenginleştirmene bazen de değiştirmene, kimi zaman daha iyi bir şeyi tercih etmene sebep olacaktır.

Senin de bu yaşında bile bir sürü deneyimin , zenginliğin var. İş bu zenginlikleri bambaşka bir alanda sentezleyebilmekte.

Mesela yarın gireceğin TEOG sınavını, daha önce çıktığın nice tenis maçlarına benzetebilirsen eğer, kendini ve daha önceki sınavdan almış olduğun notunu da tenis maçındaki 1. sete benzetebilirsin. Daha maç bitmemiştir ama rakibini, sahayı tanımışsındır artık.

Çekinmene gerek yoktur artık. Tenis maçlarında sahayı ve rakibi tanıdığın kadar geçen süre zarfında aslında kendini tanıyorsun. Oynadıkça kendine güvenin geliyor. Kafanda büyüttüğün rakibini, aslında sadece kafanda büyütmüş olduğunu, sahadaki rakibinin bambaşka olabildiğini ( daha az güçlü olabileceğini), hatta kendinin rakibinden daha iyi olabileceğini idrak ediyorsun. 

Doğru kelime de bu aslında. 

İdrak  etmek, farkına varmak. Kendi kapasiteni, hevesini, vermiş olduğun tüm emekleri, pes etmek için hiçbir sebebinin olmadığını fark ediyorsun.

Ne zaman idrak ederek çıkıyorsun maçların 2. setine, çoğunlukla da kendine güvenin gelmiş, hevesini canla başla ortaya koyan bambaşka bir Ela oluyorsun sahada.

Bırakıp kafanın içindekileri, asılıyorsun sahanın içinde olan bitene. O noktada bambaşka bir performansa sahip oluyorsun işte. Kendine ve yapabileceklerine daha fazla güvenen bir ELA çıkıyor içinden. Hem rakibin karşısına hem de kendinin karşısına.

Bambaşka bir Ela çıkmasına neden şaşırıyorsun ki peki ?

Sen değil miydin maç öncesi antremanlarda yüzlerce defa aynı backhand, forehand vuruşu sayısız defa çalışıp emek harcayan…

İşte yarın ki 2. aşama TEOG sınavını senin maçlarındaki 2. Sete benzetiyorum. 

Artık sistemi, başına gelebilecekleri az çok deneyimledin. ( sahayı ve rakibini iyi tanıdın ) 
Ama en önemlisi kendini çok iyi tanıdın, yapabileceklerini biliyorsun.
Zira çok emek verdin, çok çalıştın, çok istekli ve hevesli idin. O zaman geriye tek şey kalıyor , bütün bu deneyimlerini sentezleyerek , kendine güvenerek , içindekileri dışa vurup yansıtman…

Tek yapman gereken elinden geleni yaptığın çalışma dönemini dışa vurabilmektir.

Yani sahaya çıkıp elinden gelenin en iyisini yapmaktır. 


Canım kızım unutmamanı istediğim tek ve en önemli şey,  

İçinde tuttuğun hazineyi yansıtmak için sadece bir sınav yok önünde…

İçindeki ihtiraslarını, sınav olsun olmasın önünde HER DAİM yansıtabilmektir en önemli beceri. Kendine güvenerek içinden geçenleri yansıtmaktır en kıymetlisi.

İşte ancak o zaman, sen de,  gün gelir  bir başka 13 yaşındaki kızın defterine konu olursun, deneyimlerinle. ELA...... ‘ün kendi cümlelerini, hayallerini ve nasıl pes etmediklerini yazarlar defterlerine...

TEOG sınavı sadece bir rakamdır ama bundan sonra ne yaptığın, bu süreçte neler öğrendiğin, nasıl ilerlediğin, nasıl geliştiğin ve yansıttıkların esas  konu olacaktır anlatacaklarına da , ileride yazacağın ve yaratacağın hikayelerine de  başkalarına vereceğin ilham kaynaklarına da…

İçindeki hazineyi hevesle yansıtmak isteyen canım kızım Ela’m,

Hayatta tükenmemek adına senin adına dilediğim en önemli şey başına gelebilecek tüm sınav ve süreçlerden kolaylıkla geçmen, kolaylıklarla  yönetebilmen.

Ben hayatımda hep zorluğu çağırdım. Eyy zorluklar yeneceğim sizi dediğim tüm süreçlerin sonunda yoruldum ve tükendim. Tekrar ayağa enerjik kalkmam kolay olmadı.

Ama 43 yaşında hem kendim hem de sizler için 2 duam var. Birisini çok iyi biliyorsun zaten. Şu an için anlaman mümkün olmasa da ileride,  belki yakın belki uzak geleceğinde beni çok daha iyi anlayacağını biliyorum.

O yüzden bildiğini çok iyi bildiğim duayı senin için yine tekrar edeceğim;

‘’ Hakkında hep en hayırlısı olsun inşallah’’

Ama hemen ardından ise 2. duamı ekleyeceğim;

‘’Olmasını istediğin , gönlünden geçirdiğin her türlü istek ve arzu kolaylıklar ile gelsin. Zorluklara gebe olan şeyleri oldurtmaya çalışmak yerine, seninle akıp gidecek, kendini daha çok gerçekleştirmeni sağlayacak olanaklar çıksın karşına ...

Öyleki bu olanaklar da sana  daha  kolay hatalar yapıp , hatalarından kolaylıkla öğrenebilmeni sağlasın.

Hatalar hep yapılacak ama hataların kolay olanları ayağa daha kolay kalkmanı, içinde taşıdığın hazineyi daha kolay yansıtmanı sağlayacaktır.''

Seni çoook seven ve her daim gurur duyan annen İpek J  



Hoş geldim!

Yeni yılın ertesi, annemin başka diyarlara intikal edişinin tam göbeği, oğlumun yeni yaşının hemen öncesi bir zamanlardan merhaba! Uzun bir ...